Cilt 5 - Bölüm 38: Geleceğe Yönelik Bir Adam (2/2)

avatar
109 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 38: Geleceğe Yönelik Bir Adam (2/2)


Kendine geldiğinde üstü hatırladığından daha kirliydi. Çamur ellerini kapladığı için kılıcını tutmak zordu. Aynısı rakibi için de geçerliydi. Hatta yerdeki debelenmesi yüzünden şimdi ne beyaz ne de kırmızıydı, sadece çamurun rengine bulanmıştı.

 

“Neyin peşindeysen başaramayacaksın!” Ağzından kan tükürdü. “Geberteceğim seni!”

 

“Kendi kendine kuruntulara giriyorsun,” diye yanıtladı.

 

Neva’nın vücudundan dünyaya dökülen manadaki beklenmedik artış tedirgin ediciydi. Hem onu korkutuyor hem de Neva açısından sağlıksız gözüküyordu. Kılıcı da ışıktan yapılmış gibi parlıyordu. Göğün tekrar kükremesini takiben yıldırım aralarındaki ağaçlardan birine düştü.

 

Sıradaki çarpışma için kalbi kıpır kıpırdı. Rüzgâr ağacın alev almasıyla sertliğini arttırmıştı. Yer bir kere daha sarsıldı, ya bulundukları noktada ya da yakınlarda bir yerde deprem oluyordu. Sallantının dinmesini beklemek içinse ikisi de yeterince sabırlı değildi. Yer sallanmaya devam ederken Neva’nın peşi sıra gönderdiği beyaz ışınlardan yana çekilerek, zıplayarak ve eğilerek kurtulan Yu hücuma geçti ve attığı her adımla dövüşün heyecanının onu sarmalamasının tadını çıkardı.

 

Solak olmasa da dövüşte sol koluna güvenecekti. Neva’nın mana taşıran vücudunun güçlü darbelerine dayanmak için kılıcın yükünü sol eline vermekten başka şansı da yoktu.

 

Önüne ayna kılıcın beyaz ışığı, yanında yanan ağacın yaydığı sarı kırmızı ışıklar ve üstünde sürekli gürleyen göğün ışıkları çarpışıyordu. Tüm hışmına rağmen yağmur ne ağacın, ne de dövüşen iki savaşçının yüreğindeki alevleri söndürmek için yeterli değildi.

 

Kılıçların her buluşması iki savaşçının da hüneri sonucunda önceden planlanmış bir uyum içinde gözüküyordu çünkü bir göz açıp kapama süresine yayılacak gecikme, iki savaşçıdan birinin acı sonla karşılaşacağı anlamına gelmekteydi. Birbirini öldürmek için sahip oldukları her şeyi ortaya koyan iki adamın kalpleri bile birbiri ile uyum içinde atıyordu, verdikleri nefesler bile uyum içindeydi. Nefes vermekte gecikecek ilk kişi için dünya sahnesi sona erecekti.

 

Çeliklerin çarpışması kimsenin üstünlüğü elde edemediği kısır döngüde devam etti. Kendini daha çok zorlayan kişi rakibinin manasıyla mücadele etmeye çalışan Yu olduğu için dövüşün uzaması kesinlikle aleyhine sonuçlanacaktı. Şimdi bile darbelere karşı koymak için daha çok gayret sarf ediyor, rakibinin karşısında geri düşmemek için canını dişine takıyordu.

 

İkisi de birbirinin kılıcını tutmayı denedi, aynı anda elleriyle yaptıkları hamle ikisinin de kılıcını aynı anda çekmesiyle boşa gitti ve birbirlerinden bir anlığına uzaklaştılar. Soluklandıkları kısa sürenin ardından tekrar yaklaştıklarında ikisi de daha agresifti. Birbirlerini artık daha iyi tanıyor, hamlelerini çok daha erkenden tahmin ediyorlardı. Kılıçları hünerlerinin mükemmel uyumuyla birbirine çarpıyor, hamleler arasında hiçbir boşluk bırakmıyorlardı. Yu’nun gözlerinin hamle yapmak için hata aradığı gibi Neva da arıyor, bir şans olduğunu düşündüklerinde saldırıları ya karşılaştıkları kılıçla ya da vücudun yana doğru yaptığı hafif eğimle boşa çıkıyordu.

 

Göğsünü gelecek kılıca açıp sol eliyle gelen saldırıyı karşılamayı bir kez daha denedi fakat bu sefer gelen şey kılıç değil tekmeydi. Tekmeyi tutmayı başarsa da Neva havaya zıplayıp döndü ve diğer ayağıyla yüzüne vurdu.

 

Alevler etrafı sarıyordu, yağmur onları dövüyordu ve ıslanan toprak her yerlerine bulaşıyordu. İlk kalkan Neva oldu, Yu’nun üstüne atladı ama onun tekmesiyle karşılandı. Tekmeyi baldırına yiyen beyaz şövalye dizinin üstüne çöktü ve ikinci tekmeyi başına yedi. Yu hemen iki ayağının üstüne kalktı ve son tekmesiyle yere düşmüş Neva’nın ensesine kılıcını savurdu.

 

Neva başını eğdi, siyah kılıç boşluğu keserken ayağa fırladı, zıpladı ve Yu’nun eline vurup kılıcını fırlattı. Havada takla atıp yere indiğinde kılıcını saplamayı denedi. Yu, Neva’ya sokulup kolunu sol kolunun altına alarak kılıçtan kurtuldu ama bu sefer de diğer eli boğazını sarmıştı. Nefesi kesilirken beli büküldü, rakibin yüzü o kadar yakındı ki burnundan soluduğu nefes yüzüne çarpıyordu.

 

“Artık oyunun kalmadı mı?” diye sordu Neva. Eğer elinin parmakları Yu’nun lanetli eli gibi pençeli olsaydı dövüş burada bitmiş olurdu.

 

Ama değildi. Yu kendini geri bıraktı ve Neva ile birlikte yere düşerken ayağını kaldırıp tekmeleyerek başından yukarı fırlattı. Adamın kolunu koltuk altına sıkıştırdığı için bükmüş ve kılıcı bırakmaya zorlamıştı. Kılıcın alıp saplamak istiyordu ama Neva’nın boğuşmaya niyetli çıkmasıyla ikili kılıçlarından uzaklaşıp ağaçların arasına yuvarlandılar.

 

Dövüşün yere inmesini şahsı adına olumlu bulacaktı. Bu gücünün ona denk olduğu anlamında geliyordu ve hem önceki deneyimleri hem de kolu sayesinde yerdeki şansının daha yüksek olacağına inanıyordu.

 

Ağaçlara çarpıp birbirleri ile boğuşurken yuvarlanmaya devam ettiler. Kim üste çıksa alttakine bir yumruk çakıyor, sonra yuvarlanmaya devam ediyorlardı. Alev almış çalıların önüne geldiklerinde ikisi de durdu, üstte kalan Yu’ydu. Sol eliyle adamın çenesine yumruk attı ve çenesini yamulturken alt dişlerinin çoğunu tek çırpıda söküp aldı.

 

Neva’nın yüzündeki acının boyutu, ona yol açan kendisi olmasına rağmen kalbini sızlattı. Acıyı sanki kendi suratında hissetmişti. Aslında sanki değildi, canını yaktığı adam can havliyle bir yumruk atmış, onu üstünden atmıştı. Sonra üstüne çıktı ve yüzünü yumruklamaya başladı. Yu elleriyle kendini korusa da bu darbe almadığı anlamına gelmiyordu ama sol kolu yüzünü tamamen kapadığında Neva’nın şansı tükenmiş ve yapacak bir şeyi kalmamıştı.

 

Yumruklar tekrar geldiğinde Yu ikisini de tuttu ve kollarını iki yana açtı. Neva’nın yamuk çenesinden akan kanlar üstüne dökülüyordu. Dövüşü sadece biraz daha uzatması acıdan bayılmasını ya da ölmesini sağlayabilirdi.

 

Tabii onun yaptığı her plana karşılık Neva’nın da planları vardı. Gözü alevlerin arasında beyaz ışıklara takıldı. Aslında renkleri biraz dikkat ettiğinde sarımtıraktı, gittikçe yaklaştıklarındaysa onların haleler olduğunu gördü. Başına düşüyordu.

 

Hemen başını kaldırdı ve Neva’nın bağrına sığınarak onunla birlikte alevlerin içine yuvarlandı. Işık haleleri boşa giderken ateşin içine düşmek ikisi için de korkutucu olduğundan birbirlerini bırakıp yanmaya başlamadan ayrıldılar. Neva kendi kılıcına koştu, Yu da kendisininkine.

 

Dövüşün yere inmesine sevinirken bir sonuç alamadan ayağa geri kalkmışlardı. Neva’nın isabet eden yumruklarıyla yüzünde açılan yaralar yanıyordu. Mana sahibi insanların yumruğu ölümcül olabileceği için kendini korumayı başaramayıp yumrukların hepsini yediği senaryoyu düşünmek onu dövüşten alıkoyacak kadar korkutucuydu.

 

Neva tekrar üstüne atladı ve birkaç darbenin ardından kılıçlarını hareket ettirmelerine izin vermeyecek kadar sık ağaçların arasına girdiler. Burada Yu aralarına tekrar mesafe koyup düşmanını alt etmek için bir plan düşünmek istedi fakat planı yalnızca Neva’ya saldırı için bir şans veriyordu.

 

Neva’nın kılıcı alevlerden bile daha çok parladı ve bir patlamayla topladığı manayı Yu’nun üstüne kustu. Göz bebekleri ışığın karşısında ufalırken dönebildiği kadar hızlıca arkasını dönüp yere kapandı ve kafasını kollarının arasına aldı.

 

Sırtında hissettiği sıcaklık onu geri iterek alevlerin arasına fırlattı. Nasıl bir darbe ile karşılaştığını anlamadan yokuş aşağı yuvarlandı, alevler kıyafetlerine bulaştı ama yuvarlandığı için tekrar söndü. Ağaçlara çarpmaya devam etti, çalılara girdi ve başka ağaçlara çarptı.

 

Kılıcını düşürmüştü, zırhı Neva’nın saldırısıyla ya parçalanmış ya da kayışları hem saldırı hem de arbedenin etkisiyle kopmuştu. Özellikle sırtı yanıklarla kaplıydı. Kendi göremese de yanıkların acısından anladığı kadarıyla durumu ölümcüldü. Acının karşısında yapabileceği tek şeyi yaptı ve düşmanı yaklaşırken çığlık attı.

 

“Haddinden fazla yaşadın şeytan.”

 

Neva’nın sesi sakindi. Yu ölüme karşı kaybetmeyi gururuna yediremediği için defalarca kez ayağa kalkmayı denedi, her seferinde geri düştü.

 

“Hâlâ nasıl konuşuyorsun amın-” Dilini ısırdı. “AAAAAH!”

 

Çığlığı kanı ağzından fışkırtırken düşmanının yamulmuş çenesinin düzeldiğini gördüğünde tüm çabalarının boşa çıktığı hissine kapılmasıyla yükselen öfkesini bastırmanın yolunu bilmiyordu. Yaptıklarından sonra Neva’nın ölmesi gerekiyordu ama ölümü üç defa yenmişti. Kalbini tuttu ve pompaladığı duygulara hâkim olmak için elini göğsüne götürdü. Ayağa kalkmadan önce yaptığı son hareketti, parlak ayna kılıcı karnında kalan son zırh parçasını da delip vücudundan içeri girdi.

 

「oysaki」

 

「biraz」

 

「hayal」

 

「kurarken」

 

「bulmuştuk」

 

「kendimizi」

 

Kulaklarında çınlayan tanıdık sesler gök gürültüsü ve yağmur nasıl azalıp yok oluyorsa aynı kaderi paylaşarak hiçliğe karıştı. Kılıç ateşten de sıcaktı, yine de açtığı yara buz bastırılmış gibi soğuyordu. Alevlerin canlı kırmızısı solarak griye döndü, azında kan tadı hissediyordu.

 

“Böyle bitmemeli.”

 

“Aptal.”

 

“Ne düşündüm ki?”

 

“Hayır.”

 

“Görev.”

 

“Kaçma.”

 

“Kurtulabilirim.”

 

“Hayır.”

 

“Kaçma.”

 

“Bir görev.”

 

“Kaçma.”

 

Kulaklarında çınlama vardı, hiçbir şey söylemiyor ama sürekli yükselerek devam ediyordu. Karnına saplanıp organlarını delen kılıç geri çekilirken acısı nedense diniyordu.

 

“Sessizce geber,”

 

Kan kustu. Ağzından çıka siyah kan Neva’nın gözlerine sıçradı ve adam aniden geri çekilerek hem kılıcı hızla Yu’nun karnından çıkardı hem de ellerini serbest bırakarak gözlerine götürdü. Yu’nun lanetli ve sıcak kanı gözlerini kör ederken çığlık atıyordu.

 

Yu’nun elinde değildi fakat ileriye doğru istemsiz bir adım atıp Neva’nın üstüne yığıldı. Adamın sadece gözleri yanıyordu, Yu’nun göğsü ile birlikte tüm vücudu. Kendini bir hayvan gibi hissetti. Gösterdiği dişlerini avının boynuna geçirdi, kopardığında ağzında kan ve et tadı vardı. Çiğ etin ve kanın tadından hoşlanmış mıydı? Hoşlanmaması gerekiyordu.

 

Ama bir hayvan olmaktan hoşlanmıştı.

 

Beyaz şövalye kurban edilmiş koyun gibi çırpınırken Yu bir ısırık daha aldı, boynundan bir parça daha kopardı. Bu sefer kesinlikle ölmesi için vücudunda kalan son gücüyle üçüncü ısırığı da aldı ve kendini sırt üstü çevirerek yüzünü göğe döndü. Neva ölürken alevlerin ona izin verdiği kadarıyla gökyüzüne baktı. Parlaktı.

 

“Çok fazla yıldız…” diye geçirdi içinden. “Ama neden yıldız görüyorum? Hava kapalı, yağmur yağıyor. Görmemem gerek.”

 

Ölmek istiyordu aslında, böylesi çok iyi olurdu. Düşünmek, nefes almak, bir görevin peşinde koşup kendine işkence etmek ya da Yu Valarfin olmak zorunda kalmazdı. Ölüm bir kurtuluştu.

 

Ama ölmek onun elinde miydi ki? Öldüğü takdirde hakkına girdiği sayısız insanın hakkını nasıl ödeyecekti? O kadar insanın canını aldıktan ve bazılarına da umut verdikten sonra öylece kaçıp gitmeyi nasıl doğru bulabilirdi? Bir görevi vardı, kendisi için yaşamıyordu. Şimdi kaçıp giderse başkasının çıktığı yolun sonuna ulaşıp onun yerine görevi tamamlaması mümkün değildi. Dünyayı bozmuştu ve onu bozduğu hâliyle bırakıp kaçamazdı.

 

“Artık ölmek istiyorum.”

 

Ama yaşanan şeyler her ne ise onun elinde değildi.

 

“Ama yaşamak zorundayım.”

 

Boğazına biraz daha kan geldi. Kendi kanında boğulmamak için başını yan çevirdi ve dudaklarının arasından akıttı. Ayağa kalkıp koşmalıydı, kolundan destek alıp kalkmalıydı. Buna alışıktı, Sivina ona sürekli şınav çektirdiği için bugün de kolunun üstünde yükselebilirdi.

 

Bir eliyle yarasını tutarken diğer elini yere bastırdı ve tüm gücünü vücudunu doğrultmak için verdi. Ne yazık ki yarısına bile gelemeden tekrar yere düştü. Son enerjisini de harcadığıyla kalmıştı.

 

“Ah… Sen de mi buradaydın? Yine geciktin.”

 

Açıkta kalan avucunun içine yumuşak bir burun dokundu. Karabaş sahibini koklayarak yarasının olduğu kısma kadar çıktı ama kanın ona bulaşmasından çekindiği için geri çekildi ve önünde uzandı.

 

Gözleri kapanırken gri dünyanın içinde mavi ışıklar gördü. Aslında dört tane olmaları gerekiyordu ama biri geride kalmıştı, şimdi üç tanelerdi. Yuvarlak kürelerdi ama yaklaştıkça boyuna uzayıp uzun ince figürlere dönüştüler. Şimdi üçü de bir insanı andırıyordu.

 

Sonra beyaz figürler gördü. Zihninin içinde olmaları gerekiyordu ama yine dışarı çıkmışlardı. Onu dövecekler miydi? Hak ediyordu. Başarısız olmuş, utanmadan ölümü düşünmüştü. Cezası her neyse yine hak etmişti, yine çekecekti. Cezalandırılmaktan korkmuyordu, acı çekeceği için, günahlarından alevlerle temizleneceği için memnundu.

 

Ama acı çekmedi. Gelenler bir örtü gibi üstünü örterlerken bir ses daha kulaklarında çınladı. Gökte bulutların saklamaya çalıştığı ay ve yıldızlar ona bakıyordu.

 

“Onları görmemeliyim,” diye düşündü tek sorunu buymuş gibi.

 

「bir umut」

-------------------------

27.06.2023 – 14:30






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr