Bölüm 453: Güneş Avcısını Avlamak!

avatar
1749 5

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 453: Güneş Avcısını Avlamak!


“Dikkatli ol Jiang Chen! Bu alevler orijin âleminin alevleri! Ruh âleminden gelen alevlerin kesinlikle karşı koyamayacağı bir şeydir bu!” Bin Akbaşlı kendisini uyarı niteliğinde konuşmaktan alıkoyamamıştı.

 

Dan Chi her ne kadar sakin görünse de kendisi de içten içe biraz endişeliydi.

 

Feng Beidou’nun hediyesini elde ettikten sonra Güneş Avcısının gücü daha da artmıştı. Zaten aksi takdirde Güneş Avcısı bu kadar güçlü bir saldırı yapamazdı.

 

Eğer Jiang Chen orijin âlemine geçmeden evvel bu karşılaşmaya çıksaydı kesinlikle bu saldırıya karşı nilüferi kullanamazdı.

 

Fakat şu anda…

 

Jiang Chen orijin âlemine geçtikten sonra nilüferin gücü de azımsanamayacak derecede artmıştı.

 

Zaten nilüfer en baştan beri göksel bir ruh yaratığıydı. Ruh İncisi isimli bu eşya bile nilüferden daha güçsüzdü.

 

Fakat nilüfer şu anda tam potansiyeline henüz yükselememişti.

 

Jiang Chen orijin âlemine geçtikten sonra henüz bu yeteneğini tam olarak orijin kökenine entegre edememişti.

 

Jiang Chen şu anda aklını tamamen Güneş Avcısını yok etmeye kullanıyordu.

 

Feng Beidou’nun Güneş Avcısına verdiği eşyanın ne olduğu Jiang Chen’in gözünde önemsizdi.

 

Jiang Chen’in dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme oluştu.

 

Aniden Jiang Chen’in etrafını sarmış olan nilüferden vınlama sesleri yükseldi ve toplamda yetmiş iki adet dal ortaya çıktı, manzara sanki yetmiş iki adet küçük ejderin topraktan göğe yükselmesi gibiydi.

 

Oyuz altı adet ateşli nilüfer dalı dış katmanda dizilmiş, otuz altı adet buzlu nilüfer dalı ise iç katmanda dizilmişti, Jiang Chen ise bu formasyonun tam merkezindeydi.

 

Gelişmiş nilüfer doğaüstü bir auraya sahipti.

 

Taç yapraklar sürekli olarak hem yer değiştiriyor hem de dönme hareketi yapıyordu ve devasa boyuttaydılar.

 

Buzlu dallar Jiang Chen’in etrafında bir koruma kalkanı oluşturmuştu, alevli dallar ise daha yüksekte duruyordu ve Jiang Chen’in rahat hareket edebilmesi için alan savaşı veriyorlardı.

 

Nilüferin yaprakları ve dalları yıllardır yemek yememiş aç bir kadim canavarın ağzı gibi açılmıştı, kafataslarının püskürttüğü her bir mavi alev parçasını anında yutuyorlardı.

 

Manzaranın tanımı yapılacak olsa mavi alevlerin keçiboynuzu gibi sarkan uzun parçalar olduğu ve nilüferler yapraklarının ise bu keçiboynuzlarını toplayan kuşlar olduğu söylenebilirdi.

 

Otuz altı adet nilüfer dalı aynı anda hareket ettiğinde etkileri inanılmaz dereceye yükseliyordu.

 

“Hmm?” Feng Beidou manzara karşısında oldukça şaşkındı: “Bu nilüfer oldukça garip ve ürkütücü görünüyor, acaba nedir bu?”

 

“Bu nilüfer hem ateş hem de buz özlerine sahip bir ruh yaratığı!” Dan Chi ise heyecanını artık gizleyemez duruma gelmiş ve sesini hafifçe yükselterek konuşmuştu: “Jiang Chen kesinlikle muhteşem parlak bir geleceğe sahip!”

 

Jiang Chen’in Güneş Avcısının saldırısına karşı dayanabildiğini gören kalabalıktakilerin hepsi de şaşkındı.

 

Güneş Avcısı kendisine verilen Ruh İncisi sayesinde saldırılarının gücünü iki katından daha fazlasına çıkarabiliyordu.

 

Bu güçteki bir saldırı onu yeryüzü dereceli bir orijin âlemi uygulayıcısı ile aynı güce taşıyordu aslında.

 

Fakat Jiang Chen isimli bu genç henüz yirmili yaşlarının başında olmasına rağmen bu kaliteli ve güçlü saldırıyı karşılayabilmişti.

 

“Ne?” Güneş Avcısı gözlerine inanamıyordu, Jiang Chen’in bu nilüfere sahip olduğunu daha önceden de biliyordu, bundan dolayı en güçlü saldırısını kullanmıştı.

 

Fakat bu göksel alev karşı taraf tarafından tamamen absorbe edilmişti. Bu durum elbette Güneş Avcısının kendine olan güvenini sarsmıştı.

 

Bu hamlesi en çok gurur duyduğu ve başarılı olacağından kesinlikle emin olduğu bir hamleydi.

 

Eğer Jiang Chen bütün gücünü kullansaydı ve bu şekilde zorlanarak bu saldırıyı savuşturmuş olsaydı Güneş Avcısı bu kadar şaşırmazdı.

 

Fakat Güneş Avcısının bütün saldırısı sanki pamuk yumağına yumruk atmış gibi etkisiz kalmıştı.

 

Jiang Chen çok sarsılmadan ve zorlanmadan, sadece nilüferi en üst potansiyelinde uygulayarak bunu başarmıştı.

 

Aslında Jiang Chen’in kendisi de nilüferin dallarının ve yapraklarının hiç zarar almadan bu saldırıyı savuşturmuş olmasına şaşırmıştı.

 

Jiang Chen orijin âlemine geçtiğinde nilüferin gücünün arttığının farkındaydı fakat absorbe etme hızının ve şiddetinin bu kadar arttığını henüz yeni fark ediyordu. Zaten bundan dolayı alevli dalları dış katmana koymuştu, bu katmanın Güneş Avcısının saldırısı sonucunda yıkılacağını düşünmüştü, bundan dolayı buzlu dallarla içeride bir de savunma katmanı oluşturmuştu.

 

Jiang Chen bile nilüferin bu kadar güçlü şekilde savunma yapabileceğini düşünememişti.

 

Jiang Chen şu anda kendine çok daha fazla güveniyordu, gülerek konuştu: “Yaşlı köpek Güneş Avcısı! Eğer elinden gelen buysa, bu durumda seneye bugün senin ölüm yıl dönümünü anmak için tören düzenlenecek haberin olsun!”

 

Otuz altı adet alevli nilüfer dalı Güneş Avcısının saldırısından gelen alevleri de absorbe ettikten sonra artık daha da güçlenmiş ve büyümüşlerdi. Her bir nilüfer dalı artık açgözlü ve obur birer kadim canavar gibi görünüyordu.

 

Güneş Avcısı nilüferlerin kendisine yaklaştığını görünce derin bir nefes aldı, geçen seferki karşılaşmalarında nilüferin gücünün şimdiye göre çok daha az olduğunu anlamıştı.

 

Geçen sefer kılıcını savurduğunda birkaç tane nilüfer dalını tek seferde kesebiliyordu, şimdi ise durum çok daha zordu.

 

Otuz altı adet nilüfer dalı durmaksızın büyümeye devam ediyordu, birbirlerine dolaşıyor ve örgü örer gibi bir hamle yapıyorlardı, kaşla göz arasında dar bir kafes formasyonu oluşturdular.

 

En korkutucu olan şey ise dallar Güneş Avcısına yaklaştıkça daha da kalın bir hal alıyor ve bir insanın uyluk kemiği kadar kalın hale geliyordu.

 

Nilüfer dalları gerçekten de önceki sefere göre çok daha azimli bir çalışma sergiliyordu.

 

Güneş Avcısı hamlesini yaparak kenara kaymaya başladı.

 

Bu hamle ile bir nilüfer dalı kesilmişti ve yere düşmüştü.

 

Fakat Güneş Avcısının momentumu da yavaşlamıştı. Bu hamleyi yaptığında kollarında neredeyse hiç güç kalmamıştı.

 

“Bu nasıl mümkün olabilir? Geçen sefer bir hamle ile birkaç tane dalı kesebiliyordum, şimdi ise gücümün yüzde yetmişini kullandığım halde sadece bir dalı kesebildim.”

 

Güneş Avcısı bunu düşünürken diğer dallar yine etrafını sarmıştı, sanki adamı ezmek istiyor gibi sürekli olarak barındırdıkları alanı daraltıyorlardı.

 

Güneş Avcısının az evvel kestiği dal ise bir titreme ile tekrar kendine gelebilmişti.

 

Buz’un Alevli Kalbi yok edilmediği sürece zaten nilüferin dallarını ve yapraklarını kesmek boşuna bir çabaydı.

 

Güneş Avcısı bu manzara karşısında paniğe kapılmıştı.

 

Nilüferin bu gelişmiş ve daha azimli hali Güneş Avcısının kesinlikle tahminlerinin dışındaydı.

 

Kılıcını savurmaya devam etti, her hamlesinde bir dalı kesiyordu, fakat bir süre sonra gücü tükeniyor ve hızı artık nilüferin yenilenme hızına yetişemiyordu.

 

Etrafındaki alan bir süre sonra iyice daralmıştı, iyice dar bir çember içerisinde hareket etmeye zorlanıyordu Güneş Avcısı.

 

Feng Beidou bu manzara karşısında kederlenmişti, Jiang Chen’in ne kadar olağanüstü bir potansiyele sahip olduğunu artık görebiliyordu.

 

Dan Chi’nin duyguları ise tam tersi yönündeydi.

 

Dan Chi’nin gözleri savaşı izliyor olsa da bilincini ortamdaki kişilerin konuştuklarına yoğunlaştırmıştı ve Devasa Muhitin gençlerinin tepkilerini de ölçüyordu, içinden düşündü: “Hehe! Devasa Muhitin gençleri her daim kendilerini daha üstün gördüler ve on altı krallığın genç nesline hiç önem vermediler. Şimdi ise Jiang Chen’in performansını izleyince fikirleri değişmiş olmalı.”

 

Durum tam da Dan Chi’nin düşündüğü gibiydi, Devasa Muhitin gençleri Jiang Chen’in performansı karşısında şaşkındı.

 

Elbette daha evvel Jiang Chen’in dâhi unvanını duymuşlardı, fakat şimdi bu unvanın Devasa Muhite neden yayıldığını anlayabiliyorlardı.

 

Devasa Muhitin en güçlü dâhisi bile Jiang Chen’in potansiyel hususundaki üstünlüğünü kabul etmek zorundaydı.

 

Feng Beidou’nun ifadesi karanlıktı, onun hemen arkasında duran Zuo Lan ise sanki derin bir kuyuya düşmüş gibi hissediyordu.

 

Güneş Avcısı başarısız olursa Gök Topluluğunun on altı krallıktaki planları da başarısız olacaktı.

 

Bu işin doğuracağı sonuçlardan Zuo Lan da kesinlikle etkilenecekti.

 

Bunları düşünen Zuo Lan konuştu: “Güneş Avcısı, eğer bu maçı kazanamazsan Mor Güneş Topluluğu senin mezarın olacak!”

 

Güneş Avcısı bunu duyunca şaşırdı, kalbindeki keder gittikçe büyüyordu. Zuo Lan ile Feng Beidou’nun fikirleri ille de aynı olacak diye bir kural yoktu, fakat oldukça yakın şeyler düşünecekleri belliydi.

 

“Gök Topluluğunun elçileri taştan bir kalbe sahip, bu maçı kaybedersem gerçekten de bu benim sonum olacak!”

 

Güneş Avcısı endişe içerisinde yanıyordu, kullandığı yöntemler karşısındaki bu nilüferi yenebilecek cinsten değildi.

 

Nilüfer etrafını sardığında artık ne yapacağını bilemez haldeydi.

 

Geçmişte yaşanan olaylar gözünün önünden geçmeye başlamıştı ve öfkesi gittikçe artıyordu.

 

“Jiang Chen!” Güneş Avcısı bağırırken gözlerinden neredeyse alev fışkırtacaktı: “Bu kadar erken sevinme! Ben ölürsem bile seni de yanımda götüreceğim!”

 

Güneş Avcısı artık kararını vermişti, kendisi ölse bile Jiang Chen’i de yaşatmayacaktı.

 

Jiang Chen bu sözler karşısında alaycı şekilde elini salladı, patlayıcı bir altın renkli ışık huzmesi gönderdi.

 

Bu ışık huzmesi bir sonraki saniyede bir fırtınaya dönüştü ve bütün alanı etkisi altına aldı.

 

“Ha? Bu da ne?”

 

Ortamdaki herkes bu ani gelişme karşısında şaşkındı, altın renkli ışık huzmesi bir anda altın renkli bir fırtınaya dönüşmüştü.

 

Güneş Avcısı şu anda sanki bir bataklığa batmış gibi hissediyordu, vücudunu kontrol edemiyordu.

 

“Hayır! Bu çocuk bu sefer hangi şeytani numarayı kullandı şimdi?” Güneş Avcısı kükrüyor ve bağırıyordu, vücudundaki qi enerjisini kullanmaya çalışıyordu fakat bütün çabaları nafileydi, az evvel intihar saldırısı yaparak Jiang Chen’i de beraberinde öldürmeye çalışacaktı fakat artık buna bile fırsatı kalmamıştı.

 

Jiang Chen’in bu saldırısı manyetik fırtınaydı, tıpkı bir bataklık gibi bir ortam oluşturarak rakiplerinin hareketlerini kısıtlıyordu.

 

Altın renkli ışık huzmesi şekil değiştirerek bir girdap oluşturdu, Güneş Avcısının vücuduna doğru ilerledi.

 

Girdap Güneş Avcısının vücuduna ulaştığında acı bir çığlık duyuldu, bir sonraki saniyede ise arenanın etrafına kan fışkırmaya başlamıştı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44355 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr