Bölüm 182: Kadim Tanrı Tu Si

avatar
4745 27

Xian Ni - Bölüm 182: Kadim Tanrı Tu Si


 

Çevirmen: Zawoske

Editör: Mehmet Uyar

 

Taneler altın gibi gözüküyordu ancak altın değildiler. Kemik gibi gözüküyorlardı, lakin kemik değildiler. Ne var ki, Wang Lin birisini incelemek için almak üzereyken, ruhu tanelerle temas etmek için yükseldiğince, muazzam bir kuvvet karşı koydu.

 

Bu karşı koyma kuvveti Wang Lin’in ruhunu uzağa iterek, altın taneleri incelemesine engel olmuştu. Wang Lin bir taneyi eline aldı ve ezdi. Şaşırtıcı bir şekilde, göründüğü kadar sert değildi. Parmakları altında kolayca düzleşmişti.

 

Lakin Wang Lin altın parçacıklara ne kadar bastırırsa bastırsın, parçalanmadan sadece daha da düzleşiyorlardı. Wang Lin’in aklına aniden bir fikir geldi. Bütün altın parçacıkları tuttu ve parmak ucu boyutunda bir fasulye tanesi oluşturmak için hepsini bir araya bastırdı.

 

Altın fasulye tanesine bakarken genç adam biraz düşündü. Ne kadar çok bakarsa, aklına o kadar çok ilk denemedeki kral yaratığın kemiği geliyordu. Eğer aynıysalar, o zaman bu kesinlikle yaşayan bir kemikti.

 

Wang Lin’in aklına cüretkar bir fikir gelmişti. ‘’Bu antik tanrının kemiği olabilir mi?’’ Düşündüğünde içi titremişti.

 

Lakin Wang Lin çok geçmeden bu fikirden vazgeçti. Daha önce duyduklarına göre, antik tanrı çok büyüktü, yani kemikleri de büyük olmalıydı. Bu sadece bir parmak kemiği olsaydı bile, kral yaratığın alnındaki boynuzla kıyaslanabilir olurdu.

 

Bir süre düşündükten sonra, Wang Lin altın fasulye tanesini kaldırdı. Ayağa kalkıp önündeki kısıtlamalara baktı, ardından ileri zıpladı.

 

Zaten 100 metreyle 150 metre arasındaki kısıtlamaları düzgünce gözlemlemişti. Üstelik, öncülük yapan antik imparatorla birlikte, hala dikkatli olsa da, öncesinden daha kolay ilerliyordu.

 

Ancak, 100 metrede, Wang Lin yavaşlamaya ve ihtiyatlı hareket etmeye başladı. Kısıtlamaları aktifleştirip yıldırım tarafından vurulmak istemiyordu.

 

Wang Lin’in acelesi yoktu. Zaman yavaşça akıp geçti, ve kısa bir süre içinde üç yıl çoktan geçmişti.

 

Bu 100 metreyi geçmek yavaşça adım adım ilerlerken üç yılını almıştı. Kısıtlama yeteneği de her kısıtlamayı kırarken oldukça artmıştı.

 

Wang Lin üç yıl sonra Antik İmparator ve Altı Arzunun Şeytan Lordu’nun durduğu yerde durduğunda, bunun tek sebebinin üç yıl önce kısıtlamaların hepsinin aktifleşmesinden dolayı olduğunu biliyordu. Yakındaki bütün kısıtlamalar gücünü kaybetmişti.   Kısıtlamaları tetiklese bile, aktifleşecek güçleri yoktu. Eğer böyle olmasaydı, şu anki gelişimiyle bu kadar ilerleyemezdi.

 

Bütün bunlara rağmen, Wang Lin şu anda tepeden bir buçuk metre uzaktaydı. Bulutlar toplanmaya ve kararmaya başladı. İçlerindeki yıldırım görülebiliyordu. Wang Lin girdaba doğru ilerlemeden önce sadece sakin bir bakış attı.

 

Genç adam yavaşlamamıştı. Kolayca adım adım ilerledi. Üç yıl önceden beri, her zaman gökyüzündeki kısıtlamayı neyin tetiklediğini düşünüyordu.

 

Üç yıl önce kemiği geri getirmek için gönderdiği kasırgayı düşünmüştü. Çağırdığında hiçbir yıldırım darbesi olmamıştı, lakin kolu alıp geri atıldıklarında, yıldırım saldırmıştı.

 

Wang Lin bir süre düşünüp araştırdıktan sonra, tetikleme olayının hızla alakalı olduğunu fark etmişti!

 

Eğer birisi belli bir hızı aşar veya aniden hızını arttırır, ya da azaltırsa, gökyüzündeki kısıtlamayı saldırması için tetiklerdi. Dağın tepesine yaklaştıkça, kısıtlama daha da duyarlı bir hal alıyordu.

 

Başka değişle, eğer aniden dağın eteklerinde hızlanırsanız, hiçbir şey olmazdı. Eğer bunu dağda yaparsanız, bazı kısıtlamaları tetikleyebilirdiniz. Dağın tepesine yakında yaparsanız, büyük ihtimalle gökyüzündeki kısıtlamayı tetiklerdiniz.

 

Gökyüzündeki kısıtlamanın nasıl tetiklendiğini çözdükten sonra, Wang Lin istikarlı bir tempoyla yürüdü ve sakince girdaba girdi.

 

Bu ikinci deneme Wang Lin’in 13 yılını almıştı. Ancak, kazançlarıyla kıyaslanırsa, bu zaman miktarı önemsizdi.

 

Bu 13 yılda, basitten karışığa, kolaydan zora, kısıtlama sanatını şu anki seviyesine ulaşana kadar adım adım öğrenmişti. Daha fazla zaman harcaması gerekecek olsaydı bile, Wang Lin pes etmezdi.

 

Ona göre, ikinci denemenin amacı gerçekten davetsiz misafirleri engellemek değildi, bunun yerine sistematik bir yolla insanlara kısıtlamaları öğretmek içindi.

 

Eğer amacı davetsiz misafirleri engellemek olsaydı, tek yapılması gereken dağın tepesindekilerden bir tanesi gibi olan kısıtlamalardan birini dağın eteğine yerleştirmekti, böylece kimse dağa tırmanamazdı.

 

Wang Lin’İn kafası bu konuda oldukça karışmıştı. Ancak, sorabileceği birisi yoktu.

 

Wang Lin girdaba girdiğinde, bir şeyler değişti. Girdaptan mor ışıklar çıkmaya başlayarak, nihayetinde devasa bir mor yıldırım küresi oluşturana kadar devam etti.

 

Bu mor yıldırım kulesi gökyüzündeki kısıtlamadakilerden farklıydı, daha koyu ve daha güçlüydü. Bu yıldırım küresi belirdiğinde, Wang Lin bütün dağın sallandığını hissetmişti.

 

Dağın dibinden tepesine kadar olan, bütün kısıtlamalar dağın tepesine doğru süzülmeye başladı. Her ışık huzmesi bir kısıtlamaydı, ve sayısız ışık huzmesi süzülerek, daha da yukarı çıkıyordu.

 

Süzülen sayısız kısıtlama şaşırtıcı şekilde gökyüzündeki kısıtlamayı tetiklememişti. Belli bir noktaya ulaşırlarken, bir araya gelmeye ve devasa bir ışık küresi oluşturmaya başladılar, ta ki mor yıldırım küresiyle eşit boyuta ulaşana kadar.

 

O noktada, bütün ışık zerreleri dağdan kaybolmuştu. Bu dağda hiç kısıtlama kalmamıştı.

 

Wang Lin sadece neler olduğuna bakabiliyordu. Mor yıldırım küresi belirdiğinden beri, bedeni ezici bir güç tarafından dondurulmuştu. Yarım adım bile hareket edemiyordu.

 

Mor yıldırım küresi ve ışık küresi yavaşça birbirlerine doğra hareket ettiler. Temas ederlerken, ikisinin üzerinde devasa bir illüzyon belirmişti.

 

İllüzyon büyüdükçe büyümüştü, ta ki ışık ve yıldırım küresinin üzerindeki iki ayağıyla bir dev şeklini alana kadar. İki küre devin gözlerinin olması gereken yere gelene kadar yavaşça yükseldi. Bir mesafeden, iki parlayan göze sahip bir dev gibi görünüyordu.

 

Dev sadece bir illüzyonken, sanki hayattaymış gibi bir his veriyordu…

 

"Hoş geldin. Sen kısıtlama dağının niteliklerini karşılayan 4.kişisin. Benim adım Tu Si…bedenim uykuya dalmadan önce yerleştirdiğim antik kurallara göre, kısıtlama dağının gereksinimleriyle karşılamalısın. Bilinç denizime girebilir ve bilgilerimle anılarımın bazılarını elde edebilirsin, lakin ilk, kendini tanıtıp bu yeşim parçasıyla bir kısıtlama bayrağı yapmalısın.’’

 

Dev dünyaya sallayan bir sesle konuştu. Ardından, mor yıldırım tarafından çevrelenmiş bir yeşim parçası belirdi ve Wang Lin’e doğru süzüldü.

 

Wang Lin ürkmüştü. Derin bir nefes aldı.

 

Devin durumuna bakılırsa, bu antik tanrının bir klonu olmalıydı. Açıkça, antik tanrı Tu Si idi.

 

Antik tanrı aşırı güçlüydü. Sadece klonu bile Wang Lin’in boğuluyormuş gibi hissetmesi için yeterliydi. Wang Lin antik tanrı Tu Si burada şahsen olsaydı hissedeceği gücü hayal bile demiyordu.

 

O anda, yeşim parçası Wang Lin’in önüne varmıştı. Genç adam gözlerini kapatıp açtı ve almak için elini uzattı. Yeşimi kavradığında, mor yıldırım yeşime geri dönmeden önce, bedenine akın etmişti.

 

Wang Lin zihnine bir şeyin eklendiğini hissetti. Yıldırımın zarar vermeyeceğini ve sahibini onaylamanın bir yöntemi olduğunu biliyordu.

 

Kısıtlama bayrağı hakkındaki bilgileri öğrenirken, kalbi istemsizce hızlanmıştı, lakin aynı zamanda, acı bir kahkaha attı.

 

Bu yeşim kısıtlama bayrağının tam kullanımından, materyallerinden veya bir özel gereksinimden bahsetmiyordu. Sanki bu kısıtlama bayrağı herhangi bir şeyden yapılabilirmiş gibi görünüyordu.

 

Mutlaka olması gereken tek bir materyal vardı: mürekkep taşı!

 

Mürekkep taşı hakkındaki bilgi de zihnine girmişti. Mürekkep taşı herhangi bir gezegende üretilemezdi. Yıldızlarda oluşuyorlardı.

 

Antik tanrılar için, elde etmesi çok kolaydı. Sadece uzayda biraz gezinip mürekkep taşlarını bulabilirlerdi.

 

Ayrıca bu bilgiye antik tanrının bilinç denizinin bir haritası da dahildi, bu haritada mürekkep taşlarının yerleri işaretliydi. Bu yerler hakkında içgörü kazanan herhangi biri bir tane mürekkep taşı elde edebilirdi.

 

Mürekkep taşını elde edince, kısıtlama bayrağı yapmaya başlayabilirdiniz. Süreç basitti, ancak aşırı karmaşıktı. Bayrağa dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz kısıtlama oymalıydınız.

 

Sadece o zaman bir kısıtlama bayrağı yapabilirdiniz.

 

Kısıtlama bayrağının kullanımı belirtilmemişti, lakin nasıl olabilirdi de antik tanrı tarafından verilmiş bir silah zayıf olabilirdi? Ve bu kısıtlama bayrağı öz olarak değerli materyalleri veya zor üretim süreci gerektirmiyordu.

 

Wang Lin bu hazinenin zayıf olduğuna inanmayı reddediyordu.  Besbelli, bu yeşim denemenin ödülü ve seçilen kişinin ayrıcalığıydı. Eğer Altı Arzunun Şeytan Lordu ve Antik İmparator bunu bilseydi, aceleyle ilerlemezlerdi, ve aksine kısıtlamalara birer birer çalışarak yavaşça ilerlerlerdi.

 

‘’Benim dışımda, bu yeşimi alan üç kişi daha var…’’ Wang Lin kendi kendine mırıldandı. Hızlıca sonuca varmıştı: bu yeşimi ikinci denemeyi öğrendikten sonra elde edebildiğine göre, benzer bir ödülü ilk denemenin gereksinimlerini karşılarsa da almaz mıydı?

 

Wang Lin geri dönüşü olmayan yolda gördüğü bir şeyi hatırlamıştı. Gizemli adamın rahatça söylediği sözleri; ‘’İlk kralı yakaladım!’’

 

Belki de ilk denemenin ödülü buydu. Wang Lin hüzünlü bir kahkaha attı. Aynısını yapacak yeteneği yoktu.

 

O noktada, devin bedeni kaybolmaya başlamıştı. İki küre ayrılıyordu. Işık küresi ışık noktalarına dağıldı ve dağa geri düştü. Işık noktaları yere inerken, kısıtlamalar tekrar kurulmaya koyulmuş ve dağ önceki haline dönmüştü.

 

Mor yıldırım küresi girdaba geri süzüldü. Ardından, bir çekiş kuvveti girdaptan çıktı ve yavaşça Wang Lin’i çekmeye başladı. Genç adamın bedeni yavaşça girdaba girmişti.

 

Wang Lin tekrardan belirdi. Büyük, açık çim bölgesiyle peri dünyası gibi bir yerdeydi. Çevresi ruhsal enerjiyle doluydu.

 

Çok da uzakta olmayan bir yerde, bir göl vardı. Gölün ortasında üç katlı rengarenk ışık patlamaları yayan bir pagoda(Budist tapınağı) duruyordu.

 

Wang Lin belirdiği anda, ruhunu çevreyi araştırmak için yönlendirmişti. Uzun bir süre sonra, dikkatle ilerledi. Boyutsal çantasına fiske vurdu ve zehirli kılıç dışarı çıkıp etrafında süzülmeye başladı.

 

Altı Arzunun Şeytan Lordu’nun ve Antik İmparator’un ondan nefret ettiğini biliyordu. İkisi de üç yıl önce girdaba girmiş olsa da, onu beklemek için burada kalmaları gibi bir şans vardı. Eğer onların yerinde Wang Lin olsaydı, kesinlikle suçluyu öldürmek için beklerdi.

 

Wang Lin yürürken, İlahi Hissi’ni bölgeyi taramak için kullanıyordu, lakin hiçbir şey bulamıyordu. Sonunda, pagoda hakkında düşünmeye başlamıştı.

 

Pagodanın üzerinde kısıtlama yoktu. Hızlıca pagodaya doğru yürüdü ve gölün kenarında durdu. Boyutsal çantasına vurduğu gibi, şeytan Xu Liguo uçarak dışarı çıkmıştı.

 

Son günlerde Xu Liguo ölümüne sıkılmıştı, bu yüzden dışarı çıktığında heyecanlanmıştı. Ancak, Wang Lin’i gördüğünde, ifadesi aniden donmuş ve şaşkın bir ifade yerine geçmişti.

 

Wang Lin Xu Liguo’nun son gördüğü zamandan sonra değişmişti. Bu iblisin saçlarının tamamı beyazlaşmıştı ve gözleri adeta birinin kalbini delebilirdi. Xu Liguo bir kere daha bakmış ve anında içi korkuyla kaplanmıştı. Kendi kendine sızlandı, ‘’Bu iblis nasıl oldu da tekrardan güçlendi…bu durumda, bu şeytani iblisin elinden kaçacağım zaman…hayatımı umursamayarak savaşsam bile, bir umudum olmaz.’’

 

Önceden Wang Lin ruhunun tüm gücünü kullandığında Xu Liguo böyle hissediyordu. Lakin şimdi Wang Lin hiç güç kullanmazken bile böyle hissediyordu. Bu açıkça Wang Lin’in geçen 13 yılda kısıtlama gücünün ne kadar arttığını gösteriyordu.

 

Wang Lin parmağıyla gölü işaret etti. Xu Liguo bu konuda pazarlık yapmak istiyordu, lakin Wang Lin’İn gözlerini gördüğünde, uysalca göle doğru süzüldü; sessizce Wang Lin’e sövüyordu.

 

Xue Liguo içinden küfürler ediyordu, ‘’Sadece bekle, daha fazla ruh yediğimde, birkaç küçük kardeş edineceğim ve kendi gelişimimi biraz arttıracağım. Ardından seninle ölümüne savaşacağım!’’ Dışarı çıktıktan sonra, daha iyi hissediyordu, araştırmasına başlamak için göle daldı.

 

Wang Lin, kıyıda kalırken, Xu Liguo’nun bedeninde bıraktığı ruh parçasını gölü kontrol etmek için kullanıyordu. Gölle alakalı bir sorun olmadığına emin olduktan sonra, pagodaya doğru uçtu.

 

Xu Liguo gölden çıkarken, sessizce birkaç kere daha küfretti, lakin hala Wang Lin’i uysalca takip ediyordu.

 

Pagodanın önünde, Wang Lin girmeden önce Xu Liguo’yu ilk güvenli olduğuna emin olmak için bir kez daha kullandı. Bu pagoda üç katlıydı, ilk katta tamamen boş olan dokuz bölge vardı.

 

Wang Lin anında bu yeri çözmüştü. Burası ikinci denemeyi geçenlerin ödüllerini almak için geldikleri yer olmalıydı. Ancak, yıllar sonra, bütün ödüller alınmıştı. Bu yüzden sadece boş yerler kalmıştı.

 

Wang Lin ikinci kata çıktıktan sonra, tahminin doğru olduğuna emin olmuştu. Burada kuzey, doğu, güney ve batı olarak dört boş yer vardı.

 

Üçüncü katta, Wang Lin bir tane daha boş yer ve buranın çıkışı olan girdabı görmüştü.

 

Wang Lin hayal kırıklığına uğramamış ve bir süre düşünmüştü. Geri dönüşü olmayan yolda gizemli adamın bıraktığı mesaj aklına gelmişti. İkinci denemede bir mesaj bırakmamış olsa da, ondan önce yeşim parçasını alan üç kişiden birinin o olduğunu hissediyordu.

 

Bir anlık sessizlikten sonra, Wang Lin pagodanın üç katını da araştırdı. İkinci katta boş yerlerin yanında tanıdık bir mesaj görmüştü.

 

‘’Hazine pagodasını gördükten sonra, buranın güzel görünmesi dışında, bir hayal kırıklığı olduğunu hissettim.’’

 

Bu açıklama aşırı kibirliydi. Wang Lin bir an düşündü ve üçüncü kata doğru ilerledi. Üçüncü kata geldiğinde, hemen girdaba girmemişti. Wang Lin oturdu ve ruhsal enerjisini en iyi haline gelene kadar yeniledi, ardından boyutsal çantasını düzenledi. Sonra, Xu Liguo’yu salıp girdabı işaret etmeden önce, derin bir nefes aldı.

 

Xu Liguo hüzünlü bir ifade takınmıştı. Sessizce defalarca kez küfretmişti, ancak yine de girdaba girdi, ne var ki, girdaba dokunduğu anda, bedeni dumana dönüşürken bir çığlık attı. Yüzündeki korkmuş bakışla hızlıca geri çekildi.

 

Wang Lin küçük bir hayvan çıkardı ve girdaba doğru fırlattı. Bu sefer, hayvan bir engel olmadan geçti ve içine girmeye başladı. Lakin tam o anda, küçük hayvanla Wang Lin arasındaki bağlantı aniden kopmuştu.

 

Wang Lin’in ifadesi kötüleşti. Bir süre düşündükten sonra, bu girdabın Altı Arzunun Şeytan Lordu gibilerin durmalarına ve panik içinde kaçmalarına neden olan şey olduğunu düşündü: üçüncü bariyer.

 

 

Duanmu’nun daha önce söylediğine göre, bu üçüncü bariyeri geçmek için ünlü bir ölüm laneti tekniği gerekiyordu. Çok fazla şey anlatmamış olsa da, Wang Lin az bir şey biliyordu.

 

Bu denemeden sonra, Xu Liguo’nun girdaba giremeyeceğini keşfetmişti. Yaklaştığı anda, ruhu zarar görmüştü. Küçük hayvansa girdiği anda kaybolmuş ve aralarındaki bağlantı kesilmişti.

 

Bunu gözlemleyerek, Wang Lin üçüncü denemenin çok tehlikeli olduğu sonucuna varmıştı. Bunu bir süre düşündü ve sonunda girdabın yanına geldi. Yavaşça elini girdaba doğru uzattı.

 

Soğuk bir hissiyat elinden bedenine geçiyordu, ancak, Şeytan Xu Liguo’nun karşılaştığı gibi bir tehlikeyle karşılaşmamıştı. İkinci kez düşünmeden, Wang Lin içine adım attı.

 

Wang Lin girdaptan çıktığında, anında donmuştu. Bilinç denizi büyük gelgit dalgalarıyla karışmış ve parlak yıldırım ışıldamıştı. İlk defa Wang Lin’in kontrolü altında olmadan, gözleri alevlenmişti.

 

‘’Bu….bu Nirvana!’’ Wang Lin kendi kendine düşündü.

 

//Budizme göre insanın aşırı istek ve tutkularından kurtularak eriştiği salt mutluluk durumu.

 

Önünde etrafında süzülen birkaç garip şekilli kayayla birlikte uçsuz bucaksız bir hiçlik bölgesi uzanıyordu. Aynı zamanda, ruhu durmaksızın dalgalanıyordu.

 

Wang Lin soğuk bir kahkaha attı. Birisi onun ilk denemeyi şansı sayesinde, ikinci denemeyi azmi sayesinde geçtiğini söyleyebilirdi, ardından bu üçüncü deneme için….Wang Lin çoktan bu üçüncü denemeyi uğraşmadan geçebileceği sonucuna varmıştı.

 

Boyutsal çantasına vurdu. Xu Liguo ve ikinci şeytan anında dışarı çıkmıştı. İki şeytan aptal aptal çevrelerine bakıyorlardı. Yavaşça hislerini geri kazanmışlar ve gözlerindeki şaşkınlık yerini mest olmuş bakışlara bırakmıştı.

 

Burada, iki şeytan tıpkı sudaki balıklar gibiydi. Oldukça rahat bir hissiyatla çevrelenmişlerdi.

 

İki şeytanı saldıktan sonra, Wang Lin bölgeyi inceledi ve aniden sağ eliyle boş uzayı kavradı. Ani bir haykırış yankılanmış ve o noktada bir duman dalgası belirmişti. Duman iki boynuzlu bir yaratık illüzyonu oluşturdu. Bu bir avare ruhtu.

 

Hiçliğin içinde saklanarak, Wang Lin’e saldırmayı umuyordu, ancak, Wang Lin’in onu hiçlikten çekeceğini beklememişti.

 

Ruh anında paniklemeye başlamıştı. Ji İlahi Alemi dışarı çıkıp bir ağız oluşturarak avare ruhu yutarken Wang Lin bir bakış bile atmamıştı.

 

Genç adam gözlerini kapattı. Uzun süredir bir avare ruhun tadını almıyordu. Bu tat, oldukça güzel hissettiriyordu. Ruhunun güçlendiğini açıkça hissedebiliyordu.

 

‘’Avare ruhlar ruhu beslemek için gerçekten en iyi katkılar. Sadece buradaki bu avare ruh için, bu denemede geçirdiğim zamana değer.’’ Wang Lin ileri atılırken söylendi.

 

Wang Lin’in ruhu yuttuğu sahne Xu Liguo ve ikinci şeytanı büyük ölçüde korkutmuştu. İkisi de şeytan olduklarından, özellikle de Xu Liguo, birçok ruh yemişti. Xu Liguo’nun ağzı sulanıyordu, ve Wang Lin’in ruhu önünde yediğini gördükten sonra, tıpkı birisi yemeğini çalmış gibi hissetmişti.

 

Ancak, Xu Liguo Wang Lin’in çektiği ruhun kendisine çok benzer olduğunu hissediyordu. Hatta kendisinin atasıymış gibi hissediyordu. Oldukça sıcak bir his belirmişti içinde. Wang Lin avare ruhu tutarken, bu iblisin küçük bir kardeş daha yapmak üzere olduğunu düşünmüş ve öne çıkıp küçük kardeşini selamlamaya hazırlanmıştı.

 

Ne yazık ki, Wang Lin’in ruhu yediğini görürken hissettiği yakınlık korkuya dönüşmüştü. Her zaman bu şeytani iblisle ölümüne savaşacağını biliyordu, lakin şimdi bu iblisin ruhları yutamadığını değil, kendisini bile yutabileceğini fark etmişti.

 

Sonuç olarak, Xu Liguo çok korkmuştu.

 

Yutmadan önce avare ruhun attığı çığlık ve Wang Lin’in yüzündeki mest olmuş ifade Xu Liguo’nun ruhunun dalgalanmasına neden olmuştu. Bu şeytani iblisle pazarlık etmeye alıştığını hatırladığında, bedeni korkuyla titredi.

 

Geçmişte, Wang Lin’in onu cezalandırmak için güçlü eşyaları kullanmasının onun için en kötü şey olduğunu hissediyordu, ancak bu canlı canlı yenilmeyle kıyaslanınca hiçbir şeydi…

 

Xu Liguo hemen bu şeytani iblisin etrafında daha fazla sorun çıkarmamaya karar vermişti. Eğer bir gün gerçekten bu iblisi öfkelendirirse, geriye bir iz bırakmadan tek ısırıkta onu yutabilirdi.

 

İkinci şeytana gelirsek, Xu Liguo’yu uzun zamandır takip eden bir yaratık olsa da, biraz zeka da kazanmıştı. Onun da kaldı korkuyla kaplanmıştı.

 

Sezgileri Xu Liguo’dan daha güçlüydü. Wang Lin onlar gibi bir ruh yutabilme yeteneğini sergilediğinde, Wang Lin’i tıpkı bir kral gibi düşünmeye başlamıştı.








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44353 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr