Cilt 16: Bölüm 27-3

avatar
1087 12

Terror Infinite - Cilt 16: Bölüm 27-3


Çevirmen: Starshollow

Editör: Mariposa 

 



Aragorn, Legolas ve Gimli gerçekten ne hissettikleri konusunda emin olmamalarına rağmen yine de hemen dağa gitmeye karar verdiler. Ordunun kontrolünü ele geçiremeseler bile Anduril onları ölüler tarafından öldürülmekten koruyacak.

 

 

Çin Takımı'nın üç üyesi onlara eşlik etti. Ölüler Ordusu'nun gücünü biliyorlardı. Filmde, Minas Tirith'deki savaşta zaferi getiren bu orduydu. Aynı zamanda Zheng'in onları geride bırakıp üç film karakterini korumasının nedeniydi.

 

 

''Fazladan enerji taşımız olsa iyi olurdu. Bu yay enerjiyi ip üzerine odaklayabilir. Legolas dün benim yayımı kullandığında siz görmediniz. Yaşam Enerjisi'ni ipe topladı ve ince oklara dönüştürdü. Bu oklar etki alanını on kat arttırdı. Bu, yayı etkin bir biçimde bir pompalıya dönüştürüyor.'' Heng heyecanla söyledi.

 

 

Geçtikleri yol kasvetliydi. Görünürde neredeyse hiç ağaç yoktu. Bu da onların modlarını düşürdü. Heng ve ChengXiao sıkıntıyı kovmak için sırayla konuşmaya başladılar. YinKong'un kendi kendine konuşmasını beklemek, bir çöreğin gökten düşmesini beklemek gibiydi.

 

 

ChengXiao burnunu karıştırdı. ''Hayaletlerden korkmuyor musun? T*şakların küçük diye duydum.''

 

 

Heng kızardı ve kendini savundu. ''Korkmuyorum. Sadece kandan korkuyorum ve psikolojik mesele yüzünden hırpalanıyorum. Hayaletlerden korkmam ben!''

 

 

ChengXiao güldü. "Haha. Büyük konuşuyorsun. Çok korkma ki geldiklerinde ayakta durabilesin. Bu demektir ki geçmişinde bir olay oldu ve kalbinde bir yara açtı. Bu yaran için bir tedavim var.''

 

 

Heng çok sevindi ve yüksek sesle, "Ne tedavisi? Problemimi nasıl çözeceksin? Yalan söylemiyorsun değil mi?'' dedi.

 

 

''Nasıl yalan söyleyebilirim? Biz kardeşiz.'' ChengXiao kahkaha attı. Ancak, Heng bir şeyin yanlış gittiğini hissetti.

 

 

''Sadece her gün kan banyosu yapmalısın. Sonra 10 yarı-orku ve diğer insansıları parçalamalısın. Sana söz veriyorum altı ay içinde en az Zheng kadar korkusuz olacaksın.'' Haha!'' ChengXiao güldü.

 

 

''S*ktir git!'' Heng ona küfür etti. Yayına geri döndü. Metal yay son derece şık ve güçlüydü. Sahip olduğu Sirius'tan çok daha fazlasıydı. En büyük pişmanlığı yayın ismini ve kökenini bilmemesiydi.

 

 

Konuşa konuşa, dağın girişine ulaştılar. Girişte sayısız kafatası vardı. Kafataslarının ağzı açıktı ve korkmuş bir ifadeleri vardı. Hiyeroglifler kayalara kanla oyulmuştu.

 

 

''Yol kapalı. Bu ölüler tarafından yapılmıştı ve ölüler onu koruyor. Yol kapalı.'' Legolas hiyeroglifleri okudu.

 

 

Gimli yüksek sesle konuştu. ''Bu ne demek oluyor?''

 

 

Aragorn cevap vermedi. Dişlerini sıkıp içeri daldı. Legolas bir an tereddüt edip Gimli'yi ve arkada duran Çin Takımı üyelerini geride bırakarak onun peşinden gitti. Gimli diğer üçüne döndü. Senaryoyu bildikleri için korkmamışlardı. Onlar da içeri koştu ve böylece Gimli orada bekleyen tek kişi oldu.

 

 

Serin bir rüzgar esti. Titredikten sonra bağırdı. "Beni bekleyin! Bekleyin!'' O da Ölülerin Yolu'na girdi.

 

 

Ölülerin Yolu zifiri karanlıktı. Hepsi meşaleyi tutan Aragorn'u yakından takip ettiler. Yol sanki yeraltı dünyasına doğru gidiyordu. İçlerini eşsiz bir his kapladı. Kaybolduklarını hissettiler. Meşalenin ışığı önde dalgalanıyordu fakat yine de Aragorn'u göremiyorlardı.

 

 

YinKong sonsuz bir koridora girdiğini hissetti. Bu koridorda sınırlar yoktu ve zaman onun duyularının ötesindeydi. Tanrı'nın Boyutu'na gidiş dönüşlerde olan transfer işlemiyle aynı histi. Sanki uzun zaman geçmiş, fakat aynı zamanda da çok hızlı olmuş gibiydi.

 

 

''YinKong, uyan. Bu kadar derin uyurken gizli saldırıya uğramaktan korkmuyor musun? Küçük acemi.''

 

 

Kulağının dibinde nazik ve yumuşak bir ses duyuldu. Gözlerini aniden açtı ve fırladı. Sonra önünde gülümseyerek duran bir adam gördü. Uzun saçlı yakışıklı bir adamdı, YinKong'dan çok daha uzundu. Gözleri küçük kız kardeşine bakan bir ağabeyinkiler gibiydi.

 

 

"Zhao ZhuiKong! Burası neresi?'' YinKong şok olmuştu. Elleri çantasında bir bez parçasına sarılı Exalibur'a uzandı. Ancak, bir şeye erişemedi. İkinci denemesine başlarken durdu.

 

 

YinKong kaşlarını çattı. “Ne yapıyorum ben? Ha? ZhuiKong, burası neresi?”

 

 

ZhuiKong kibar bir gülümsemeyle, ''Eğitim alanımız. Çabuk ol. Herkes ileride bekliyor. Bugün birkaç siyah ayı avlayacağız. Senin hızına bağlı kalmamız gerekecek. Hadi gidelim. Hepsi ileride bekliyor.” dedi.

 

 

Sesinin ardından çevrenin görüntüleri canlandı. Bu bir ormanın kenarıydı. YinKong az önce çimenli bir yerde yatıyordu. Zhuikong, konuşmayı bitirince ormana doğru yürümeye başladı.

 

 

YinKong ayağını kaldırdı. Fakat, adımını atmak üzereyken ayağını geri çekti. Kafasını eğip, "ZhuiKong-gege... Senin gittiğin yere gidemem. Ama sana sormak istediğim bir soru var...'' dedi.

 

 

ZhuiKong bir şaşkınlıkla arkasına döndü ama gülümsemesi hala kibardı. ''Sor bakalım. Cevap verebileceğim bir şeyse.''

 

 

''Sen... Sen her zaman benim hafızamdaki kardeş mi olacaksın?''  diye sordu, kafası hala eğikti.

 

 

ZhuiKong kafası karışmış şekilde duraksadı. YinKong'a doğru yürüdü ve gözlerinin kenarındaki yaşı nazikçe sildi. ''Bize gelmiyorsan, kendine çok iyi bak... Ben her zaman senin ağabeyin olacağım. Asla değişmeyecek...''

 

 

YinKong dilinin ucunu ısırdı. Bir anlığına beyninin durduğunu hissetti sonra önündeki sahne değişti. Hala karanlıktı ama zayıf bir görüntü çıkarabiliyordu. Uçurumun kenarında duruyordu. Derinliği bilinmiyordu. Bir adım daha atsaydı, bu boşluğun içine düşecekti. Ancak, durumun farkına varmadan önce, yan tarafta birini gördü.

 

 

Heng sırtı uçuruma dönük bir şekilde terler içindeydi. Eğer geriye doğru tek bir adım daha atsaydı, bu boşluğun içine düşecekti. YinKong ondan yedi metre uzaktaydı. Bu onu şaşkına çevirdi ve anında ona koştu.

 

 

Heng vücudunun her yerinde yanma hissi ve acı hissediyordu. Bu da neydi? Ona ne olmuştu?

 

 

Doğru, YanWei ile eve gidiyordu, en sevdiği kadınla... Heng büyük bir çabayla gözlerini açtı. Yüzü bulanık bir adamın kızı tuttuğunu gördü. Kız çırpınıyordu. Yanında onu döven üç adam vardı. Her yumrukta şiddetli bir acı hissetti. Ağzından ve kulaklarından kan akıyordu.

 

 

(Doğru, eşkıyalar beni yakaladı. Beni dövüyorlar. Onu götürmek istiyorlar...) Zihnine bu düşünceler geldi. Gözünün üstüne bir yumruk indi ve dünyanın kırmızıya boyandığını hissetti. Kanın rengiydi. Şiddetli acı yaralardan beynine çıktı. Sanki bu insanlar alkolik babasına dönüşmüş gibiydi. Yumruk üstüne yumruk, tekme üstüne tekme, vücudunu yaralarla dolduruyordu, ağzı burnu kanayana kadar dövüyordu... (Hayır. Korkuyorum. Bu kan. Beni hala dövüyorlar...) Heng kafasını koruyup onların hamlelerinden kaçınmaya çalıştı. Ancak, dayak sanki her taraftan geliyor gibiydi. Kısa süre içinde, vücudunda daha çok kan vardı, kıyafetlerini kırmızıya boyamaya çalışıyordu. Geri gitmeye başladı. İki adım attı ve sonra diğerini atamadı. Çünkü YanWei'nin ondan daha da çok uzaklaştığını gördü.

 

 

''Koş! Heng, beni bırak ve koş! Kandan ve dövülmekten korktuğunu biliyorum. Beni bırak ve kaç! Birkaç adım daha atarsan seni yakalayamazlar!'' YanWei mücadele ederken aniden bağırdı.

 

 

Heng'in bilinci onu koşmaya itiyordu. Dövülmenin verdiği korku onu yıkmak üzereydi. Ancak, bir şey unutmuş gibi hissetti. Onu orada tutan, yediği dayağa rağmen geriye doğru bir adım atmaktan alıkoyan bir kararlılıktı.

 

 

''Koş! Neden koşmuyorsun? Beni her zaman dinleyeceğini söylememiş miydin? Sana koşmanı söylüyorum. Neden dinlemiyorsun? Heng!” Adam onu daha uzağa sürüklüyordu. Bağırmak zorunda kaldı.

 

 

''Koşamam!'' Heng onların yumruklarını yedi, korkusunun üzerine gitti ve çok derinden sevdiği kadınla yüzleşti. Gözyaşları içinde ağladı. ''Kaçamam! Bu adımı atarsam, geleceğimizi kendi ellerimle paramparça edeceğim... Tekrar kaçmak istemiyorum. Seni bir daha asla görmemeyi istemiyorum. Bu bir illüzyon bile olsa, bir rüyaysa bile. Bu defa kaçmayacağım, YanWei!''










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44341 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr