Bölüm 4: Çelik Yüreğe Cesaret Ver…

avatar
470 0

The Zombie Knight Saga - Bölüm 4: Çelik Yüreğe Cesaret Ver…



Bölüm 4: Çelik Yüreğe Cesaret Ver…

Çevirmen: Lucius

 

Hector masada döndü. ‘Ah… tamam… Şimdi ne yapayım?’

 

‘Hmm.’

 

‘Garovel?’

 

‘Düşünüyorum. Tamamen sağlıklı görünüyor, yani muhtemelen hastalık değil. Etrafında aurayı görebiliyorum. İsmi memur Mallory. Fakat tehlike hemen gerçekleşecek gibi durmuyor. Neticede adam bir karakolun merkezinde. Doğal tehditin o binadan ayrılana kadar gözükmeyeceğini düşünüyorum.’

 

‘Hemen şimdi karakola gelmemi mi istiyorsun?’

 

‘Görünüşe göre vardiyası birkaç saat daha devam edecek. Zamanın var. Okuldan sonra buraya gel.’

 

‘Emin misin…? Yani, bir adamın hayatı söz konusu… ve ben okuldan kaçmayı gerçekten sorun etmem…’

 

‘Durum değişirse seni bilgilendiririm. Bu arada, sen de kimliğini gizlemek için bir şeyler düşünmelisin. Bu adam için kurşun yemek zorunda kalırsan,onu çıkarırken yüzünü görmemesi en iyisi olur.’

 

‘T-tamam, ama… Benim öyle bir maske… gibi bir şeyim yok…’

 

‘Bir yolunu bul. Gerekirse yolunun üstündeki bir dükkandan ödünç al.’

 

‘Bunun ödünç almak olduğunu sanmıyorum…’

 

‘Zamanında bir maske bulamazsan, o zaman. Yani. Risk almak zorunda kalacaksın. Şüphesiz, kimliğini gizlemek birinin hayatından daha önemli değil.’

 

Hector bir an durdu ve sessizce iç çekti. ‘Ben… sanırım nereden ödünç alabileceğimi biliyorum…’

 

‘Harika.’

 

‘Ah, ancak gerçekten tuhaf gözükebilir…’

 

‘Ah. Peki. Unut gitsin. Seni tuhaf gösteremeyiz.’

 

‘Kaba olmak zorunda değilsin…’

 

‘Senin iyiliğin için, Hector. Senin iyiliğin için.’

 

Son zilden birkaç dakika önce, dersten çıktı. Erken çıktığı için eğitmenin bağırışını duyabiliyordu ancak görmezden gelip zemin kata doğru ilerledi. Kulüp üyeleri gelmeden ahşap işçilik kulübüne girebilmeyi umuyordu. Köşeyi döndü, görünmez olmaya çalıştı, şaşırtıcı bir şekilde bu kadar öğrencinin arasında kolaydı ve daha kimsenin almak için gelmediği çekmecedeki kaynak maskesini gördü, kendini topladı ve almak için uzandı. Onu tuttu, başka biri de aynı şekilde.

 

“Hey, ne ol--? Bırak, Hector?”

 

Hector korktu, bu kişinin ahşap işçilik kulübünün haznedarı ve kaçınmaya çalıştığı insanlardan biri olan Lance Alexander olduğunu fark etti.

 

“Burada ne arıyorsun Hector? Sakın bana kulübe tekrar katılmak istediğini söyleme.”

 

“Hayır,” dedi ve maskeyi Lance’den çekti. “Benim sadece… bunu bir süreliğine ödünç almam gerekiyor.”

 

“Kimsenin ekipmanları sınıftan çıkarmaya izni yok.”

 

“Geri getireceğim.”

 

“Sorun bu değil.” Lance, Hector’dan büyüktü, çoğu insandan büyüktü, ve küçük bir gözdağı da sayılmazdı, fakat o anda, Hector’un Lance’ın diyeceklerini iplememesi için dünya kadar sebebi vardı.

 

“Şikayet et beni o zaman.” Lance’ın cevap vermesini beklemeden kaçtı.

 

Hector, Lance’ın kötü biri olmadığını biliyordu. Lance’ın sadece kuralları uyguladığını ve bunun ona muhtemelen bir iki hafta disiplin kazandıracağını biliyordu, fakat başka bir yol göremiyordu. Belki de tiyatro kulübünde Hector’un ödünç alabileceği maskeler vardı, ancak kulübün nerede olduğunu bilmiyordu ve okulun konferans salonu bile olmadığı göz önüne alındığında, ulaşılması kolay bir yer olmadığını düşündü.

 

Kaynak maskesini çantasına koydu ve kampüsten yürüyerek ayrıldı. Garovel’den adresi aldı ve bunun kısa sürmeyeceğini fark etti; ancak zamanında ulaştı ve sokağın köşesinde azrail onunla buluştu.

 

Hector bir banka oturdu. ‘Ee, ah… bir şeyler öğrenebildin mi?’

 

‘Buradaki hiçbir ortağı veya memur arkadaşlarıyla anlaşamıyor. Herkes onun pislik biri olduğunu düşünüyor gibi görünüyor.’

 

‘Öyle mi?’

 

‘Belki. Onu sadece bu öğleden beri tanıyorum.’

 

‘Sanırım pek bir şey fark etmiyor…’ 

 

‘Bir kızı varmış. Onun aksine, kız esmer ve gözlük takıyor. Çok genç duruyor, gerçi masadaki fotoğraf biraz eski olabilir. Annesi hakkında bir bilgi bulamadım daha.’

 

Ç.N: burayı anlamadım ratelnim hani esmerse esmer ne alaka?

 

‘Vay… bayağı dikkatlisin…’

 

‘Çok kolay etkileniyorsun. Devam edecek başka bir şey kalmadı. Mallory şu anda aktif bir davaya sahipmiş gibi gözükmüyor. Onu sadece kağıt işleri yaparken gördüm, fakat birkaç gün içinde mahkemeye çıkacağını fark ettim.’

 

‘Neden?’

 

‘Emin değilim, fakat mahkemeye çıkan çok fazla polis yok. Ciddi bir şeyle yargılanıyor olsaydı, işe gelebileceğinden şüpheliyim.’

 

‘Yani… birileri onu ifade vermeden önce öldürmek mi istiyor?’

 

‘Öyle görünüyor. Fakat öte yandan, duruşma tarihinden önce birini öldürmek öyle kolayca örtbas edilemez. Eğer haklıysam, o kişi ya çok aptal ya da…’

 

‘Çok mantıklı.’

 

‘Evet.’ Garovel, Hector’a baktı ve sırıttı. ‘Hehe.’

 

‘Neye gülüyorsun?’

 

‘Biliyor musun, kendini öldüren bir aptala göre düşündüğümden daha akıllısın.’

 

Hector’un yüzü ekşidi. ‘Siktir git, İskeletor.’

 

Garovel sadece güldü. ‘Bu arada, ağrıların nasıl?’

 

Biraz sızlandı. ‘İnanılmaz derecede acı verici… fakat… alışmaya başladım… sanırım.’

 

‘Muhtemelen Bugünden sonra çok daha kötü olacak.’

 

“Off…”

 

İkisi de bir polis aracının karakolun garajından çıktığını gördü, üniformalı bir memur şoför koltuğunda oturuyordu.

 

‘İşte orada,’ dedi Garovel, Hector’un omzunu çekerek. ‘Hazırlan. Onu takip edeceğim ve sana adresi vereceğim. Sana söylediğimde, olabildiğince hızla koş.’

 

Hector içinden bir kuvvetin patladığını hissetti. Ağrı yok oldu ve derince bir nefes aldı. “Vay…!” Kaslarının titrediğini, kanının hızla aktığını hissetti ve o kadar fazla enerji çıkıyordu ki eğer dışarı atmazsa delirebileceğini düşündü.

 

‘İhtiyacın olmayabilir, ancak ne olur ne olmaz maskeyi tak. Ve kimseyle karşılaşmadığından emin ol. Bu bizi yakalamandan daha önemli.’

 

Maskeyi yüzüne geçirdi. Hiç görülmemek için küçük siyah vizoru önüne çekmek zorunda kaldı. Dikdörtgen cam parçası birkaç çizik taşıyordu, ancak görüşünü engellemek için yeterli değildi.

 

Polis uzaklaşıyordu. Garovel de onu takip etti ve Hector bekledi. Onlar görüşünden tamamen çıktıklarında Hector beklemeyi sürdürdü. Orada maskeyle durup beklenti içinde titrerken, yoldan geçenler rahatsız edici bakışlar atıyordu.

 

‘Beş blok düz ilerle sonra sağa dön. Ulaştığında söyle.’

 

Hector ileriye doğru fırladı. Bacakları kaldırımın üstünde beklediğinden daha fazla güçle dolmuştu, ancak bunun onun sınırı olmadığını söyleyebilirdi. Daha fazla ivme kazanarak yayaların arasından genişçe ilerliyordu, fakat geçen araçlarla dolu bir kavşak gördüğünde, zamanında duramayacağının farkına vardı. Bu yüzden denemedi. Trafiğe daldı. Beyaz bir kasaba arabası, o üstünden atlayıp kaldırımda koşmaya devam ederken kornasını bangır bangır çaldı.

 

Koşmak çok kolaydı, hiçbir çaba gerektirmiyordu, sanki koşmak yürümekten çok daha doğaldı. Birileri önündeki mağazadan dışarı çıktı, ceketlerinin yanından sıyrıldı geçti. Kontrolünü sağlamak için biraz yavaşladı ve viraj karşısına çıktığında sağa döndü.’

 

‘Viraja ulaştım,’ Garovel’e söyledi. 

 

‘Otoyoldaki yokuşu görene kadar düz ilerlemeye devam et ve oradan dön.’

 

İnsanlar bulanıklaşmaya başladı, bu yüzden tekrar yavaşladı. Bir kalabalık ilerideki kaldırımı doldurmuştu. Hector kendinin neredeyse arabalarla aynı hızda olduğunu görüyordu, bu yüzden sokağa daldı. Şeritler arasındaki beyaz çizgileri geçip giderken biraz bile nefesinin kesildiğini hissetmiyordu, hız tabelasını ararken maskenin içinden gülmeden edemedi. Üzerinde “40 km/s” yazan bir tane gördü.

 

Ancak otobana girdiğinde arabalar tekrar hızla yanından geçmeye başladı. Bacaklarını zorlayabildiği kadar zorladı, öncekinden çok daha hızlı koştuğuna emindi ancak araçlar hala gürlüyordu, yolun başına takıldı. Sonraki gördüğü tabela “110 KM/S”’ydi.

 

Bununla beraber, Garovel’in talimatlarıyla otoyoldan çıktı, ve kendini nefessiz değil ama ağırca soluklanırken buldu. Kanının hala fazladan havaya ihtiyacı olduğunu fark etti, ancak kasları birazcık bile ağrımıyor, birazcık bile yorgun hissetmiyordu.

 

Çok geçmeden sessiz bir mahalleye ulaştı. Polis arabasının araba yoluna park edilmiş olduğunu görebiliyordu. Azrailin yaklaştığını gördüğünde, yavaşlayarak yürümeye başladı.

 

“Ne kadar hızlı.” Yüzündeki maskeyi çıkarmak için duraksadı. “Tam olarak ne kadar hızlıyım ben böyle?” Orada dururken kendi kalbinin hayatı boyunca attığından çok daha hızlı attığını hissedebiliyordu.

 

Garovel omuz silkti. ‘Vücudun kendini parçalamadan ne kadar hızlı koşabiliyor?’

 

Kafasını kaşıdı, elini çektiğinde ıslaktı. Teri gömleğine sürdü, ancak o da benzer şekilde sırılsıklamdı. Bunun yerine pantolonuna sürdü.

 

‘Memur Mallory şu an evinde. Mesafeni korumalısın.’ O—‘ İkisi de siyah bir kamyonetin evin önüne park edilişini izlerken Garovel duraksadı. İçinden beş adam çıktı. İki kişi önü, üçü de arkayı dolaştı. ‘Maskeni taksan iyi olur.’

 

‘Doğru,’

 

Eve doğru koşarken kapıyı tıkladıklarını gördü.

 

‘İlk önce arkadakileri hallet.’

 

‘Tamam.’

 

Komşunun çitine sızdı ve oradan arka bahçeye atladı. Üçü onu anında fark etti ve duruşlarını ve ellerini sertleştirdiler.

 

“Sen de kimsin lan?” en yakındaki konuştu, kare çeneli ve diğerlerinden daha gençti. “O siktiğim maskesi de ne ayak?”

 

“Uh… B-Ben sizin sızıntılı borularınız olduğunu duydum?”

 

“Hemen buradan defol biz s…”

 

‘Sohbet edecek zamanın yok.’ Garovel onun omzuna dokundu, ve o tanıdık acı bedeni boyunca yayıldı. ‘Git.’

 

Silah çıkarmış olan en gençlerine doğru koştu, fakat Hector o ateş edemeden önce onu ezdi geçti. Adam yerde kaldı. Diğer ikisi ateş etti ve Hector sonraki adama ulaşmadan önce iki tane göğsüne yedi, yüzüne sertçe geçirdi ve silahı uzağa doğru tekmeledi. Sonuncu beş el ateş etti, üçü Hector’u tamamen ıskaladı, adam taşaklarına bir tekme ve alnına bir diz darbesi ile yere yıkıldı.

 

Evin içinden bir silah sesi patladı.

 

Kapıyı tekmeleyerek uçurdu ve Mallory’i mutfak masasının altında, bir eliyle yanını tutarak diğeriyle de servis silahını doldurmaya çalışırken buldu ve doğrudan Hector’a bakıyordu. At kuyruklu bir herif salondaydı, Hector doğrudan ona doğru ilerledi. Bir mermi maskenin içinden geçerek boynunu deldi. Hector adamın silahını aniden çekti ve onla yüzüne geçirdi. Birkaç diş ağzından fırladı ve ahşap zemine çarptı.

 

Silah atışı onu mutfağa geri getirdi. Sonuncusu diğer kapıda yere yığıldı, başına darbe yemiş, tüm kanı zemine dökülüyordu. Memur Mallory derin bir nefes aldı ve Hector’a baktı, şüphesiz bariz soruyu sormak istiyordu, fakat onun yerine telefonunu çıkardı ve bir numara çevirdi. Ayağa kalkmaya çalıştı fakat tezgaha yaslanarak kaydı, neredeyse bir ölü adam kadar kanıyordu.

 

“Beni öldürmeye gelmediğini—gah—varsayacağım,” dedi memur. Telefonu kulağına götürdü. “Evet, bir ambulansa ihtiyacım var.” Adresi verdi ve Hector’a baktı, ekledi, “Ayrıca, burada benden çok daha kötü durumda olan biri var… sanırım.”

 

Konuşmaya çalıştı, ancak gırtlağındaki mermi bunu imkansızlaştırıyordu. Garovel iyileşmeyi başlattı. Yaralarının hiçbiri acımıyordu, fakat Hector bedeninin kasıldığını ve genişlediğini hissedebiliyordu, kırık kemikleri yeniden birleşirken titriyordu, ve mermiler vücudundan dışarı itilip yere düşüyordu.

 

“Sen kimsin?” memur sonunda sordu.

 

‘Ona ne söyleyeceksin?’ dedi Garovel.

 

Hector aniden utanmış yüzünün gizlenmiş olduğuna minnettar oldu ve ona doğal gelen şeyi yapmaya karar verdi. Hiçbir şey söylemedi.

 

“Peki…” Mallory yüzünü ekşiterek duraksadı. “Niye yaptığını bilmesem de yardımların için teşekkürler.”

 

‘Bu adamları kimin gönderdiğini sor.’

 

“K-kim bu adamları seni öldürmesi için gönderdi?”

 

Mallory şaşırdı. “Kaç yaşındasın? Sesin bir çocuğunki gibi.” Hector’un sessizliğinde, konuştu. “Rofal. Joseph Rofal.”

 

“Mahkemede ona k-karşı tanıklık ettiğin için mi?”

 

“Ona karşı değil. Onun küçük adi şerefsiz yeğenine karşı. Ben oradaydım. Onu o çocuğu öldürürken gördüm. On yaşındaydı. Çocuğun kafasına beton bloğu düşürdü. Sonra güldü. Siktiğimin küçük piç kurusu…” Acı dolu bir duruş ile duraksadı ve öksürmeye başladı. Derisi soluklaştı. Ter yüzünü kapladı. “Şimdi o küçük sikik yüzünden ölüyorum? Ben sadece… sadece o aptal pisliği… o aptal pisliği vurmalıydım…” Gözlerindeki kasvetli bakış ne söylediğini unuttuğunu gösteriyordu. Ya da artık umursamadığını.

 

‘Ailesini sor.’

 

“Ailen,” dedi Hector. “Sence… sence onlar da tehlikede olabilir mi?”

 

Mallory orada öyle durdu, ağır ağır nefes alıyor ve boş boş önündeki sarı dolaplara bakıyordu. Uzaktan gelen siren sesleri Hector’a ayrılma vaktinin geldiğini söylüyordu.

 

“Memur Mallory, a-ailen… Ben yardım edebilirim.”

 

‘Bence artık gitmelisin, Hector.’

 

‘Ama bize söylemesi lazım…’

 

‘Seni duyabildiğini sanmıyorum.’

 

Kan, memurun ağzının köşesinden damladı.

 

“Memur Mallory… bir şey söyle. Beni duyabiliyorsan başını salla. Göz kırp bana…”

 

‘Hector…’

 

“O? O öl… Sen-sen anlardın değil mi?”

 

‘Daha ölmedi,’ dedi Garovel. ‘Ancak büyük ihtimal başaramayacak.’

 

“Hiçbir şey… yapamaz mısın? Hiç mi…?”

 

‘Üzgünüm.’

 

Hector gözlerini kapattı ve iç çekti. “Onu kurtarmada başarısız mı oldum…?”

 

‘Biz başaramadık, Hector.’ Siren sesleri odayı dolduracak kadar yüksekti. ‘Ayrıca, eğer şimdi koşmaya başlamazsan, başarısızlıklarımız yalnızca artacak.’

 

Koştu. Arkadan çıktı, arka bahçeden ve çitin üstünden. Caddeden kaçınmak için evlerin arasından ilerledi.

 

‘Gömleğini çıkarmalısın.’

 

Sıvalı bir evin arka köşesinde durdu. Gömleğine baktı, mermi delikleriyle yırtılmış, kanla ıslanmıştı. “Bu…” İç çekti, “Bu bir tür alışkanlık olacak, değil mi...?”

 

‘Muhtemelen.’

 

“A-ama… ah… Ben… mahalle boyunca siyahi bir adamın üstü çıplak koşmasının, ah… iyi karşılanacağından emin değilim…”

 

‘Siyahi bir adamın mahalle boyunca kan içinde koşmasından iyidir. Bir suç mahalliden, ekleyeyim.’

 

“Ama ben… ben bilmiyorum ya… ah…”

 

‘Şu an utanmanın sırası değil, Hector.’

 

“Bunu sanki bir fark yaratacakmış gibi söylüyorsun…”

 

‘Şu siktiğimin gömleğini çıkar!’

  

Çıkardı. Islak kumaşa bakarken, ellerinin titrediğini fark etti. Kolları da, hatta tüm göğsü dahildi buna. Çok belirsizdi, eğer düz durmazsa zor fark edilirdi, ancak oradaydı.

 

‘Ah. Vücudun şoka girdi. Etkileri bastırmaya çalıştım, ama bu beklenen bir şey.’

 

“Ne…? Neden şok içindeyim…?”

 

‘Ciddi misin? Beş el kurşun yedin, Hector. Bir adamın beyninin kafasından çıktığını gördüğünden bahsetmiyorum bile. Ve sonra Mallory de. Geçen gece bıçaklandığında bunun gerçekleşmediğine şaşırdım. Biraz rahatla. Otur. İyi olacaksın.’

 

Siren sesleri durmuştu. Eve ulaşmışlardı. Çimenlerin üstünde bacakları katlanmış şekilde otururken, sadece nefes alıyor ve düşünmeye çalışıyordu. Kaşlarını çattı ve maskeyi de çıkardı. Baş parmağıyla deliğe dokundu. “Neyi yanlış yaptım, Garovel?” fısıldadı. “Onu kurtarabilirdim… değil mi? Batırdım… ama… ahh…”

 

Azrail etrafında süzüldü. ‘Sana daha önce ne söylediğimi hatırlıyor musun? Bazen seçecek iyi bir seçenek olmayacak.’

 

“… Bunun beni rahatlatması mı gerekiyor?”

 

‘Hayır. Öyle değil. Çünkü bizim rahat olmamamız gerekiyor. Rahat olmak bizi kayıtsız ve dikkatsiz yapar.’

 

“O zaman… ne diyorsun?”

 

‘Elimizden geleni yaptığımızı söylüyorum. Biz başarısızlığa depresyon ile karşılık vermeyiz. Daha iyi olarak cevap veririz. Elimizden gelen yeterince iyi olana dek.’

 

Hector çekindi ama ciddi şekilde başını salladı. Başka bir an sonra, sordu, “Şimdi ne yapıyoruz?”

 

‘En azından kıyafetlerini değiştirmen gerekiyor. Eve nasıl gideceğini biliyor musun?’

 

“Şey… aslında hayır. Tamamen kayboldum…”

 

‘O zaman seni eve yönlendireceğim ve izlemeye geri döneceğim. Umuyorum ki anne ve kızın nerede olduğunu bulabilirim. Maskeni kaldır. Yalnızca dikkat çekecek. Biraz soğuk, ancak gömleksiz, normal bir koşucu gibi görünebilirsin.’

 

Maske ve gömleği çantaya attı. Sonra, elinden geldiğince kaldırımlara bağlı kalarak koşmaya başladı.

 

Kafasında sahneyi tekrar tekrar oynattı. Mücadele sırasındaki kararlarını sorguladı. Belki de ilk başta üç adamı indirmek bir hataydı. Belki de silah sesleri öndeki iki kişiyi uyardı ve Mallory’e daha erken ateş etmelerini sağladı. Fakat ilk olarak öndeki ikiliyi halletmeye gitseydi, Mallory üç bir kalacaktı. Ve hatta bir şekilde onlardan önce Mallory’e ulaşmayı başarsaydı bile, onu öldürmeye gelmediği konusunda onu ikna etmesi mümkün değildi. Belki de ikna etmesi gerekmiyordu. Belki o--. Belki--. Belki…

 

Eve ulaştığında, kendini tekrar yalnız buldu. Ebeveynleri hala dışarıdaydı, saati düşündüğünde muhtemelen bir restorandalardı. Garovel, Hector binaları tanımaya başladığı an ayrılmıştı.

 

Yukarı çıktı ve çantasını yatağa fırlattı. Biraz olsun rahatlamak için zamanı olup olmadığını merak etti. Çok yorgun değildi, ama öyle olması gerektiğini hissetti. Ayakkabılarını çıkarmak için oturdu. Sağ çorabından biraz kan çıktı.

 

‘Eve ulaştım,’ Garovel’e söyledi. ‘Hemen üstümü değiştireceğim.’

 

‘Olay yerindeyim.’

 

‘Ne öğrendin?’

 

‘Görünüşe göre, kız tüm bu zaman boyunca üst kattaymış.’

 

‘Siktir…’ Hector’un yüzü düştü, ve kafasını kaşıdı. ‘K-kız… silah sesleri ve diğer şeyleri duymuş mu…?’

 

‘Şu an onu arıyorum. Dediklerine göre, kırmızı gömlekli ve tuhaf maskeli siyahi bir erkeğin olay yerinden kaçtığını görmüş.’

 

‘Elbette…’

 

Uzun bir duraksama oldu. ‘Siktir.’

 

‘Sorun ne?’

 

‘Ona bakıyorum. Kızda da aura var. Rofal onu da öldürtecek.’

 

 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44265 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr