Bölüm 3: Yol Nazik Olmaz…

avatar
509 0

The Zombie Knight Saga - Bölüm 3: Yol Nazik Olmaz…



Bölüm 3: Yol Nazik Olmaz…

Çevirmen: Lucius

 

Eve gizlice geri girmek zahmetliydi. Tabii ki ön kapıdan giremezdi, bunun ebeveynlerini uyandıracağından emindi. Bu yüzden bunun yerine yatak odasının penceresine kadar duvarı tırmandı. Açık bir şekilde tırmanılmaya uygun olmayan bir duvardı. Kaç kez düştüğünü sayamadı. Garovel sonunda bedenini tekrar güçlendirmeye karar verdi, böylece Hector odasına geri döndü ve yatağına yattı.

 

Ancak çok geçmeden alarm çaldı.

 

‘Upss, üzgünüm. Kalkma zamanı.’

 

Yastıktan homurdandı. “Ah, sadece… sadece siktir git. Cidden… Yaksan dahi şuan yataktan ayrılmam…”

 

Garovel kafasına hafifçe dokundu. ‘Sorun değil, uykuna sonra devam edersin.’

 

Göz kapaklarının gerilediğini hissetti, üzerindeki ağırlık tamamen kalkmıştı. Yorgunluğunun yok olduğunu fark etti, ve oturdu. Garovel’e baktı. “Neden bunu daha önceden yapmadın?” Tüm bedenindeki kaslardan yer alan acı verici ağrıdan dolayı yüzünü buruşturdu. “Ayrıca, neden bu ağrılar hakkında da bir şey yapmıyorsun?”

 

‘Üzgünüm, fakat onların gerçekten kendiliğinden geçmesi gerekiyor. Sana acıların olacağını söylemiştim, değil mi?’

 

Yavaşça doğruldu ve bunun her anından pişman oldu. “Ahh, acıyor…”

 

‘Acıyı ve yorgunluğu geciktirmeye devam etmem kötü olur. Sonradan daha güçlü şekilde geri gelecekler.’

 

“Devamlı… ah… geciktiremez misin sadece?”

 

Ç.N: Haha Hector da ne komik bir arkadaş. Azrail diriltiyor adamı ve hatta uyandırıyor bir hizmetçi gibi buna rağmen siktiri çekiyor :D

 

‘Aynen, sonra bir gün ben unuturum. Veya uzun bir süre ayrı kalırız, o zaman ne olur sence? Seni gerçekten delirtecek muazzam bir acı deneyimlersin.’

 

İç çekti. “Peki, tamam…”

 

‘Sabahleyin çok asabisin.’

 

Hector gözlerini kırpıştırdı ve kızardı. “Ah—özür dilerim. Ben, ah, kaba dav-davranmak istemedim…”

 

Garovel memnun göründü. ‘Sorun değil. Bu kadar endişelenmene gerek yok.’

 

Okul için hazırlandı ve ayrıldı, çoktan ayrılmış olan ebeveynlerine veda etmesine gerek yoktu. Otobüs tam da kaldırıma yaklaşırken durağa ulaştı. Garovel sabit bir şekilde yanında süzülüyordu, hatta Hector’un penceresinin tam yanında otobüse ayak uyduruyordu. Kimse yanına oturmamıştı.

 

Calman Lisesi herkesin diline düşmüş sıkış sıkış bir okuldu. Kalabalık bir ana caddede duruyordu, etrafındaki binalara kıyasla yedi katı soluk kalıyordu, ve mülk herhangi bir alan veya bir tesisi barındıracak kadar büyük olmadığından, okulun tüm beden eğitim dersleri ve spor takımları kiralanan binalara gönderilmek zorundaydı. Öğrenci sayısıyla baş edebilmek için sekizinci kat çıkılıyordu, ancak bu yetersiz rahatlama meyve vermekten hala aylarca uzaktı.

 

Hector sabahki matematik dersine vardı ve sınıfın arka köşesindeki yerine oturdu, iki yanında boynuna soluyan bir çift beden yerine iki duvar olduğu için minnettardı.

 

Bazen garip geliyordu. Etrafında çok fazla insan olmasına rağmen yalnız hissediyordu, fakat üzerinde düşündükçe bunun sorun olduğuna daha çok ikna oldu. Acaba kalabalıkta da yalnız hisseden başkaları da var mı merak etti. Ve şimdi, ölümsüz olarak ve Garovel’in öğrencilerin arasında dünyadaki dokunulmaz olan en korkutucu bir öğretmen gibi süzüldüğünü görüyordu, Hector aynı zamanda herkesin birbirini tanıdığı okulun hayatını değiştirip değiştirmediğini merak etti. Ya da ölümünü.

 

Garovel onun ilk dersleri boyunca etrafta takıldı, sınıftaki kimsenin ölmeyeceği hakkında geçici bir görüşe sahip oldu ve hocanın dersinde de bir hata bulmadı. Doğrusu, Hector eşlik edilmekten hoşnuttu, tuhaf olsa da, fakat azrailin neden burada durduğundan tam olarak emin değildi. Herhalde, Garovel’in Eloan kıtasının tropikal bölgeleri hakkında ikinci sınıf bir dersi izlemekten daha iyi işleri vardı. Hector bunu sormaktan kaçındı, bunun Garovel’den ayrılmasını istemekle aynı şey olacağını düşündü.

 

Ancak öğretmenin dersi modern dünyada sivil huzursuzluk ve vahşet olan güncel olaylardan birine dönüşünce, Hector’un kafasında daha ciddi bir soru belirdi; ve öğle yemeği molasında, Garovel’e sormaya karar verdi.

 

‘Bilmek istediğim başka bir şey var,’ Hector düşündü, yemekhanenin köşesinde kendi kendine konuşan deli bir çocuk gibi görünmek istemedi.

 

‘Buyur?’

 

‘Ah… neden daha önemli bir yerde değilsin?’

 

Garovel kemikli kaşlarını çattı. ‘Af buyur?’

 

‘Hayır, demek istediğim, ah… neden burada Brighton’da insanlara yardım etmeye çalışıyorsun? Yani, dünyada o kadar korkunç şeyler oluyor, yardıma ihtiyacı olan başka yerler yok mu…? Ah… cinayetleri engellemenin önemli bir şey olmadığını düşünmediğimden felan değil, ama, ah… biliyorsun ki güneydoğuda savaşta olan birçok ülke var…’

 

‘Evet, biliyorum. Korgum-Dozer çatışması, kuzeydeki Kavian iç savaşı Ve de batıdaki Jesbol ve Horsht. Tamamen farkındayım.’ 

 

‘O zaman neden buradasın?’

 

‘Belki de tüm dünyadaki tek ölüm meleği olduğumu düşünüyorsundur.’

 

Hector gözlerini kırptı.

 

‘Açıklığa kavuşsun, tek ben değilim. Ben sadece yüz binlerden biriyim. Ve çoğumuzun yardımcı almadığı doğruyken, yapanlar azımsanmayacak miktarda.’

 

‘Yani… diğer ölüm meleklerinin savaş mağduru bölgeleri kapladığını mı söylüyorsun? Çünkü bu pek.’

 

Garovel kafasını salladı. ‘Hayır, hayır. Maalesef, durumlar bundan çok daha karışık.’ Masanın kenarına süzüldü. ‘Yanına yardımcı almaya karar verenler ve kendini dünyaya dahil edenler… yani, her zaman birbirimizle anlaşamıyoruz.’

 

‘Oh, demek istediğin… ah…’

 

‘Evet. Özellikle savaş alanlarında yaygın. Bazılarımız bir ordunun tarafındayken, bazıları da karşı tarafta. Ya da kendi tarafını oluşturmaya çalışanlar var, belki çapraz ateşteki insanları korumaya çalışıyorlar, belki de… yapmıyorlar.’

 

Hector sandalyeden ayağa kalktı. ‘Bekle… diyorsun ki… bazılarınız aslında işlerin daha kötü olması için mi uğraşıyor?’

 

Garovel başını salladı. ‘Bakış açına göre değişir, ancak… evet.’

 

‘Fakat… neden? Ben…’

 

‘Söylediğim gibi, her zaman birbirimizle anlaşamıyoruz. Daha temel hususlarda da aynı. Her şeyden önce insanlarının hayatlarının korunmaya değer olup olmadığı gibi.’

 

‘Bu… bu kulağa korkunç geliyor…’

 

'Anlıyor musun? Bir savaş alanına girersek, kesinlikle diğer ölüm melekleri ve yardımcılarıyla karşılaşırız. Ve dürüstçe söylemek gerekirse, buna hazır olmaktan çok uzaksın. Onların yardımcıları seni ezer geçerler.’

 

‘Fakat öldürülemez değil miyim?’

 

‘Öylesin, fakat ben değilim. Ve sen beni koruyabilecek duruma gelene kadar dikkatlerden kaçınacağız. Bir ölüm meleği olabilirim, fakat ölme arzum yok.’

 

‘T-tamam…’

 

‘Fakat özellikle Brighton’ı seçmemin bir sebebi var,’ dedi Garovel hafifçe tereddüt ederek. ‘Bu şehirde… rahatsız edici bir şeyler var.’

 

‘Rahatsız edici mi? Ne demek istiyorsun?’

 

Garovel gergin bir ifade takındı. ‘Emin değilim. Bu şehirde daha önce hiç hissetmemiş olduğum bir varlık var. Ve kendini gizliyor. Zamanla onu dışarı çıkartabiliriz sanırım.’

 

‘Oh… Hmm.’

 

‘Başka bir sorun var mı? Çekinmeden istediğin gibi sorabilirsin.’

 

Hector elmadan bir ısırık aldı. Çiğnemenin tahmin ettiğinden daha fazla kas kullandığını fark etti, ve boynunun ve yüzünün isyan içinde ağrıdığını hissetti. ‘Aslında bir şey var. Geçen geceki kadın… sen… yani… ölmesine izin verecek miydin…? Katili yakalamak için yani. Ben karışmasaydım, sen y—‘

 

‘Bekle, bekle, dur bi. Plan, polisin onu işkencenin ortasında yakalamasıydı, cesediyle değil. Onu öldürmeye kalkmasının sebebi senin kapıyı vurarak onunla konuşman. Yoksa, kadına tüm gece işkence edecekti, bu da polise ulaşması için yeterince zaman verirdi.'

 

“Ah… tamam… Yani… ben… ben sadece işleri batırdım o zaman…’

 

“Hayır, iyiydin Hector. Aslında, müdahalen bunun bir rehin durumuna dönüşmemesini sağladı.’ Garovel bir an ona baktı. ‘Asla hata yapma, gittiğimiz yer risklerle dolu bir alan. Fikrimiz akıllı olup çoktan korkunç olan durumlardan en iyi şekilde yararlanmak. Bazen seçecek iyi bir seçenek olmayabilir, sadece dayanmak zorunda kalacağız. Neyse ki şu an oldukça dayanıklısın.’

 

 Bir bardak chili yemeği hızla Hector’un kafasının yanıdan geçti, ve birden birkaç masa uzakta bir yemek savaşının çıktığını fark etti. Yarısı yenmiş sosisli kucağına düştü ve ketçap tişörtünün her tarafına geldi.

 

Siktir!” kalabalıktan bir ses geldi. “Bunun için üzgünüm dostum!” Ses, Micah olarak bildiği genç bir adama aitti, özür diler gibi gülümsüyordu. Micah yüzüne bir yığın patates püresi yedi.

 

‘Bu eğlenceli görünüyor.’ Dedi Garovel. ‘Oldukça müsrifçe, fakat eğlenceli.’

 

Hector ayağa kalkmak için uzandı ve iniltisini bastırmak zorunda kaldı. Hareket etmediğinde, o anda vücudundaki bütün kasların ondan nefret ettiğini neredeyse unutabilirdi. Çeşni masasındaki peçeteliğe doğru ilerledi, fakat biri ona çarptı. Döndü, muhtemelen özür dilemek için, fakat durdu.

 

Hector onun kim olduğunu gördüğünde, gözlerini başka tarafa çevirdi ve kendi özür diledi. “Özür dilerim, Davia.

 

Kız ona baktı, sanki kör bir duvara hitap ediyordu. “Neden özür diliyorsun?” dedi. “Ben sana çarptım, değil mi?

 

Hector cevap vermeyi denemedi.

 

Bir dahaki sefere gittiğim yere bakarım.” kız söyledi. “Bu yüzden beni ispiyonlama, Hector.” Onu yalnız bıraktı.

 

‘Bu da neydi böyle?’ Garovel sordu, süzülerek yaklaştı. ‘Bir kızla konuşamıyorsun bile? Bir seri katili kolayca enselettiğini hatırlıyorsun, değil mi? Bu kendine saygın hakkında bir şeyleri değiştirmedi mi?'

 

‘Hayır, onunla alakalı bir şey değil. O… Yani… Ben… Çünkü o ahşap içşilik kulübünde ve…  Ben…’

 

‘Hmm? Onunla bir geçmişin mi var?’

 

Hector kaşlarını azraile devirdi. ‘Sen… zaten bilmiyor musun?’

 

Garovel yalnızca kafasını salladı.

 

‘Hakkımdaki her şeyi bildiğini sanıyordum…'

 

‘Ara ara, yedi ay boyunca seni izledim biraz. Tüm hayat öykünü bilmiyorum.’

 

‘D-doğru…’ Hector gömleğindeki lekeyle oyalandı. Kırmızı çizgi, geçen gece çöpe attığı kanlı gömleğini hatırlattı.

 

‘Ee? O zaman o kız senin için ne ifade ediyor?’

 

Gittiği yöne baktı ve bir grup öğrenciyle beraber yemek yediğini gördü. ‘Neredeyse bu grubun bir parçasıydım,’ konuştu. ‘Biz… neredeyse arkadaştık, sanırım…’

 

Garovel bir lakros oyuncusunun içinden geçerken, onu masasına doğru takip etti. ‘Sanırım işler pek iyi sonuçlanmadı.’

 

Hector cevap vermedi.

 

‘Bana ne olduğunu anlat.’

 

İç çekti ve çatalını tuttu. ‘Neden?’

 

‘Daha önce ne söylediğimi hatırlıyor musun? Sen bana yardım edeceksin, ben de sana yardım edeceğim.’

 

‘Teşekkürler, ancak… yardım edecek bir şey yok…’

 

‘Yine de, senin hakkında daha fazla şey bilmek istiyorum.’

 

Minnettarlık hissi bir fırtına gibi içinden geçti ve Hector sanki yemeği çok büyüleyiciymiş gibi başını aşağı indirdi. Akıl almaz şekilde bir anlığına gerçekten ağlayabileceğini düşündü, bu da yalnızca utançtan kızarmasını sağladı. Bu kelimelerin kendisi için ne kadar çok şey ifade ettiğini Garovel’e söyleyebilmeyi diledi, fakat yapamadı. Onu neyin durdurduğunu bilmiyor, bundan nefret ediyordu, fakat yapamıyordu.

 

Nihayetinde Garovel pes etti. ‘Peki, öyle olsun bakalım.’

 

Hector sonunda yüzündeki kızarıklığın gitmiş olmasını umarak kafasını tekrar kaldırdığında, yemek savaşının sonuçlarını gördü. Birkaç öğrenci öğretmenlerin ve görevlilerin gözetimi altında pisliği temizliyordu. Zil çalsa bile temizliğe devam etmek zorundalardı.

 

‘Sen sınıftayken birkaç şeyi kontrol etmeye gideceğim.’ dedi Garovel. ‘Okuldan sonra seninle tekrar buluşurum, yeni bir görev imkan dahilinde, bu yüzden hazır ol.’

 

Hector biraz paniklediğini hissetti. ‘Ah—um… nereye gidiyorsun?’

 

‘Diğer yerlerin yanında polise. Bir sorun olmadığından emin olmak için seri katilimizin durumunu takip etmek istiyorum.’

 

‘Şey… lütfen… şey…’

 

‘Hmm?’

 

‘Lütfen… beni yalnız bırakma…’

 

Garovel son derece dişlek bir gülümsemeyle durdu. Tırpanının arkasıyla Hector’un kafasına dokundu. ‘Unuttun mu? Kafanda benimle konuştuğunda, nerede olursam olayım seni duyacağım. Bu yüzden böyle somurtma. Anladın mı? Asla yalnız değilsin, Hector. Artık değil.’

 

Kararsızca başını salladı.

 

‘Yani, yalnız olmak istemiyorsan. O zaman sadece beni düşünme yeter.’

 

‘Doğru…’

 

Garovel’in duvardaki sert mavi-beyaz kiremitlerin içinden kayboluşunu izlerken sıradaki birkaç öğrenci yanından geçti. Bir nefes aldı ve tarih sınıfına doğru ilerledi.

 

Yerine oturup, Krallığın yakın tarihi hakkında rapor vermeye çalışan ürkek Jeremy Voller’ı izlerken, Hector neden okula gelmekle uğraştığını merak etti. Eğitmenin, Jeremy’nin her gereksiz kelimesiyle daha da sabırsızlaştığını görebiliyordu. Bay Cormac öğrencilerin onu sevmesine neden olan samimiyetiyle ünlüydü ve Hector tüm öğretmenleri tabiatı gereği korkunç bulmasa o da bu gruba dahil olabilirdi. 

 

“Teşekkür ederim, Jeremy. Bu oldukça bilgilendirici ve uzundu. Artık yerine oturabilirsin.”

 

Jeremy yerine oturdu.

 

Bay Cormac ayağa kalktı ve sınıfa seslendi. “Güzel. Siz köpeklerden şimdi kim bizi tarihi görüşleriyle sıkmak ister? Hector Goffe, ne dersin?”

 

Hector şiddetle başını salladı ve masanın içine olabildiğince küçülmeye çalıştı.

 

“Ah hadi ama. Ödevi yaptın, değil mi?”

 

Tabii ki yapmamıştı. Bugünki derste ölü olmayı planlamıştı. Hatta, ödevlerinin hiçbirini yapmamak kendini öldürmesinde büyük motivasyon sağlamıştı Ve şimdi bunu düşündüğünde, derslerden birini bile geçebileceğinden emin değildi. Bunu umursamalı mıydı, ondan da emin değildi.

 

Eğitmen Hector’un sessizliğini daha fazla bekleyemedi ve devam etti.

 

Hector sadece günün bitmesini bekliyordu. Bir süre sonra azraili yoklamaya karar verdi. ‘Aa… Garovel?’

 

‘Evet?’

 

Hafifçe gülümsedi. ‘Bir şeyler… öğrenebildin mi?’

 

‘Dava oldukça iyi ilerliyor gibi görünüyor. Aslında beklediğimden daha iyi. Sadece kurtardığın kadına cinayete teşebbüsten yakalayabilirler diye düşünüyordum, ancak dairesinde katilin işlediği daha önceki cinayetleri de kapsayan kanıtlar bulmuşlar.’

 

‘Bu iyi.’

 

‘Evet. Ancak görünüşe göre adamın gırtlağını ezmişsin.’

 

‘Siktir… ben… Ölmedi değil mi? Ben istemeden.’ 

 

‘Hayır, hayatta. Bir şekilde. Sana bu güç seviyesini daha iyi anlaman için biraz zaman vermeliydim.’

 

‘Eğer öyle yapmış olsaydın, o zaman… zamanında varamayabilirdik…’

 

‘İyi bir noktaya değindin. Bu arada, kadının durumu iyi… Bekle bir dakika.’

 

Hector sanki bir yardımı dokunacakmış gibi etrafı kolaçan etti. ‘Garovel?’

 

‘Ahh.’

 

‘Sorun ne?’ 

 

‘Polislerden biri. Adamın etrafında ölüm aurası görüyorum.’

 

 

 

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44355 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr