Cilt 5 - Bölüm 9: Salderough 9 (1/2)

avatar
165 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 9: Salderough 9 (1/2)


Yağmur damlaları camlarını döverken gök gürledi ve Sivina bağırdı. “Devam et!”

 

Kocasının gövdesi aşağı indi ve göğüsleri birbirine değdiğinde dudakları da buluştu. Tekrar kalktı, tekrar indi. Sol kolunda yorgunluğa dair hiçbir belirti olmasa da sağ kolu titriyordu fakat Sivina devam etmesi için onu zorluyordu. Devam etmek zorundaydı, gelişmek için her gün bir öncekinden daha iyi olmalıydı.

 

“…yüz on iki…”

 

Göğüsleri tekrar buluştuğunda yeni bir öpücük daha verildi. Dudakları ayrıldı ve Yu tekrar yukarı çıktı. Öpüştüler ve öpüştüler, bitmesine çok az kalmıştı.

 

“…yüz on beş...”

 

Bir öpücük daha, saçlarından dökülen ter artık dudaklarına bulaşsa da sorun etmiyordu. Aksine içinde yatan sapık, bundan zevk alıyordu.

 

“…yüz on yedi…”

 

Yu’nun sağ kolu o kadar çok titriyordu ki Sivina onun düşme ihtimaline karşı kendini hazırlamıştı. Sol kolunun gücüne rağmen bu kadar kısa sürede yorulduğu için azarı hak ediyordu.

 

“Biraz daha! Yüz on sekiz… On dokuz… Yirmi!”

 

On tane daha geleceğine insansa da Yu kendini kasmayı bırakmıştı. Sağ kolunun titreyişini kontrol altına alamadı ve elinin altına koyduğu kutu kayarken Sivina’nın üstüne düştü. Göğüsleri düşüşü yavaşlatmak için oradaydı.

 

Sırtına bağladıkları çelik kalkanlar yüzünden olduğundan daha ağırdı ama Sivina’nın mana ile dolu kaslarının kaldıramayacağı kadar değildi. Biraz sarılıp birkaç öpücük daha aldıktan sonra onu kaldırdı. Biraz dinlenmesine izin verecekti.

 

“Sana otuz saniye veriyorum,” dedi yeni pozisyonlarını ayarlarken. “Her dört şınav için bir saniye. Saymaya başlıyorum.”

 

“Cimrilik.”

 

Otuz saniyenin ardından mekiğe geçtiler. Yu’nun kullandığı kutuları aldı ve aralarında onun rahatça mekiğini çekebileceği mesafeyi bıraktıktan sonra kutuların üstüne çıkarak mekiği başlattı. Yu gövdesini her kaldırışında Sivina yeni bir öpücük alıyordu. Bunun mantığını çalışan kocasını motive etmek olarak açıklasa da işin aslı sadece kendi fantezisini gerçekleştirmekten ibaretti.

 

Mekiğin ardından da sporları devam etti. Her birini kendi isteğine göre uyarlaması mümkün olmayan farklı pozisyonlarda onu daha güçlü kılmak için çalıştılar. Bir şövalyenin vücudunun her parçasını çalıştırmasını ve her duruma karşı daima hazır olması gerekiyordu. Kaslarının kaybolmasına müsaade edecek kadar tembelleşirse rakibinin kılıcını durdurmayı başaramayarak ölebilirdi ki Yu’nun ölmesini istemiyordu. Ayrıca vücudu ne kadar güçlü olursa zırhın içinde o kadar rahat ederdi. Zırhın içinde güçlü bir vücut, hızlı bir vücut anlamına gelirdi ve hızlı bir çelik yığını düşmanların gözüne korku salardı.

 

Yu şu anda formda sayılırdı, hatta formdaydı ve sıradan bir hayatları olsa daha fazlası için uğraşmazdı. Kasları fena değildi, karnı düzdü ve omuzları genişti. Bacakları zırhın içinde hızlı koşmasını sağlayacak kadar kuvvetliydi ve kas kütlesi nedeniyle diğer kızlardan ağır olan Sivina’yı taşıyabiliyordu.

 

Ama daha iyi olmalıydı. Hem kendisini korumak ve düşmanlarına fark atmak için hem de karısını memnun etmek için sürekli çalışmalıydı. Vücudundaki belirgin kasları görmek istiyordu, karnında beliren baklavaları saymak istiyordu. Omuzları biraz daha gelişebilirdi, göğsünü de memelerini oynatacak kadar geliştirmesi gerekiyordu, poposu ki Sivina oraya bakmayı seviyordu, yeterince şekilliydi ama sırtı diğer yerlere göre zayıf kalmıştı.

 

“Ne kadar çabuk yoruldun,” dedi bittikten sonra terlerini silerken. İçinden gelen onu koklama dürtüsünü bastırması güçtü. İçgüdülerini bir sapkınlık olarak adlandırıp adlandırmamak konusunda karar veremiyordu.

 

“Bunu çok sık yapınca daha fazlasını yapabilecek olsam bile psikolojik olarak dayanıklılığım düşüyor. Kaslarım seninki kadar gelişmiş değil, daha fazla dinlenmeye ihtiyacım var.” Soluklanmak için yere oturup bacaklarını uzatmıştı. “Ana’yı da bu kadar sıkı mı çalıştırıyordun? Yoksa bana özel bir muamele mi?”

 

“Sıkı mı?” diye sordu alaycı bir gülümsemeyle. “Henüz sıkı çalıştırmaya başlamadım bile. Sıkı çalıştırmaya başlasaydım şu anda konuşuyor olmazdın. Hadi hazırlan, sırtına geçeceğiz.”

 

Yağmur hızlanmıştı. Sonbaharda yağmurun kendini göstermesi her zaman güzel bir şey olmuştu fakat mevsimin ilk vakitlerinde bu kadar güçlü yağmurların hayra alamet olduğu meçhuldü.

 

“Sıkı çalıştırmanı merak ediyorum.”

 

Sadece en temel hareketleri yapıyorlardı. Yu’nun yeterli kütleyi kazanmasının ve mevcut hareketleri rahatça yapabilecek hâle gelmesinin ardından farklı hareketleri de antrenmanlarına dâhil edeceklerdi ve o zaman ne konuşacak hâli kalacaktı ne de doğru düzgün yürüyebilecekti.

 

Bunun kötü bir yan etkisi olarak yataktaki performansının düşmesinden korkuyordu. Sağlam etkiler görmek için onu yorgunluktan öldürecek kadar zorlaması gerektiğine inanıyordu ve o duruma geldikten sonra yatağa girdiklerinde kalçasını yukarı kaldırabileceğini bile zannetmiyordu. Onu sadece pipisi için sevmiyordu tabii, hatta her ne kadar yapmayı çok sevse de sevişmeleri olmadan onu bir yıl sevmişti ve sevişmeseler de severdi.

 

Zaten yorgunluk sadece Yu’nun hareket etmesini engelliyordu. Tercih etmiyordu ama onun üstüne çıkabilirdi. Tabii buna gerek kalmaya da bilirdi. Babası sürekli ağır antrenmanlar yapmasına rağmen sekiz çocuk yapmıştı. Yu ve Arthur Ecues arasında bariz bir kuvvet farkı olsa da belki de erkekler, bel altına geldikleri zaman yorgunluklarını önemsemiyordu. Cevabı yakında öğrenecekti.

 

Fakat kocasını tekrar düşündüğünde endişe etmenin gereksiz olduğuna karar verdi. Ne kadar yorgun olursa olsun kocanın ve karının birbirlerine karşı olan görevlerinin farkındaydı ve ‘görev’ kelimesinin onu azgınlıktan fazla motive edeceğine inanıyordu.

 

“Yan taraftaki ağaca gidiyoruz,” dedi terlerini silmeyi bitirdikten sonra. “Dışarıda yağmur yağdığı için bugün durup izlemezler umarım.”

 

Buradaki üçüncü sabahlarıydı ve dışarıda antrenman yapmak istediklerinde insanlar durup onları izlemeye başlıyordu. Elbette rahatsız ediciydi, özellikle kadınların Yu’ya bakmasına katlanamıyordu. Neyse ki bugün yağmur vardı ve yağmura rağmen insanların durup yakışıklı bir adamı izleyeceklerini zannetmiyordu.

 

En azından umuyordu.

 

Bir şimşeğin parıltısını bulutlarla kapanmış gökyüzünü aydınlattı ve hemen ardından gök gürültüsü duyuldu. Camlara çarpan damlaların sesi ona Elhaven’deki günlerini hatırlatıyor ve yatağa girip kocasıyla tekrar aşk yapmaya itiyordu ama tembelliğe ve şehvete yenik düşecek zamanda değillerdi.

 

“Hasta olacağız,” dedi Yu.

 

“Ben bu kadarından hasta olmam.” Daha önce hiç soğuktan üşütmemişti. “Senin de bağışıklık sistemin güçlenir, kolay hasta olmazsın.”

 

“Ya dövüşeceğimiz gün hasta olursam?”

 

“Evli bir yetişkinsin, çocuk gibi söylenme.”

 

Kılıçlarını aldılar ve odadan çıktılar. Koridor havanın iyice kapanmasıyla daha karanlık bir hâle bürünmüştü. Grotesk heykeller ve içi boş turnuva zırhları sanki yürüyenleri izliyordu. Sivina korkmuyordu ama hayalet hikâyelerine inanan insanlar için burada yaşamak hiç kolay olmasa gerekti.

 

“Sen de bir malikânede büyüdün. Büyük evlere alışkınsındır.”

 

“Bizimkisi bunun yanında kulübe sayılır,” dedi evini hatırlarken. “Şuraya bir bak, yürü yürü koridor bitmiyor. Yine de evet, bizimkisi de bir şövalye hanesine göre biraz büyüktü. Tüm kardeşlerime yetecek kadar oda vardı ama misafirlerin sayısı arttığı zaman kardeşlerim aynı odalarda yatmak zorunda kalıyordu.”

 

Çelise ile öğle yemeği yedikleri ilk günden beri Yu hayalet meselesini bir daha açmamıştı. Yu’nun hayalet hakkında konuşmaması, hadlerine olmayan bir meseleyle daha uğraşmayacakları anlamına geldiği için mutluydu. Buna rağmen onu uyarmak ve hayaletlerle uğraşmamasını sağlamak istiyordu ama Yu “Bana aileni anlat,” dedi ve yanaşıp koluna girdi.

 

“Babam bir şövalye,” diyerek başladı Sivina. “Arthur Ecues, Elhaven’de ünlü bir savaşçıdır. Annem de bir leydi, Edith Ecues. Aslında unvan olarak babamdan üst sevideydi fakat unvanını bırakarak babamla evlenmeyi seçmiş.”

 

“Ecues kızları aşka önem veriyor demek ki.”

 

Gülümseyip kocasının elini tuttu. “Yedi erkek kardeşim var. En büyük ağabeyim Hector, karısı Helena ve oğulları Adbael. Yeğenim şu anda beş yaşında olmalı. Ben ayrıldıktan sonra bir de Arisha isimli bir kızları olmuş.”

 

Yu’nun yüzü düşmüştü. “Annemin ismi,” dedi Sivina’nın elini sıvazlarken. “Helen, bu ismi hiç sevmiyorum. Mitolojide de kötü bir kadının ismi.”

 

Yu’nun ailesi hakkında çok az şey biliyordu. Zamanın geri sarıldığı Vermia kuşatmasında birlikte bir şeyler konuşmuşlardı fakat karısı olarak daha fazlasını bilmesi gerekirdi.

 

O günü hatırladığında, Yu’nun yüzü düşmüş olsa da Sivina tebessüm etti. Kucağına yatışını, orada uyuyuşunu ve başını karnına doğru çekişini hatırlıyordu. Bunu hayatında yaptığı tek sapıklık olarak görüyordu; bilerek başını bacaklarının arasına çekmiş ve iyi hissetmişti.

 

Daha sonrasında onun karşısına çıplak bir şekilde çıkıp tüm vücudunu göstermek ve aynı şekilde öpüşmek de sapkınlık olarak adlandırılırdı ama o an geldiğinde kendini çoktan her hâliyle Yu’ya teslim etmeye hazır olduğundan doğru ya da yanlış olmasıyla ilgilenmiyordu. Kendini sadece Yu’ya adamış, asla bir başkasıyla olmamaya karar vermişti.

 

“Nasıl bir mitolojiymiş bu?”

 

“Siyasi sitemlerini tam olarak hatırlamıyorum ama Yunanistan adlı ülkede bir sürü küçük krallık vardı sanırsam. Krallıklardan en güçlü olanın kralının kardeşi de farklı bir krallığı yönetiyordu ve güzelliğiyle dillere destan olan bir karısı vardı, Helen. Bir gün bu kadın, krallıklarına diplomatik amaçlarla gelen Truva ülkesinin prenslerinden Paris’e âşık oldu, kocasını ve çocuğunu bırakarak ülkesinden kaçtı. Sinirlenen kocası, kardeşinin desteği ile tüm Yunanistan krallıklarını toplayarak karısını geri almak için Paris’in ülkesi Truva’ya saldırdı. Bir adamın ve bir kadının iffetsizliği yüzünden bir sürü adam öldü, bir krallık çöktü.”

 

Derin nefesler aldı ve sağ elini kaldırıp ağzına götürdü. Ağzına götürdüğü şeyin boşluk olduğunu fark edince havaya üfledi ve elini Sivina’nın elinin üstüne geri koydu.

 

“Annemin öldüğünü mü söylemiştim?” diye sordu.

 

Sivina cevap vermeden önce başını salladı. “Evet, baban trafik kazası diye bir şeyde ölmeden önce.”

 

Yu acıyla dolu gözlerini gizlemeye çalışıyordu. “Teknik olarak yalan söylememişim,” dedi. “Benim için ölüydü, her ne kadar geri gelişini hayal etsem de… Ama geri gelmedi. Ben doğduktan sonra babamı terk edip kaçtı ve onun ben doğmadan önce bile babamı aldatması düşüncesi beni sinir ediyor, öfkelendiriyor.”

 

“Eğer annen sen doğmadan önce babanı aldattıysa-”

 

Bunun anlamı babasının aslında babası olmayışı olmaz mıydı? Neden bir kadın sevgilisinden olan çocuğu eski kocasına bırakıp kaçardı ki? Zaten kaçtığı adam çocuğun gerçek babasıydı ve oğlunu isterdi.

 

“Babamın oğluyum,” dedi Yu gayet sert bir şekilde, kuşkuya mahal vermiyordu. “Saçlarım onun saçları, gözlerim onun gözleri ama maalesef yüzümü annemden almışım.

 

Yu’nun yüzünü seviyordu ve Yu’nun annesi kötü ve iffetsiz bir kadın olsa da bugün kocası olan adama bu güzel yüzü verdiği için minnet duyabilirdi.

 

“Ablalarımın da benim de babamdan aldığımız bu renkler, hiçbir kuşkuya yer bırakmıyor. Zaten aldatmadan kastım, bana hamile olduğu dönem gerçekleşiyordu, muhtemelen. Sonra da bir üvey kardeşim olmuş. Bir piçle aynı kanı taşımak beni öylesine delirtiyor ki!”

 

Şimdiye kadar onun yüzünde biraz acı görmüştü, şehveti yattıkları her seferde görüyordu ki bunu gizlemesinin mümkün olduğuna inanmıyordu ama evlendiklerinden beri ilk kez öfke görüyordu.

 

“Yine de kınadığın eylemleri gerçekleştirdin.”

 

Eğer annesinin zinasına kızıyorsa kendisi de aynı günahı işlemişti, eğer gayrı meşru bir çocuk yapmasına kızıyorsa kendisi de aynı günaha bulaşmıştı. Kızdığı, kınadığı her şeyi yapmıştı ve pişmanlığını kaç defa dile getirirse getirsin yapmış olduğu gerçeği değişmeyecekti.

 

Bu noktada sert olmaktan kaçınabilir, onun moralini düzeltmek için çalışabilirdi fakat kendisi de sinirliydi ve Yu cezalandırılmak istiyordu. Kocasına karşı samimi olmak ve öfkesini içine atıp daha sonra büyük kavgalar başlatmamak için içinden gelenleri şimdi söylemesi gerekiyordu.

 

“Kınadığım şeyi yapmış olmak, nefret ettiğim şeye dönüşmek… Canımı sıkıyor.”

 

Sivina’nın ailesi hakkında konuşmak yerine Yu’nun ailesi hakkında konuşmaya başlamışlardı. Sivina ailesini anlatırken mutlu olsa da Yu kendi ailesini anlatırken acı çekiyordu.

 

“Sonra ablalarınla mı yaşadın?”

 

Yu başını hafifçe salladı. “Yetimhanede uzun bir süre kaldıktan sonra iş buldular ve beni yanlarına aldılar. Keşke seni onlarla tanıştırabilseydim, bugün onlar hakkında tek istediğim şey bu. Karımı görmelerini, onunla konuşmalarını isterdim.”

 

Sivina da isterdi; hatta annesiyle tanışmayı bile isterdi. Yu ile ilgili olan her şeyi bilmeyi, onu kendisini tanıdığından bile iyi tanımayı isterdi. Ne yazık ki akrabalarıyla tanışmak gibi bir şansı kalmamıştı. Onlar farklı bir dünyada ölmüş kişilerdi ve haklarında yalnızca Yu’nun anlattıklarını bilebilirdi.

 

Ama kanını paylaştığı akrabaları ölmüş veya onu terk etmiş olsa da hâlâ akrabaları vardı. Evlilik yoluyla Sivina’nın ailesi onun ailesiydi; babası onun babası, annesi onun annesi, kardeşleri onun kardeşiydi. Henüz tanışmamış olsalar bile uzak bir ülkenin küçük bir sınır bölgesinde geniş bir ailesi vardı.

 

Onları tanıştırmayı hayal etmek bile yüzüne gülümseme getiriyordu. Babası kızının farklı bir soyadıyla karşısına çıktığını gördüğünde ne yapacaktı? Yu’yu kesinlikle zararsız bir kılıç dövüşüne çağırıp kızını vermenin hıncını çıkaracağına emindi. Annesinin ise onu seveceğini düşünüyordu, onu sekizinci oğlu olarak görecekti. Ne yapacağını kestiremedikleri ise kardeşleriydi. Benzer karakterlere sahip olsalar da her biri farklı kişiydi ve Sivina her yeni doğan kardeşiyle daha az vakit geçirmişti, onlar adına konuşmak zordu.

 

“Senin ailen hakkında konuşmak istiyordum ama konu benimkine geldi,” dedi uzun koridorları geçip malikânenin kapısına geldiklerinde. “Öyleyse anlatmaya devam edeyim; ablalarımın ölümü okulun tatil dönemine denk geldiği için sonrasında bir işe girmiştim. Burs alıyor olsam da ablalarımın eve getirdiği para kesilince sıkıştığımı hissettim ve kafamı dağıtmam gerekiyordu, bir iş yardımcı olabilir diye düşündüm.”

 

“Ne iş yaptın?”

 

“Tezgâhtarlık. Gelen müşterilerin ödemelerini alıyordum. Yarı zamanlı bir iş olduğu için evde oturacak zamanım da oluyordu ama ben evde tamamen boş otururdum. Belki tam zamanlı çalışsaydım uyku düzenim bozuk olmazdı.”

 

Uyku düzeni bozukluğu çok karşılaşılan bir sorun değildi ve Sivina bunun çalışmak zorunda olmayan bir zenginin hastalığı olduğunu düşünürdü. Çalışmak zorunda olan kişi sabah erkenden uyanmak zorundaydı ve çalıştığı esnada uyuyamazdı. İster istemez günün doğumuyla uyandığı ve batışıyla uyuduğu düzeni sağlıyordu.

 

“Boş zamanlarımı da iyi değerlendirmiyordum. Bisiklet sürmek haricinde yaptığım fiziksel bir aktivite yoktu, bir de mastürbasyon, fizikselden sayılırsa.”

 

“Mastürbasyon?”

 

Yu elini kaldırdı ve bacaklarının arasına götürüp bir şeyi avuçlar gibi yaparak ileri geri salladı. Sivina ne demek istediğini maalesef anlamıştı. Yüzü buruştu ve Yu’nun böyle bir şey yaptığına inanamadı. Bir de bunu utanmadan söylediğine inanamıyordu.

 

Konunun üstünde durmadan kapıyı açtı ve hemen önlerinde, yağmurun altında bekleyen muhafızla karşılaştı. Adam başını çevirip çıkanlara bakmış ve ikisini görünce hiçbir tepki vermeden önüne dönmüştü. Bir şimşek çakıp bir yıldırım uzak bir yere düşerken yağmurun altında ilerleyip iki ejderha heykelinin önünden geçtiler, sağa döndüler ve malikâneden çitlerle ayrılan ama hâlâ surların içinde olan diğer yarıya girdiler.

 

Burada küçük evler, ahırlar, depolar, sadece malikânenin işleri için çalışan atölyeler vardı. İleride çocukların oynaması için küçük bir alan bile inşa edilmişti ama oraya doldurulan kumlar, yağmur yüzünden çamura dönmüştü.

 

Önlerindeki kuyuyu geçtiklerinde birkaç ağaç onları karşıladı ama yalnızca bir tanesi çalışmaları için mükemmel durumdaydı. Dalları bol ve kalındı, Yu’nun ağırlığını taşıyabilirdi. Ağacın önünde durduklarında Sivina kocasının tutunacağı dalın üstündeki başka bir dala çıktı ve baş aşağı sarktı. Uzun gümüş saçları aşağı düşüyordu.

 

“Her seferinde bir öpücük alacak kadar yükselmen gerekiyor,” dedi tersten bakarken. “Bu diğerlerinden zor olduğu için otuzla sınırlıyorum ama fazlasını yapabiliyorsan durma, tıkanana kadar devam etmen gerekiyor. Sonra biraz daha yaparsın, biraz daha, ellerin titreyene ve artık vücudun çalışmayı reddedene dek.”

 

“Bununla ilgilendiğimden değil ama aynı kas gruplarını ayrı günlerde çalıştırmak gerekir diye biliyorum,” diyerek barfikse başladı. “Kolum zaten yoruldu. Bunun yararlı olacağına emin misin?”

 

“Ben öyle bir şey bilmiyorum,” dedi ilk öpücüğünü alırken. “Hem ustanı sorgulayamazsın,” dedi ikincisinden sonra. Üçüncüsünden sonra “Ustalarını sorgulayanlar…” diye başladı ki dördüncü geldi. “…dayağı hak eden çıraklardır.”

 

Hızlı başlamıştı, kolaymış gibi yapıyordu. Sivina nedeninin sol kolu olduğunu biliyordu, sağ koluna kıyasla daha güçlüydü ve işleri kolaylaştırıyordu.

 

“Kolay yapıyorsun,” dedi sayıyı arttırmaya karar verince. “Sol kolundan destek alman haksızlık, o yüzden sayıyı altmışa çıkarıyorum.”

 

“İki katı. Kendimi böyle yormam doğru mu?” diye sordu öpücüklerin arasında. “Dövüşmemiz gerektiğinde yorgun olacağım.”

 

“Dövüşmemiz gerektiğinde vücudunun yorgunluğunu unutacaksın,” diye karşı geldi. “Kanında dolaşan heyecan, yaşama arzusu ve düşmana karşı beslediğin öldürme isteği; sana hastalığını unutturacak, yorgunluğunu unutturacak ve vücudunu görmezden geleceksin. Ancak bu şekilde potansiyelinin üstüne çıkıp hayal ettiğin güce ulaşırsın. Vücudunu görmezden gel, Yu.”

 

Gerçek bir asker böyle yapardı, vücudunun onu durdurmasına izin vermezdi. Hayatta kalmak istiyorsa Yu da görmezden gelmeli, vücudunun onu yavaşlatmasına izin vermemeliydi. Böylece en sonunda o da tüm büyük savaşçıların ne hissettiğini anlayacak seviyeye ulaşabilirdi. Ruhu ne yere ne de göklere sığmayacak hâle gelene dek devam ettiğinde zirveye ulaşacaktı.

 

“Adımı söyleyişini seviyorum,” dedi şimşekler çakarken. Yavaşlamaya başlamıştı, yüzü kızarıyordu. Yağmur yüzünden ne kadar terlediğini anlayamıyordu ama bayağı terlemiş olmalıydı.

 

“Karın seni öpmek istiyor, iyi bir koca ol ve devam et.”

 

Bu işi sevmişti, kendisi de antrenmanı sırasında Yu’dan aynı şeyi isteyecekti. Her öpücük devam etmesi için ayrı bir güç veriyordu fakat öpücüklerden aldığı gazla bunu abartırsa estetik bedenini erkeksi bir hâle sokabilirdi, dikkatli olmalıydı.

 

“Siz delirdiniz mi be!”

-------------------------

17.02.2023 – 01:10






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr