Cilt 5 - Bölüm 38: Geleceğe Yönelik Bir Adam (1/2)

avatar
100 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 38: Geleceğe Yönelik Bir Adam (1/2)


Yağmurun altında olmaktan her zaman zevk almıştı. Küçük bir çocukken de bulutların altında olmayı severdi, büyük bir adam olduğunda da sevmeye devam ediyordu. Yumuşak saçlarının ıslanmasını ve suratının damlalar tarafından dövülmesini seviyordu. Yağmurun ardından açan güneşin açık teni üzerinde parlaması kadar hoşuna güden çok az şey vardı. Hepsini seviyordu. Dövüşmeyi de seviyordu. Önündeki yeşil saçlı adam her ne kadar onu eğitmekten çok dövmekten hoşlansa da yediği her dayak sayesinde dövüşeceği sonraki adamdan ne yaparsa dayak yemeyeceğini öğreniyordu.

 

“Orospu çocuğu,” diye içinden geçirdi her ne kadar öğretmenine içten içe minnettar olsa da. Sonra şakaklarının üstüne yediği yumrukla sadece renkleri değil, ışığın kendisini de kaybedip yere devrildi.

 

“Gözlerin ne dediğini anlatıyorsa içinden konuşmanın anlamı yok piç.” Altar kalkmaya çalışan Yu’nun başını bir topu tekmeler gibi tekmeledi ve gözünü tekrar kararttı. “Senin gibilerin yaşaması için de pek bir neden yok aslında. Yine de yaşıyorsun. Neden yaşıyorsun ki? Sadece bir yüksün.”

 

Öfkesini bastırmalı mıydı? Bastıramaz ve sinirlenirse sonuç değişmeyecekti. Üstüne üstlük öfkenin ardından dayak yediği için yaşadığı utanç kendini daha hissedilir kılacaktı. Çıkışı olmayan yollardan hoşlanmıyordu.

 

“Sinirlendin mi?” diye sordu Altar. “Sinirlendiysen kalk ve beni öldür.”

 

“Seni öldüremem,” diye cevapladı Yu. Ayağa kalkarken bir tekme daha bekledi ama gelmedi. “Her ne kadar öldürmek istesem de öldüremem. Ölmen gerektiğini düşünsem de öyle. Yapamayacağım için değil, hâlâ öğretilerine muhtaç olduğum için.”

 

Bunu da saklayamazdı. O kötü biriydi, Yu gibi biriydi ve Yu gibi olan herkes ölümü hak ederdi. Bunun bir bahanesi, bir kaçış yolu yoktu. Yu yapamayacak kadar zayıf olsa da Altar da bir gün kaçınılmaz kaderinden kaçamayacaktı.

 

Yeşil saçlı adam iç çekti. “Çok düşünüyorsun,” dedi. “Belki de dövüşürken düşünmeyi bırakmalısın. Zaten erkek dediğin çok fazla düşünmez; istediği şey her ne ise yapar ve devam eder.”

 

***

 

Gece göz gözü zor görürken Yu hız kesmeden koşmaya devam ediyordu. Çamura batıp çıkıyor, attığı her adım ciğerlerini yakıyordu. Hava soğuktu ama yağmur sıcak nefesinin buhar olup çıkmasına izin vermiyor, fırtına onu gerisin geriye itiyordu. İki elinde de kılıç vardı. Uzun süredir onunla olan gecenin karanlığında saklanıyordu, yeni kılıcıysa fırtınayı aydınlatmak için parlıyordu. Yer sarsıldı, koşmaya devam etti.

 

Bugün kurtarmaya çalıştığı şey yalnızca karısı ya da Yurine değildi. Kendisini kurtarmak istiyordu. Bu, şu anda olduğu kişinin geçmişte olduğu ve gelecekte olacağı kişiye dair sorumluluğuydu. Nefret ettiği ve ölmesini istediği adamın bile kurtarılması gerekiyordu.

 

Çünkü onu kurtaramazsa bu görevi üstlenecek bir başkası kalmazdı. Kendisini kurtarmak hayata duyduğu arzunun dışavurumu değil, geleceğe yönelik görevlerinin sorumluluğunun kendini açığa çıkarmasıydı.

 

Ama bilincinin altında yatan bu sessiz arzuları dile getirip bugünden sonra da yaşaması gerektiğini söyleyecek kadar cesareti yoktu. Ona yol gösteren soluk ışıkları takip ederken arzuları ona saklı bir kuvvet vermekten başka bir şey yapmıyordu.

 

“VALARFİN!”

 

Aniden durmayı denediğinde iki ayağının üstünde kaydı ve çamuru yükselen dalga gibi önündeki ağaca sıçrattı. Dururken hiç tereddüt etmemişti. Kimin geldiğini de biliyordu. Gök gürledi, her yer beyaza bürünse de yıldırımın nereye düştüğünü görmemişti.

 

“VALARFİN! VALARFİN!”

 

Gök bir kez daha gürlerken arkasını döndü ve iki defa ölmüş olması gereken düşmanıyla yüz yüze geldi. Dünyanın ona oynadığı bu oyundan sıkılmıştı. İsyan etti.

 

“Neden kimse ilk seferinde ölmüyor?”

 

Öfke püsküren buz mavisi gözleri kanlıydı, beyaz saçları dağılmış, yüzünde yağmurun kapamaya çalışıp da başarısız olduğu yaralar açılmıştı. Beyaz üniformasında kan ve çamur yağmurun etkisiyle birbirine bulaşmış, teni de aynı kaderden kaçamamıştı. Bu gece beyaz şövalye o kadar da beyaz değildi. Ruhu gibi kendisi de kir doluydu.

 

Aslında Yu da kirliydi. Onun da beyaz zırhı, kahverengi saçları ve açık teni ruhu gibi kirlenmişti. Rakibinden tek eksiği birkaç yaraydı.

 

Yara, bir kılıç yarası göğsünde olmalıydı fakat yırtılmış kıyafeti dışında beyaz şövalyenin göğsüne açtığı yarayı göremiyordu. Çukura düşüşün ardından vücudunda olması gereken kırık kemikler de yoktu. Kesinlikle sağlıklı gözükmese de -ki kendisi akıl sağlını kaybetmiş gibi gözüküyordu- aynı zamanda ölü bir adama benzemediği de açıktı.

 

“Kılıcımı bana geri ver korkak!” diye haykırdı. “Geri ver de hilelerin olmadan seni parçalara ayırayım! Kanını içeyim senin orospu çocuğu! Kemiklerini paramparça edeyim!”

 

Vermek zorunda değildi. Onu yenmiş ve kılıcı ganimet olarak, kılıç hakkıyla almıştı. Ayna kılıcı artık ona aitti ve beyaz şövalye istiyorsa onu hak etmek için bileğini kullanmak zorundaydı.

 

Yine de her ne olursa olsun biraz sonra dövüşecekleri belliydi ve adil bir dövüşten kaçmayı aklından bile geçiremezdi. Bu yüzden kılıcı dengeli bir şekilde, çeliğin rakibe saplanmamasına dikkat ederek fırlattı ve beyaz şövalye yerinden ayrılma zahmetine girmeden kılıcın eline düşmesini bekledi.

 

「Ahmakların en büyüğüsün Valarfin.」

 

Yu’nun elindeki parlaması bir mum ışığı gibiydi, kılıcı eline alır almaz gülümseyen adamın elinde ise şevkle parlıyordu. Sahiden ona aitti, elinde güzel gözüküyordu.

 

“Valarfin… Bu isimle ilgili sevdiğim hiçbir şey kalmadı. Öyle anılmaktan nefret ediyorum.”

 

Kılıçlar birbirine doğrultulmuştu. Hızlıca durumu gözden geçirdi. Yorgundu, it gibi koşmuştu ve her ne kadar biri az önce yendiği adam olsa da iki farklı dövüşten çıkmıştı. Kullanabileceği iki canavar kartı vardı ve iksiri ya da büyü taşı bulunmuyordu. Mana eksikliğinin de sağladığı bir dezavantajı mevcuttu. Rakibi manasını kullanarak vücudunu güçlendirebilecek olsa da Yu ancak iman gücüne başvurabilirdi.

 

“Adın ne?” diye sordu. “Beni tanıyorsun. Seni tanımaya hakkım olduğuna inanıyorum. Öldürürsem kimi öldürdüğüm ve öldürülürsem kimin tarafından öldürüldüğümü bilmek isterim.”

 

Beyaz şövalyenin durumu da iyi olamazdı. Evet, Yu Zao’ya denk gelecek bir güce sahip olabilirdi ama iki defa normal bir insanın kemiklerini paramparça edip zemine yapıştıracak bir düşüşten sağ çıkmış, üstüne üstlük göğsüne saplanan kılıçla kesin olması gereken ölümün eşiğinden dönmüştü. Ölümünü engellemek, yarasını iyileştirmek ve buraya kadar gelmek için çok fazla mana harcamış olması gerekti.

 

Tüm değerlendirmelerin ardından durumu birinin lehine yorması gerekirse yine de şövalyenin lehine yorardı. Hâlâ manası vardı, hâlâ büyü yapabilirdi ve hâlâ deneyim avantajına sahipti. Bir koz olarak tuttuğu sol elinin neler yapabileceğini de öğrenmişti. Kartları da savunmayı başarırsa dövüşün açık alanda nasıl sonlanacağı çoğu kişi için su götürmez olurdu.

 

“Neva.”

 

Daha önce duymadığı bir isimdi. Duymasının önemi de yoktu ve kökenini hiç öğrenmemesi daya iyi olacaktı. Yalnızca ismini duymak bile beslediği sempatiyi arttırmışken fazlasını öğrenerek ruhunu yumuşatmak istemiyordu.

 

“Dövüşmek zorunda değiliz,” dedi her ne kadar onu öldürmesi gerektiğine inansa da. “Seni bir kez daha hak yoluna davet etmeme izin ver. Birlikte kurtuluşa erebiliriz. Geçmişte yaptığımız tüm yanlışları her ne olurlarsa olsunlar düzeltebiliriz. Geçmişinin kötü olması, geleceğinin de aynı olmak zorunda olduğu anlamına gelmiyor. Sana uzattığım eli tutman için yalvarıyorum. Beni reddetme.”

 

Kılıcını eğmiş ve bir elini uzatmıştı ama dalgalanan duygularına baktığında cevabın ne olduğunu açıkça görebiliyordu. Zaten kendi de adamın ruhu göz önündeyken bir mucize olacağına inanıyor değildi. Sadece geri alınamayacak şeyler başlamadan önce barışı önermek zorunda olduğunu hissediyordu. Şiddetin kuvvetli ve kesin çözüm olduğuna inansa da yeni sayfalarında zorbalığa yer vermemeliydi.

 

“Ne saçmalıyorsun sen?” Kılıcı artık daha parlaktı. “Hahahahahahahahaha! Beni düşürdüğün duruma bir bak Azer! Bir şeytandan vaaz dinletiyorsun!”

 

Aralarındaki mesafeye rağmen dişlerini görebiliyordu. Neva kurtarılamazdı, tek anladığı buydu. Gülüşünde bile dünyada izlediği filmlerdeki kötü adamların renkleri mevcuttu. Beyaz şövalyenin dövüşlerinde kötülüğü temsil etmesi ve bir şeytandan farksız olan şahsının onu iyiliğe sevk etme çabaları içine huzursuz edici bir çarpıklık yerleştirdi.

 

Neva’nın gülüşü kesildi. “Seni de diğerini de diğerlerini de hepsini de öldüreceğim,” dedi ölüm saçan gözleri mor gözlerle kenetlendiğinde. “Tanrının karşısına çıkan herkes aynı sona kurban gidecek sizi adiler!”

 

Parlayan ayna kılıcı Yu’ya doğru savruldu ve onu ikiye bölüp öldürmek için uzunlamasına bir ışık kılıcı gönderildi. Saldırı isabetsizdi, omzunu geri atarak sıyrıldı ve kalan iki kartın ikisini de çıkardı.

 

“Vahşi Gergedan, Zaman Büyücüsü.”

 

Rakibinin büyüye başvurmayacağına emin olsaydı kartlara başvurmaz ve onunla sadece çelik çeliğe mücadeleye girişirdi. İçtenlikle öyle olmasını da isterdi. Sadece büyü yapamadığı için değil, büyünün iki kişinin savaşı arasında dengesizliğe yol açtığını düşündüğü için öyleydi.

 

Ama isteklerinin ne olduğu gerçekliğin karşısında önem taşımıyordu.

 

İki ayağının üstüne dikelmiş, kaslı kollarıyla kendisi kadar büyük çift taraflı balta tutan beyaz gergedan ile vücudu kum saati olan, mekanik örümcek ayaklarının üstünde duran ve başının olması gereken yerden dört kol uzanan tuhaf bir figür kartların içinden çıkıp önünde durdu.

 

“Onu yenmemde bana yardım etmenizi istiyorum,” dedi. Şimdiden dövüşün öncekinden daha zor olacağını kestirebiliyordu.

 

Zaman Büyücüsü dört kolunu havada çevirdi, üst üste geçen rünler oluşturdu. Baltalı gergedan ise şövalyenin üstüne zıpladı ve tüm ağırlığını verdiği vücuduyla düşerken baltasını aşağı indirdi.

 

Neva kaçtı, büyücünün rünlerinden rotaya çıkan patlamayı da zıplayarak atlattı ve gergedanın enine salladığı baltasından eğilerek kaçındı. Yu kılıcı saplamak istediğindeyse ayna kılıcıyla kendini savundu. İki kılıç da kabzasına dek kaydı, kenetlendi ve ikili birbirine bastırdı.

 

“Şeytan!”

 

Karnına aldığı tekme canını çok yakmasa da onu kaydırıp uzaklaştırmak için yeterliydi. Ağaçlardan birine çarparak kalçasının üstüne düştü. Neva gergedanın sonraki saldırısından kurtulmak zorunda kaldığı için Yu’yu öldürecek hamle yapamadan seri adımlarla baltanın art arda gelen darbelerinden kaçması gerekti.

 

「Hiç yardım almadan dövüşüyorsun.

 

Büyücünün elleri havaya çizdiği rünleri örgü gibi örüyordu. Rünlerin içinden çıkan oklar Neva’yı hedef alıyor, savaşan gergedanı teğet geçerek şövalyenin vücuduna gidiyordu.

 

Neva birkaç ok tarafından vurulup geri düşerken gergedan çift taraflı baltasını kafasına indirdi. Neva bile kılıcıyla öyle ağır bir canavarın öyle ağır silahını durduramazdı. Vücudunun ikiye bölünmesini engellemenin tek yolu kaçmaktı ve deneyimli şövalye için geri düşse de kaçmak zor değildi. Balta yere saplandı.

 

Ama gergedan dövüşmeyi her nasıl öğrendiyse iyi öğrenmişti. Şövalye kılıcını ona savurduğunda kalın derisini geçemedi ve Neva’yı elinin tersiyle vurduğu darbeyle yere devirdi.

 

Canavarların gücünün kendisine karşı kullanılmasını istemezdi. Onların yalnızca masanın üstünde umursanmadan bırakılmış kartlar olduğunu düşününce evdeki saklı şeylerin ne kadar tehlikeli olabileceğine akıl erdirmek mümkün olmamalıydı. Sadece birkaç canavar kartı bile devasa ordular arasında tarihi değiştirecek farklar yaratabilecekken, Yuzarsef’in tehlikeli bulup sakladığı şeylerin gücüne nefsi olan hiçbir canlı karşı koyamazdı.

 

“İnanılmaz.”

 

Zaman Büyücüsü oluşturduğu rünlerin içinden kıvılcım şeklindeki oklarını atıyor, gergedan baltasıyla parçalamak için sert darbeler indiriyor ve Neva yerde çırpınıp onlardan kaçmaya çalışıyordu. Yu iki canavara işi bırakıp karısının peşinden gidebileceğini hissetti. Dövüşün sonunu görmek için burada durmak zorunda değildi.

 

“Ama ya ölmezse?” Şüphecilikten nefret ediyordu. “Hem başlattığım işi bitirmek yine benim borcum. Yardım alabilirim, bu başkasına devredebileceğim anlamına gelmez.”

 

Dövüş hâlihazırda onun lehine ezici şekilde ilerliyordu ve katılıp Neva’nın yüzleştiği düşmanların sayısını üçe çıkarmak bir açıdan adil gözükmüyordu. Yine de biri onun canını alacaksa alan kişi olmalıydı.

 

“AAAAA!” Neva’nın çığlığı gök gürültüsüne karıştı. “ARGO!”

 

Gök ardı ardına gürledi, beyaz ışıklar hem yukarısını hem de yeryüzünü kapladı ve Yu etrafı saran manayı kör edercesine parlayan ışığın içinde bile gördü. Bir hayvanın böğürmesi, camın parçalara ayrılması ve insanın çığlığı kulaklarına saldırdı.

-------------------------

27.06.2023 – 14:30






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr