Cilt 5 - Bölüm 37: Ormanın Hanımı (2/2)

avatar
116 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 37: Ormanın Hanımı (2/2)


Yu Zao için omzunda doksan kiloluk bir adamı taşıyarak koşmak kolay olsa da Meryu için onu geriye iten rüzgârda, gözlerine çarpan yağmurda ve ayaklarının batıp çıktığı çamurda tek başına koşmak bile zor geliyordu. Onun çelimsiz ve asil vücudu böyle şeyler için yaratılmamıştı, kabul etmek istemese ve bir maceracının yüreğine sahip olsa da vücudu ufak bir çocuğa aitti. Sivina’nın anlattığı gibi manayı vücuduna aktararak daha hızlı koşmaya çalışıyordu fakat alışık olduğu hızı aştığı zaman dengesini kaybederek düşmekten korktuğundan kendini yavaşlatıyordu. Bu da sürekli olarak Yu Zao tarafından arkada bırakılmasıyla sonuçlanıyordu.

 

“Işınlanma büyüsü falan olsaydı keşke.”

 

Su çizmelerinden içeri girip çoraplarını ıslatmıştı, çamur her yerdeydi. Bardağın dolu tarafına bakması gerekirse hiçbir canavarla karşılaşmadıklarını söyleyebilirdi. Tek başına hareket etmek zorunda kalsa kendi ayak seslerinden bile canavar olması endişesiyle korkardı lakin yanında Yu Zao gibi bir adam varken hiçbir şeyden korkmak zorunda hissetmiyordu.

 

“Başka yere taşınmadıysa birazdan varacağız,” dedi Bacıyakalayan. “Dümdüz ilerlemeye devam edelim. Bir bataklığı geçmemiz gerekecek.”

 

“Başka yere taşınmadıysa?” Omuzda taşınan gururu kırık şövalye titredi. “Ne demek başka bir yere taşınmadıysa? Çocuk ölürse soyumuz-”

 

“Ormanın dışında hiç Lunaryen kalmadı mı?” diye sordu soylarının sonlanmayacağını bilen Meryu. “Bu kadar önemliyseniz etrafa dağılmanız gerekiyordu. Merkeziyetçi sistemlerde güvenlik sorunu her daim vardır.”

 

Sonlarının gelmeyeceğini biliyordu çünkü zamanda geri gitmelerini sağlayacak bir hazinenin peşinde koşuyorlardı. Başarılı olurlarsa Lunaryenler de kurtulmuş olurdu ama sonrasında ne olacağı meçhul kalıyordu. Meryu on üç yaşında olacaktı ve doğuya gidip gizli bir tapınağı bularak onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyemezdi.

 

“Hayır,” diye yanıtladı Donor.

 

“Hepiniz tek yerde mi toplandınız gerçekten?” Dudakları aldığı aptalca yanıt karşısında aşağı kıvrıldı. “Misyonerlik yapmaya gidenler vardır belki? Ormanda asayiş sağlamak için devriye gezenler?”

 

“Çocuğun vaftizi için hepimiz toplanmıştık.”

 

Çocuğun öldüğü kötü senaryoda Donor’un sağ olduğu ve geleneklerinin onun üzerinden devam edebileceğini söylemek isterdi ama adamın moralini bozmaya gerek yoktu. Yaşayacak çok uzun zamanının kalmadığını düşündüğünden her şeyi çocuğa bağlamış olmalıydı.

 

“Bir dakika, Sivina gerçekten ciddi miydi? Zamanda geri gitmeyi beni kandırmak için söylediklerini zannetmiştim. Ya sadece iki kişi zamanda gidebiliyorsa? O zaman ne olacak?”

 

Yu Zao yaşlı şövalyeyi yere bıraktı ve Bacıyakalayan ile gardını aldı. Donor kralı izleyip kendi kılıcını çekerken Yu Zao’nun yarısı kadar bile kuvvetli gözükmüyordu. Meryu onların arkasında kalmamak adına düşüncelerini keserek kralın yanına sokuldu.

 

“Burada bu kadar mana hissetmemiz normal mi?” diye sordu kral.

 

“Bir cadının evinden daha azını bekleyemezdik,” dedi Bacıyakalayan. Rüzgâr etrafında toplanıyordu. “Bizi izliyor olmalı. Cadılar biraz değişiktir, oyun oynamak istediği bir ana denk geldik.”

 

Önleri bataklıktı. Sulu toprağın ortasında yükselen kayanın üstünde yağmura yakalanmış, hiç hareket etmeyen bir kurbağa yerin sarsılmasıyla çamurun içine atladı ve renginin verdiği avantajla gözlerden kayboldu.

 

“Bu normal olmasa gerek.”

 

Asasını yardımcı bir çekirdek gibi kullanarak ucuna aktardığı manayı toprağı sarmalayan manayla kenetledi, havaya kaldırdığı toprak parçalarını sıkılaştırdı ve bataklığın ortasındaki kaya yükselirken fırlatmak için sert taşlar oluşturdu.

 

Çamura kaplanmış biçimsiz vücudunda iki uzun kol vardı, bacakları gözükmüyordu. Kamburdu, başı uzundu ve gözleri iki ince oyuktu. Az önceki kurbağa golemin omzunda yükselmişti. Geri atlayarak tekrar kayboldu.

 

“Cadıdan yardım istememiz gerektiğine emin miyiz? Cadıların kötü varlıklar olduğu falan söylenir ya hani o yüzden soruyorum.”

 

Fırlattığı taşlar goleme zarar vermediği gibi hedef aldığı ilk kişi olma onurunu ona bahşetti. Bir insanı altında kolayca ezecek yumruğunu bir insanın hızının altında kalmadan indirirken Meryu’yu kurtaran şey Yu Zao’nun çevikliği olmuştu.

 

“Buraya kadar geldik, geri dönersek zaman kaybetmiş olacağız.”

 

Hedefini ıskalayan golemin vurduğu yerde göçük oluşurken etrafındaki toprak da yukarı kalkmıştı. Yu Zao, Meryu’yu kucağından indirirken golem söktüğü iki ağaçla yaşlı şövalyeye saldırdı. Adam zıplamak için fazla yaşlı gözüktüğünden kendini çamura atarak üstünden geçen ağaçtan kurtuldu ve Yu Zao’nun dikkati kendi üzerine çekmesiyle golemin hedefinden çıktı.

 

“Yaratığı kontrol eden cadı mı?” diye sordu Yu Zao, ona fırlatılan ağacın üstüne sıçrayıp oradan aldığı destekle goleme doğru uçarken.

 

Taş golem elindeki diğer ağacı da havadaki Yu Zao’ya savurdu fakat Bacıyakalayan’ın rüzgâr büyüsü ağacı parçalayınca Yu Zao sadece birkaç ufak kıymıkla vuruldu. Golemin başının üstüne indi, gördüğü en iri adamlardan biri olan Yu Zao taştan yapılma devin başı kadar ediyordu.

 

Bacıyakalayan’ın etrafında rüzgâr döndü. “Cevaptan emin olamasam da şu anda dönen şeylerden haberinin olmadığını söyleyemiyorum.”

 

Kılıç golemin başına saplanmasına rağmen hiçbir etki ile karşılaşmadılar. Bacıyakalayan’ın içeriden yarattığı rüzgâr patlaması golemin başının yarısını parçalasa da golem elini başına götürüp sineği kovar gibi Yu Zao’yu kovdu ve adamı çamurun içine attı.

 

“Vücudunu parçalamayı deneyelim!” dedi Donor. Kan ve çamura bulanmış, herhangi bir saldırı hamlesinde bulunmadan izliyordu. Konuşarak golemin dikkatini çekti ve sonraki saldırının hedefi oldu.

 

“Yanlış anlama dayı!” Parlayan asasına tekrar mana aktardı, bu sefer daha fazlaydı. Yerdeki toprağı kontrol etmek değil, sıfırdan bir kaya yaratmak istiyordu. “Ama sen büyü kullanamıyorsan geride durman daha iyi olacak gibi geliyor bana!”

 

Meryu’nun kayası golemin eline çarparak rotasından çıkardı ve Donor’u ezmesini engelledi. Takiben Bacıyakalayan’ın rüzgâr bıçakları ardı ardına çıkıp golemin elini parçalara ayırdı. Meryu ise aniden büyük ölçekli bir büyü kullanmanın etkisiyle yere düşmüştü.

 

“Bunu tüm vücudu için yapmamız gerekecek!” Bacıyakalayan tekrar savruldu. “İşte böyle!”

 

Rüzgâr büyüsü tamamen Bacıyakalayan’ın eseri olsa da Yu Zao’nun elinde ayrı bir güzeldi. Kralın verdiği mana desteğiyle gücü arttı ve golemin karşısında şansı kalmadı. Kollarıyla kendini savunamadı, vücudu rüzgârla parçalandı ve birbirine manayla tutturulan kayalar çamurun üstüne düşüp yere battı.

 

“Beni biri alabilir mi?”

 

Az önce alay ettiği Donor yaklaşıp onu çamurdan çıkararak sırtına aldı. Eğer birini taşıyacak kadar güçlüyse neden buraya kadar yol boyu Yu Zao’nun sırtında olduğunu sormayacaktı.

 

“Ve neden bunu başta yapmadık ki?” diye devam etti Meryu. “İçimde işe yaramadığıma dair bir ukde kaldı, hemen yenilseydi kalmazdı.”

 

“Beynine saplamanın sorunu çözeceğini düşünmüştüm,” dedi Yu Zao. “Genelde çözer.”

 

“Golemlerin beyni olmaz ki!”

 

“Golem mi?” Yendiği düşmanın batan parçalarına baktı. “Buna golem mi deniyor? Daha önce hiç karşılaşmamıştım. Bilgisizliğim için özür dilerim, eğer daha önceden duymuş olsaydım kendimizi tehlikeye atmamış olurduk.”

 

Nezaket güzeldi, öyleyse neden kötü hissediyordu? Yoksa adamın gücü kadar yüksek olan alçakgönüllülüğünden mi etkilenmişti? Ufak bir kız olmanın yan etkisi olmalıydı.

 

“Devam edebilecek misiniz? Ev ileride mi?” diye sordu Yu Zao.

 

Başı olmasa da Bacıyakalayan başını sallarmış gibi konuştu. “Mhm.”

 

Yaşlı şövalye sırtında taşıdığı Meryu ile Yu Zao’nun araksında yürümeye başladı. Meryu kendini yine kötü hissediyordu.

 

“Sana öyle dediğim için özür dilerim. Ben de kendimce güçlü bir büyücü sayılmam ama anlarsın işte, hayat memat meselesi falan.”

 

“Biz düşmanlık tutmayız,” dedi Donor. “Sadece Caetus’u kurtarmak istiyorum.”

 

“Elfin adı bu muydu?”

 

Yanıtın hayır olacağını anlasa da Donor cevap vermeden önce duraksadı. “Vaftiz edilmeyen erkek çocuklarına denir. Kız kardeşi ile birlikte Ay’ın bize bahşettiği son çocuklardı. Kardeşi cadı olmak üzere Clermont’a gönderildi; çocuk ile birlikte dünyayı kurtaracağı kehanetini gerçekleştirmek adına. Caetus ölürse sadece bizim soyumuz kurumayacak, aynı zamanda dünyanın kaderi de riske girecek. Kahramanlar kolay yetişmiyor.”

 

Cadının evi çocukken okuduğu resimli kitaplarda gördüğü gibiydi. Taştan inşa edilmiş, üstünü ağaç dallarının örttüğü çatısı kırmızı tuğlalarla örülmüştü. Kapalı perdelerin ardından parlayan ışık onları eve davet ediyordu.

 

Kırmızı kapısı rüzgâr tarafından dövülen evin etrafında yoğun yağmur yüzünden helak olacak otlar vardı. Muhtemelen evin duvarlarının hemen önü sonbahar yüzünden henüz boş olsa da bahar ve yaz aylarında cadının uğraştığı ufak bir bahçe görevi görüyordu. Çatıdan uzayan bacanın üstünde duman tütüyordu.

 

“Onu görmeyeli uzun zaman oldu. Umarım Yuzarsef’e olan kinini benimle paylaşmıyordur.”

 

Cadının gölgesi perdeden yansıyordu. Uzun ve ince bir figürdü. Meryu’nun aklında kırışıklıklarla dolu yeşilimsi bir yüz, uzun çirkin bir burun ve uzun beyaz saçlar canlanıyordu. Hayatında ilk kez bir cadı göreceği için heyecanlı ve bir o kadar da gergindi. Duyduğu hikâyelerde cadılar kara büyü sanatında ustalaşmış, çocukları kaçırıp köleleştiren ve insanları lanetleyen kötücül varlıklardı. İnsanlar gerçek olmayan hayalet hikâyeleri anlattığı gibi cadı hikâyeleri de anlatabileceğinden bunların tamamının uydurma olacağını düşünmek istiyordu fakat az önce cadının goleminin saldırısına uğradıklarından dolayı bunda pek de başarılı olamıyordu.

 

Özellikle Yuzarsef’e olan düşmanlığı vurgulandıktan ve Bacıyakalayan tarafından onaylandıktan sonra sırf onun burada olmasından kaynaklı bir öfkeyle karşı karşıya kalmaktan korkuyordu. Eğer gerekirse Bacıyakalayan ile bir bağının olmadığını söyleyerek onu satacaktı.

 

Kapı onlar henüz yaklaşmadan açıldı. Rüzgâr sürekli geri ittiğinden çıkan cübbeli kişi bir eliyle açık tutuyordu. Diğer elinde ucu kıvrımlı bir asa tutarken Meryu parmaklarındaki tüyleri fark etti. Siyah cübbesinin kapüşonu tarafından yüzü gölgelense de insan olmadığı cübbenin altında saklanmaya çalışan vücudunun kaba hatları sayesinde anlaşılıyordu.

 

“Tanrı misafirlerini böylesine zor bir durumda kapı dışında tutmak her ne kadar nahoş olsa da niyetinizi sormak mecburiyetindeyim,” dedi. Sesinden anladığı kadarıyla erkekti.

 

“Cadıyı arıyoruz!” Donor haykırdı, yağmur adamın üstünü temizliyordu. “Tapınağımızda felaket yaşandı, cadının yardımına ihtiyacım var! Dünyanın kaderi buna bağlı!”

 

Gök gürledi, rüzgâr daha sert çarptı. Yaşlı adam düşmemek için ayaklarını sertçe yere basıyordu. Cübbeli kişi kapıyı açık tutarken kenara çekildi ve uzakta tuttuğu misafirleri asasını eve doğrultarak içeri davet etti.

 

Yu Zao önden giderken onu yadırgamadı bile. Göreve başladıkları an Yu Zao’nun işe katılacağını söyleseler bunu bir şaka olarak görürdü fakat şimdi onlarla alakası olmayan bir adam, sırf öyle istediğinden yardımcı olmuş ve liderliği ele almıştı.

 

Donor’un sırtında içeri girerken göz ucuyla cübbeli kişinin yüzüne baktı. Cübbeli kişi bakışını fark etse de rahatsız olmuş gibi gözükmüyordu. Meryu’nun gördüğü kadarıyla yüzü tüylüydü ve uzun ince tel tel bıyıkları vardı. Bir kediydi.

 

İçerisi de onu şaşırtmıyordu. Yakında kurbağa ayaklarıyla dolacak bir kazanın altında ateş yanıyordu. Kitaplar, Yuzarsef’in evinde olduğundan az olsa da düzenli bir şekilde raflara dizilmişti. Sandıklar ve mana akıtan eşyalar ağzını sulandırıyordu. Bir cadının evinden bekleyeceği şekildeydi. Ne olduğunu bilmediği nesnelerle dolu cam kavanozlar bile vardı.

 

Ama cadı beklediği gibi değildi. “He? Cadı bu mu? Sadece yaşlı bir kadınmış.”

 

Ağzından kaçırdığı kelimeleri fark eder etmez ellerini dudaklarına bastırdı. Donor’un başını çevirip göz ucuyla attığı bakış binlerce kelimeden fazlasını açıklıyordu.

 

“Y-yani cadı deyince ye-yeşil yüzlü uzun burunlu çirkin birini beklemiştim… Gibi… Yani… Öyle bir şeyler işte…”

 

Cadı olduğu için onu aşağılıyor gibi mi gözükmüştü? Niyeti kesinlikle bu değildi. Tüylü kişinin gözlerini üstünde hissederken cadıya tekrar bakmaya cesaret edemedi.

 

Hiç beklediği gibi biri değildi. Yaşlı ve beyaz saçlıydı ama burnu düzgündü ve teni yeşil değildi. Yaşlı, tatlı bir kadındı. İnce bir vücudu ve gençken güzel olduğu belli olan şimdiyse karışmaya başlamış bir yüzü vardı. Altmışını görmüş olamazdı.

 

“Hahaha… Dertlenme kızım.” Kadın oturduğu sallanır sandalyeden ayağa kalktı. “O piç öldü mü? Seni başkasının elinde gördüğüme sevinmeliyim sanırım. Yeni sahibin daha sağlam birine benziyor.”

 

Gözleri yeşildi. Bakmaya cesaret edebildiğinde kadının durumdan hoşnut olduğunu görebiliyordu. Burada misafir ağırlamak onun için alışıldık olmadığından biraz hareketten memnun olmalıydı.

 

“Evet ve hayır,” dedi Bacıyakalayan. “Öldü ama bu kişi yeni sahibim değil. Ayrıca başkalarının Yuzarsef’e hakaret etmesi hoşuma gitmiyor. O kişi sen olsan bile.”

 

Cadı nefretle tısladı. “Ama tam bir orospu çocuğuydu.”

 

Yuzarsef’in günlüğünde yazanları bildiğinden aralarında her ne yaşandıysa cadıdan özür dilemek istediğini, pişman olduğunu söylemek istedi ama bunun ne yeri ne zamanıydı. Aralarındaki ilişkiye karışacak hadde de sahip değildi.

 

“Hanımefendi,” dedi Meryu’nun arkasındaki tüylü kişi. Meryu’nun da tüylerini ürpertmişti. “Burada konuşulması gereken asıl konu Yuzarsef değil. Dikkatinizi yanlış yere yönlendiriyorsunuz.”

 

“Ay Tapınağından yardımınızı istemeye geldim!” Donor’un umurunda olan tek şey göreviydi. “Ayinimiz beklentilerimizin üstünde bir sonuçla karşılaştık. İterlik tüm tapınağı öldürdü ama çocuğumuz hâlâ hayatta! Onu bulup canavarı öldürmesini sağlamak için yardımınıza muhtaç durumdayım. Yalvarırım, gücünüzü bizimle paylaşın. Clermont’tan gelen cadıların kehanetinde onun kardeşiyle dünyayı kurtaracağı vaat edilmişti!”

 

Üzerlerinden yere akan çamur evi kirletiyordu. Engellenmesi mümkün olmasa da eşyaların ve evin kirletilmemesi gerektiği tembihlenen küçük hanım olarak annesinin onu azarlamak için geleceğinden korktu.

 

Ama korkusu, evin sallanmaya başlamasıyla bambaşka bir nedene kaydı Masaların üstündeki kalemler ve süsler yuvarlanıp yere düşerken raflara dizilmiş kitaplar ve kavanozlar da nasibini aldı. Şanslarına evin çatısı çökmemiş ve sıcak suyla dolu kazan kimsenin durmadığı bir tarafa düşmüştü.

 

Donor ile birlikte yere düştüklerini Yu Zao onu tutup kaldırırken fark etti. Sallantı on saniye bile sürmüş olamazdı, başladığı an ile bittiği an Meryu için aynıydı ve arasındaki zaman hiç var olmamıştı.

 

“Ben ilgilenirim.”

 

Tüylü ellerin sahibi düşen eşyaları toplamaya başladı. Meryu içeride durmanın doğru olduğuna inanmıyordu. Sivina ile karşılaşmadan bir süre önce de deprem olmuştu ve o vakit ilk yaptıkları malikâneyi terk etmekti.

 

“Dışarı çıkmamız gerekmez mi?” diye sordu endişeyle.

 

“Gerek yok,” dedi cadı. “Bu evin altı kayalıkmış, kıtalar ayrılmadığı sürece yıkılmaz.”

 

Ne zaman bir yerde depremin konusu açılsa herkesin evinin altı kayalık çıkıyordu. Öyleyse yıkılan evler kimlere aitti?

 

“Çocuk dışarıda,” diye devam etti Donor. Cadının karşısında diz çökerek başını eğdi. “İterlik onun peşinden gidecek, her saniye ölüm biraz daha yaklaşıyor. Kaybedecek zamanımız kalmadı ve dünya bizim bir şey yapmamızı bekliyor. Sizden rica ediyorum, yalvarıyorum. Bizim tanrıçamız yapacağınız yardımı asla unutmaz.”

 

“Adımı sormamanızı geçiyorum, kendi adınızı bile söylemediniz ama…”

 

“Kabalığımızı bağışlayın, benim adım Yu,” dedi Yu Zao. “Kılıcın adını biliyorsunuz, Lunaryenistlerden Donor ve arkadaşım Meryu.”

 

“Eliande,” dedi cadı abartılı derecede büyük, sivri uçlu siyah bir şapka çıkarırken. “Çocuk dışarıdaysa onu nasıl bulmayı planlıyorsunuz? Beni gece boyu ormanın içinde dolaştırmayacaksınız herhâlde?”

 

Meryu etrafına bakındı. Mavi cisimler o onları arayana dek gözden kaybolmuştu ama arar aramaz kendilerini tekrar gösterdiler.

 

“Bunlar sayesinde,” dedi Meryu. İsimsizler avucunun içindeydi. “Bizi arkadaşımıza götürecekler. Çocuk da arkadaşımızın yanında duruyor. Birlikte kurt adamdan kaçıyorlar.”

 

Cadı artık ayakta duran Meryu’ya yaklaşıp bileğini yakaladı ve cisimlere yaklaştı. “Bunlar nedir? Perilerin küre formuna büründüğünü hiç görmemiştim.”

 

“Peri değiller,” dedi Bacıyakalayan.

-------------------------

27.06.2023 – 06:41






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr