Bölüm 436: Jiang Chen Kapalı Alan Yetişiminden Çıkıyor, Tüm Gücüyle Saldırıyor!

avatar
1784 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 436: Jiang Chen Kapalı Alan Yetişiminden Çıkıyor, Tüm Gücüyle Saldırıyor!


Xie Tianshu, mağlup oldu!

 

Gu Xiong kılıç aurasıyla başarılı şekilde başa çıkmıştı ve Wu Chen’den daha farklı bir strateji izleyerek galip olmuştu. Xie Tianshu’nun peşinden koşmamış, onun arenadan düşmesini izlemişti.

 

“Zayıf, çok zayıf… Topluluğun başkanı bile bu kadar güçsüzse benimle başka kim savaşabilir ki?”

 

Gu Xiong gururlu şekilde konuşuyordu ve sözlerindeki anlam aşağılayıcıydı. Bu durum üç büyük topluluktaki herkesin onun bakışlarından kaçınmasına sebep olmuştu.

 

“Başka kim var?”

 

Zuo Lan gülümseyerek alkışladı ve konuştu: “Dokuz mücadele anlaşmasının sadece üç maçını tamamlayabildik. Sizin üzerinizde baskı kurduğumu ya da zorbalık ettiğimi düşünmeyin. Elinizde kim varsa, istediğiniz kişiyi gönderin. Sizler bence artık Gök Topluluğu karşısındaki ağır yenilginizi ve zayıflığınızı kabul etmelisiniz.”

 

Bu sözler her ne kadar alaycı ve kibirli gibi görünse de aslında sadece gerçekleri belirtiyordu, Gök Topluluğunun ne kadar üstün olduğu açıkça görülebiliyordu. Bu durumu elbette gizlemek için uğraşmıyordu Zuo Lan, fakat Zuo Lan karşı tarafı küçümsemeye çalışmadığı halde bu durum yine de üç büyük topluluk için oldukça aşağılayıcıydı.

 

“Mağlubiyetimizi ve ağır üstünlüğümüzü kabul etmek mi? Hah!” Dokuz Aslan bunu reddeden ilk kişi oldu: “Sizin nereden geldiğinizi ya da ne kadar güçlü olduğunuzu umursamıyorum! Ben şunu biliyorum ki on altı krallık bölgesi her daim bizim bölgemiz olmuştur. Sizin buraya gelip üstünlük taslamanızı ve burayı kontrol altına almanızı reddediyorum!”

 

“Demek reddediyorsun?” Zuo Lan’ın suratı soğuk bir ifade aldı: “Demek reddediyorsun ha? Bu durumda müritlerini gönder de hepsi yenilsin, bizim üstünlüğümüzü bu şekilde görebilirsin! Sanırım sen Devasa Ruh Topluluğunun Dokuz Aslan isimli Ata kişisisin. Sen sırf orijin âleminden olduğun için kendini bir şey mi sanıyorsun?”

 

Zuo Lan bir süre konuşmasına ara verip tekrar devam etti: “Sizce benim Gök Topluluğuma katılmak bir tür aşağılayıcı hamle mi? Söylemeliyim ki, siz bu konu hakkında çok kafa yoruyorsunuz! Sizin seviyenizdeki birisi bizim Gök Topluluğumuzda devede kulak gibidir. Bizim topluluğumuzda sizin seviyenizdeki insanları parmağının bir hareketiyle yok edebilecek kaç kişi olduğu sayılamaz derecededir. Sizce sizleri kontrol altına alabilmek için kaba kuvvet mi uygulayacağım? Sizin benim topluluğuma katılmanız bana bir şey mi katacak sanıyorsunuz? Sizin canınızı bağışlamak istememin sebebi, böylesine ıssız ve güçsüz bir bölgenin bile korunmaya ihtiyaç duyuyor olmasıdır. Sizler sadece benim Gök Topluluğumda koruma görevi için seçtiğin bekçi köpeklersiniz. Ne kadar güçlü olduğunuz fark etmez, benim Gök Topluluğumun asıl güçlü olan uzmanları buraya gelip sizinle uğraşmaya bile tenezzül etmez.”

 

Bekçi köpekler!

 

Bu sözler ortamdaki üç büyük topluluğun elemanlarını kalpten bıçaklamış kadar acıtmıştı.

 

Mor Güneş Topluluğunun elemanlarının bile bazılarının suratında garip bir ifade oluşmuştu. Fakat onlar yine de aslında Gök Topluluğunun bekçi köpekleri olduklarının farkındaydılar.

 

Şu anki durumları bile aslında Gök Topluluğunun onlara verebileceği maksimum değeri içeriyordu. Eğer Gök Topluluğu sinirlenseydi, onların topluluğundan gelecek olan herhangi bir uzman kişi on altı krallık ittifakını tek başına yerle bir edebilecek durumdaydı.

 

“Boş konuşmayı kesin! Dokuz mücadeleden altı tanesi duruyor hâlâ! Ya bu mücadeleleri de yapın ya da teslim olun!” Zuo Lan’ın suratında sinirlenme belirtileri başlamıştı.

 

Aurasını yaymaya başlamıştı, yeryüzü orijin âleminden gelen baskı oldukça etkileyiciydi. Ortamdaki herkesin kalbini hızlı attırmaya başlamıştı.

 

Ata kişiler bile halsiz hissetmeye başlamıştı bu auranın karşısında. Neredeyse kusacak seviyeye gelmişlerdi.

 

Ruh âlemindekiler ise kendilerini kontrol edememiş ve hem terleyip hem de kusmaya başlamışlardı.

 

Aslında Zuo Lan’ın bulunduğu seviye Ata kişilerden sadece bir adım uzaktaydı fakat Zuo Lan’ın barındırdığı güç ve aura karşısında yine de eziliyorlardı. Yeryüzü derecesinin farkı burada ortaya çıkıyordu işte!

 

“Bu çok kötü, Zuo Lan her ne kadar sadece dördüncü seviyede orijin âlemi uygulayıcısı olsa da bizim bildiğimiz yeryüzü derecesinden üç-dört kat daha fazla güce ve auraya sahip! Onun barındırdığı güç tek başına bizim dördümüzü alt edebilecek durumda. Bunun üzerine bir de hain Güneş Avcısının gücü eklenince, eğer bir savaşa girersek kesinlikle kaybedeceğiz demektir!”

 

Ye Chonglou’nun düşünceleri beyninde hızlı şekilde dolaşıyordu. Fakat bir anda aklında bir ilham kaynağı bulmuştu!

 

“Durun!”

 

Ye Chonglou elini sallayarak konuşmuştu.

 

Zuo Lan’ın bakışları donuktu, Ye Chonglou’ya dönerek konuştu: “Ne? Yoksa ilk pes edecek kişi olmaya mı karar verdin? Güzel… Zamanında karar verenlerin akıllı olduğu söylenir. On altı krallık bölgesi sadece küçücük bir kara parçası. Burada doğmuş kişiler minik karakterler olmak zorundalar, onların kaderinde var bu! Benim Gök Topluluğumun sancağı altında toplanmak sizin için çok büyük ve kıymetli bir fırsat olacak! Eğer bize katılıp yeterince efor sarf ederseniz, belki de ileride büyük bir servete sahip olabilirsiniz. Bu şekilde davranmak aynı zamanda sizlerin atalarınızı da onurlandırdığınız bir hareket olur. Bu küçük bölgede tıpkı kuyunun dibindeki kurbağalar gibi yaşamaktan daha iyi değil mi benim söylediklerim?”

 

Ye Chonglou’nun ifadesi mutluydu: “Elçi Zuo, bu konuda çok kafa yoruyorsunuz. Teslim olmak mı? Ben uzun süredir bu hayatı yaşıyorum ve atalarıma ve doğduğum topraklara ihanet etmek gibi bir niyetim yok!”

 

Zuo Lan’ın kaşları ve kirpikleri sinirden titremeye başlamıştı: “O halde benimle dalga mı geçmeye çalışıyorsun sen?”

 

Ye Chonglou üzerine gelen auranın karşısında direniyordu: “Az evvel dokuz maçın sadece üçünü tamamladığımızı söyledin, henüz anlaşmamız bitmemişken neden zafer ilan ediyorsunuz?”

 

“Ne yani? sen topluluklarınızda hala savaşmaya gönüllü olan kişilerin olduğunu mu iddia ediyorsun?”

 

“Evet!”

 

Ye Chonglou’nun ‘evet’ derkenki sesi sanki iki kişiden çıkmış gibiydi, bir tanesi bulundukları ortama yakın, diğeri ise uzaklardan gelen bir ses gibiydi.

 

Uzaktan gelen ses bir başkası tarafından söylenmişti fakat tam da Ye Chonglou’nun konuştuğu anda konuşmuştu.

 

Ye Chonglou ise uzaktan gelen bu sesi duyduğunda yüzünde gülücükler açtı: “Jiang Chen! Sonunda kapalı alan yetişiminden çıktın demek!”

 

Ye Chonglou sevinç çığlığı atmıştı! Jiang Chen sırtında isimsiz kılıcıyla beraber hızlı şekilde ortama gelmiş ve olayların tam merkezinde durmuştu.

 

Bu gelen Jiang Chen’in kaşları uzun ve baskın bir görünüme sahipti. Gözleri kutsal bir ışıkla parlıyordu, yirmi yaşındaki vücudu oldukça dengeli ve uzundu. Hangi yönden bakılırsa bakılsın harika bir haldeydi.

 

Jiang Chen’in gelişi diğer toplulukların da ilgisini çekti. Az evvel yüzlerinde ümitsizlik ve çaresizlik olan topluluk elemanları şimdi birazcık da olsa mutlu olabilmişlerdi. Sanki karanlık bir mağarada bir meşale yanmış gibiydi, ortama aydınlık hâkim olmuştu, ortamdaki herkesin içinde umut yeşermişti.

 

Zuo Lan ise bu esnada kesinlikle hiç kimsenin gelebileceğini düşünmemişti.

 

“Sen de kimsin?”

 

Jiang Chen hafifçe gülümsedi: “Asıl sen kimsin?”

 

Jiang Chen’in gelişini gören Mor Güneş Topluluğu elemanlarının yüzünde ise nefret dolu bakışlar oluşmuştu.

 

“Usta Zuo Lan, bu hayvan herifin ismi Jiang Chen! Gök Topluluğunun favori elemanı olan doğuştan gelen potansiyele sahip Long Juxue’yi bu alçak adam öldürdü!” Güneş Avcısının gözleri Jiang Chen’i görünce kıpkırmızı olmuştu. İçinde ileri atılıp Jiang Chen’in kalbini sökmeye dair müthiş bir dürtü hissediyordu. Cansız bedenini binlerce parçaya ayırıp köpeklere yem etmek istiyordu.

 

“Jiang Chen demek ha? Sen şu meşhur dâhi kişisin?” Zuo Lan kibirli bakışlarla Jiang Chen’i süzdü: “Sen daha ruh âlemi seviyesindesin, fakat bu üç topluluk senin gelişini sanki kurtarıcıları gelmiş gibi karşıladı. Ne yani minik bir ruh âlemi uygulayıcısı olarak sen mi kurtaracaksın bu ucubeleri?”

 

Zuo Lan’ın ses tonu küçümseme ile doluydu, Jiang Chen’in kesinlikle yetersiz birisi olduğunu düşünüyordu. Sonuçta kendisi yüksek bir noktadan gelmişti, Gök Topluluğunun elçisiydi ve yeryüzü orijin âlemindendi. Doğal olarak Jiang Chen gibi minik bir ruh âlemi uygulayıcısı olan karakteri önemsemiyordu.

 

Zuo Lan’ın gözünde, orijin âleminde olmayan herkes birer karıncaydı.

 

Bundan dolayı Zuo Lan Jiang Chen’in gelişinin tıpkı bir kurtarıcının gelişi gibi karşılanmasını gülünç bulmuştu.

 

Jiang Chen’in tavrı ise umursamazdı, yeryüzü orijin âleminin uyguladığı baskıdan hiç etkilenmiyor gibiydi. Yedi günlük bir kapalı alan yetişimine girmişti ve Kızıl Şafağın Kutsal Meyvesini kullanarak direkt olarak dokuzuncu seviyeyi aşmış, ruh âleminin zirvesine tırmanmıştı. Şu anda sahip olduğu kaliteli dövüş yetenekleri sayesinde Ruh Kralı olarak isimlendirilse bile uygun olurdu.

 

Fakat Ruh Kralı unvanı sadece savaşta başarılar elde ederek kazanılabilecek bir unvandı.

 

Jiang Chen şu anda güç ve yetenek açısından Ruh Kralı olmayı hak ediyordu fakat tek eksiği zafer kazanmış olmaktı, yani yeterince tecrübesi yoktu. Bu tecrübeyi de ancak kendi seviyesindeki uygulayıcıları alt ederek kazanabilirdi ve bundan sonra kendisine Ruh Kralı unvanı verilecekti.

 

Zuo Lan’ın aurası güçlüydü, fakat Jiang Chen’in defalarca seviye atlamasının üzerine kalp Dao’su müthiş derecede sağlamlaşmıştı. Şu anda kalp gücü kendi seviyesindeki kişilerden on kat daha güçlüydü.

 

Bunun üzerine bir de Manyetik Dağdan absorbe ettiği enerji eklenince, şu anki durumu olağanüstü derecede üstündü.

 

“Kurtarıcı mı?” Jiang Chen kayıtsız şekilde güldü: “Ben kurtarıcı falan değilim, fakat aynı zamanda sen de zaten bu insanları mahvedecek bir felaket de değilsin.”

 

Ye Chonglou söze girdi: “Elçi Zuo, dokuz mücadele anlaşması hala yürürlükte. Şimdi bizim adayımız geldiğine göre, neden hala orada dikilip sözlü sataşma peşinde koşuyorsunuz?”

 

Zuo Lan bu sözler karşısında homurdandı: “Madem öyle diyorsun, demekki sonuna kadar yenilmediğiniz sürece bizim üstünlüğümüzü kabul etmeyeceksiniz demektir. Anladığım kadarıyla bu Jiang Chen sizin son umudunuz. Fakat sizi uyarmalıyım, bu çok güvendiğiniz Jiang Chen denen adam sadece bir sizin gözünüzde büyüttüğünüz bir karakter. Tek bir dürtme ile patlayacak bir balondan başka bir şey değil!”

 

Zuo Lan konuşmasına bir süre ara verip devam etti: “Gao Xiang, Gu Xiong, Wu Chen! Hanginiz savaşmaya gönüllü?”

 

“Ben!”

 

“Ben!”

 

“Ben!”

 

Üç adet gri cüppeli adam ileri adım atarak bakışlarını Jiang Chen’in üzerine kilitledi, tıpkı avlarını izleyen yırtıcı hayvanlar gibi bakıyorlardı. Her birinin yüzünde ise dalga geçen, alaycı ifadeler vardı.

 

“Jiang Chen, bu rakipleri küçümsememelisin. Üç topluluktan üç büyük uzman kişi arenaya çıktı fakat çok ağır yenilgiler aldılar. Topluluk başkanı Xie Tianshu bile Gu Xiong tarafından alt edildi. Bu üç gri cüppeliden biri hala savaşmadı, şu göğsünde üç yıldız olandan bahsediyorum. O adamın yetişim seviyesi Gu Xiong’dan daha üstün olmalı. Ben az evvel bu adamla kısa bir mücadeleye girdim ve benim hamlemi bile karşılayabildi!”

 

Ye Chonglou Jiang Chen’e durumu özetlemişti.

 

Jiang Chen hafifçe kafasını salladı, kalbi bir göl kadar sakindi. bakışlarını Zuo Lan’a çevirip konuştu: “İsmin Zuo Lan’dı değil mi? Seninle savaşmayı aslında isterim ama, ben bu üçlüden herhangi birini yenersem buradan def olup gideceksin değil mi?”

 

Zuo Lan sinirli şekilde güldü: “Yenmek mi? Senin bağlı bulunduğun topluluğun başkanı bile yenildi, senin zafer hakkında konuşmaya ne hakkın var?”

 

Wu Chen ise bu esnada Jiang Chen’in sözlerine müthiş derecede sinirlenmişti, elindeki kırbacı sallayarak ileri atıldı: “Velet! İzin ver de ben, Usta Wu Chen, senin mezarına göndereyim! Geber!”

 

Elindeki kırbacı savurarak Jiang Chen’e yönlendirdi, kırbaç sanki canlı gibiydi, tıpkı küçük bir ejderin avına saldırması gibi hareket ediyordu.

 

Jiang Chen ise gülümsüyordu, İlah’ın Gözünü aktif etti ve gerçeklerle illüzyonu ayırmaya başladı, aniden elini havaya kaldırdı ve sanki vızıldayan bir sineği yakalama hamlesi gibi havayı avcunun içine aldı.

 

Kırbacın havadaki hareketi bir anlığına duraksamıştı ve yerdeki gölgesi anında yok oldu, bir sonraki saniye kırbacın tutulması gereken ucu bir anda Jiang Chen’in eline geçmişti.

 

Jiang Chen kayıtsız bakışlarla konuştu: “Sen bu kadarcık minicik, küçücük yeteneklerinle nasıl olur da bu ortamda ağzını açıp konuşmaya cüret edersin? Biriniz yetmez, üçünüz birden gelin ve beni hepinizle teker teker uğraşma zahmetinden kurtarın!”

 

Konuşurken sol elindeki kırbacı rakiplerine doğrultmuştu, duruşu göz kamaştırıcıydı ve korku salıyordu.

 

Vınnn! Vınnn! Vınnn!

 

Jiang Chen kırbacı doğrulttuktan sonra kırbaçtan çıtırdama sesleri gelmeye başlamıştı ve bir anda alev almıştı, Jiang Chen’in kırbacı tuttuğu taraftan başlayan bu alev kısa sürede diğer ucuna kadar ulaşmıştı.

 

Wu Chen paniklemişti, elleri istemsiz şekilde havaya kalkmıştı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr