Bölüm 437: Bir İşaret, Bir Avuç, Rakipleri Şaşırtmak!

avatar
1715 4

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 437: Bir İşaret, Bir Avuç, Rakipleri Şaşırtmak!


Kırbaçla rakipleri işaret etmesiyle kırbacın alev alması Jiang Chen’in barındırdığı alev özü ile gerçekleşmişti. Kuzgun Kralın özünü ve iki adet alevli mağaranın alev özünü nilüferin dallarına absorbe etmesinin üzerine bir de Kızıl Şafağın Kutsal Meyvesini kullanması inanılmaz derecede üstünlük sağlamıştı Jiang Chen’e, vücudunda dolaşan alev özü korkutucu seviyelere ulaşmıştı.

 

Bu işaret ederek alev özünü ortaya çıkarma tekniği en son girdiği kapalı alan yetişiminde üzerinde çalıştığı bir teknikti, bu tekniğe ‘Süpernova İşareti’ ismini vermişti. Bu teknik yeterli düzeyde ve gerekli şekillerde çalışılırsa yeryüzünü bile yok edebilecek seviyeye ulaşabilirdi.

 

Jiang Chen henüz bu tekniği sadece yüzeysel olarak kavrayabilmişti, fakat bu haldeyken bile alev özünü parmaklarının ucuna yoğunlaştırınca kırbacı aleve vermiş ve korkutucu bir manzara oluşturmuştu.

 

Wu Chen’in ellerini bir anda geri çekmesi iyi olmuştu, fakat anında tepki vererek ellerini kırbaçtan çekmesine rağmen bile avuç içleri hafifçe yanmıştı. Eğer gizemli eldivenleri elinde olmasaydı avuçları tamamen kömürleşecekti.

 

Bu manzara Wu Chen’in şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez bir hale gelmesini sağlamıştı. İstemsiz şekilde birkaç adım gerilemiş ve Jiang Chen’e korku dolu bakışlar atmıştı.

 

Wu Chen henüz az evvel Kıymetli Ağaç Topluluğunun Lee Yuan isimli müridini ve Devasa Ruh Topluluğunun Wang Tuo isimli müridini kolayca alt etmişti. Bu olayların üzerine on altı krallıkta kendisini alt edebilecek güçte bir kişinin bile olmadığını düşünmüştü.

 

Bundan dolayı eline kırbacını aldığında Jiang Chen’i de kolayca alt edebileceğini düşünmüştü. Bu rakibin öncekilere göre bu denli farklı olabileceğini tahmin bile edememişti.

 

Jiang Chen az evvel Wu Chen’in rakiplerine kurduğu üstünlüğün aynısını Wu Chen’in üzerinde kurmuştu.

 

Az evvel kibir dolu bir suratla sırıtan Wu Chen şimdi kıpkırmızı bir suratla utanmış bir ifade sergiliyordu. Paniklemişti ve bu durum üç büyük topluluğun müritlerini sevindirmişti.

 

Jiang Chen her ne kadar resmi olarak karşılama törenine katılmamış olsa da yine de üç büyük topluluk artık onu topluluğun genç neslinin önderi olarak görüyordu.

 

Jiang Chen bu elemanların tek umuduydu.

 

Ata kişiler ise birbirlerine attıkları bakışlarda güven dolu olduklarını gösteriyorlardı, Jiang Chen’i gerçekten de bir kurtarıcı olarak görmeye başlamışlardı.

 

Bu esnada Zuo Lan da Jiang Chen’in diğerlerinden farklı olduğunu anlayabilmiş fakat ne kadar farklı olduğunu hala anlayamamıştı.

 

Wu Chen’in gücünün farkındaydı, Wu Chen her ne kadar dokuzuncu seviye ruh âleminde olsa da bir Ruh Kralı ile karşılaşsa bile başarılı olabilecek güçteydi.

 

Fakat bu Jiang Chen denen eleman parmağının sadece bir hareketiyle Wu Chen’in elindeki kaliteli silahı almış ve aleve vermişti.

 

Zuo Lan bile bu tekniğin nasıl bir şey olduğunu anlayamamıştı.

 

Wu Chen’in henüz ilk başta avantajsız duruma düştüğünü gören Gu Xiong büyük bedeni ile ileri atıldı, eline aldığı geniş ağızlı palası ile havayı yarmaya başladı, dokuzuncu seviyenin verdiği gücün tamamını Jiang Chen’in üzerine yoğunlaştırdı.

 

“Sen kılıç kullanmaya bile layık değilsin!”

 

Jiang Chen bunu homurdanarak söylemişti, ileri doğru bir adım attı ve Gu Xiong’un kılıcını karşılama hamlesine başladı, fakat bu kılıcı ne bloklamaya ne de ondan kaçınmaya çalışıyordu. Vücudunu tam da kılıcın keskin tarafına yönlendirmişti.

 

“Ne yapıyor?” Arenanın altında mücadeleyi izleyenlerin hepsi de şaşkındı.

 

Ata kişiler de birbirlerine baktılar, Jiang Chen’in neyin peşinde olduğunu anlayamamışlardı.

 

Zuo Lan bile yeryüzü orijin âlemindeki birisi olarak Jiang Chen’in neyin peşinde olduğunu çözememişti. Gu Xiong’un kılıcının ne kadar güçlü olduğunu herkesten iyi bildiği için Jiang Chen’in bu hamlesine anlam veremiyordu.

 

Jiang Chen tüm vücuduyla Gu Xiong’un kılıcının momentumunun karşısına dikiliyordu, ölmek mi istiyordu?

 

Fakat elbette Jiang Chen ölümle falan karşı karşıya değildi, ileri doğru hamlesini yaparken İlah’ın Gözü ile bakışlarını Gu Xiong’un kılıcına çevirmişti ve bu kılıcın arkasındaki bütün gizemleri görebilmişti.

 

Gu Xiong’un hamlesi her ne kadar hızlı ve vahşi olsa da Jiang Chen şu anda olayı ağır çekimde izliyor gibi rahattı.

 

Jiang Chen bir bakışıyla Gu Xiong’un kılıç hamlesinin arkasındaki gücü ve momentumu görebilmişti.

 

İlah’ın Gözü sayesinde Jiang Chen’in gözleri rakibinin hamlesini sanki bir çocuğun tahta kılıçla oynaması gibi görüyordu.

 

Jiang Chen aniden bileğini çevirdi ve avcunu bir kılıç gibi ileri doğrulttu, çapraz şekilde bir hamle ile bileğini savurdu.

 

Eliyle Gu Xiong’un kılıcına temas etmişti ve müthiş gürültülü bir metal çarpışma sesi çıkarmıştı.

 

Gu Xiong ise bu esnada başparmağı ve işaret parmağı arasında müthiş bir sarsıntı hissetti, bu titreşim bu iki parmak arasından başlamış ve bütün vücudunu sararak iç organlarının dahi titremesine ve sarsılmasına sebep olmuştu.

 

Gu Xiong bu esnada sanki bir yıldırımla yüz yüze gelmiş gibi hissediyordu, anında felç geçirmişti.

 

Jiang Chen ise bileği ile tekrar savurma hareketi yaptı.

 

Gu Xiong’un kılıcından bir başka çarpışma sesi yükseldi ve ortadan ikiye ayrıldı!

 

“Sen kılıç tekniklerini benim karşımda sergilemek isteyecek kadar körsün demek ha? Defol buradan!”

 

Jiang Chen müthiş bir kükreme sesi çıkararak konuşmuştu ve konuşmasının sonunda Gu Xiong’un karnına bir tekme savurdu.

 

Bum!

 

Bum!

 

Gu Xiong bir çöp torbası gibi savrulmuştu, on metre kadar havada uçtuktan sonra yerdeki tozu öperken buldu kendisini.

 

Az evvel Kıymetli Ağaç Topluluğunun başkanını alt etmiş olan Gu Xiong şimdi merdivenden yuvarlanmış ve yardıma muhtaç bir çocuk gibi görünüyordu.

 

Jiang Chen hem Wu Chen’i hem de Gu Xiong’u kısa süre içerisinde alt etmişti.

 

“Bin Akbaşlı, ben uzun süredir yaşadım ve Devasa Ruh Topluluğunun Ata kişisi oldum, hayatım boyunca hiç kimseyi kıskanmayan ben şu anda Jiang Chen’i müthiş derecede kıskanıyorum!” Dokuz Aslan Bin Akbaşlıya aklındakileri söylemişti.

 

Buz Buharı da konuştu: “Kıymetli Ağaç Topluluğunun kaynakları ve bu olağanüstü dâhinin potansiyeli birleşince neler olacak hayal dahi edemiyorum. Sanırım sizin mirasınız on binlerce yıl boyunca devam edecek.”

 

Bin Akbaşlı şu anda mutluluktan havaya uçacak durumdaydı. Ne diyeceğini bilemez haldeydi ve şu anda yapabildiği tek şey gülmekti. Jiang Chen’in böylesine güçlü olacağını tahmin bile edememişti.

 

Dürüst olmak gerekirse Ata kişiler Wu Chen’in ve Gu Xiong’un güçlerini görünce endişeli ve ümitsiz bir hal almışlardı.

 

Fakat Jiang Chen’in gelişi herkesin içine umut doğmasını sağlamıştı.

 

Rakiplerinin ne olduğunu dahi bilmediği teknikler kullanmıştı Jiang Chen!

 

Ye Chonglou ise Ata kişiler arasında en mutlu olan kişiydi, Jiang Chen’in performansını görünce mutluluktan havaya uçacak gibi olmuştu.

 

Zaten her daim Jiang Chen’in kendisinden çok daha yetenekli bir kişi haline geleceğini düşünmüştü fakat o günün bu kadar erken gelebileceğini düşünememişti. Jiang Chen’in şu anki yetişim seviyesi henüz ruh âleminde olmasına rağmen Ye Chonglou ile aynı unvanda olması bile absürt karşılanamazdı.

 

Üç büyük topluluk inanılmaz derecede heyecanlanmıştı.

 

Fakat Zuo Lan ve Mor Güneş Topluluğu ise gördükleri manzara karşısında ne yapacaklarını bilemez haldeydiler. Sanki Wu Chen ve Gu Xiong bir başkası tarafından dövülüyor gibiydi. Az evvelki üstünlük tavırlarından eser yoktu.

 

“Bu alçak adam nasıl bir mirasa konuş böyle? Bunun gücü neden bu kadar hızlı şekilde arttı be?” Güneş Avcısı olayları kabullenemiyordu.

 

Jiang Chen’in hamlelerinin arkasındaki güç ve momentumu izleyen Güneş Avcısı, Jiang Chen’in Shangyang Krallığındaki savaştan bu yana müthiş bir güç kazandığını açıkça görebiliyordu.

 

Fakat zaten nasıl tahmin edebilirdi ki Jiang Chen’in Kızıl Şafağın Kutsal Meyvesini kullandıktan sonra sadece dokuzuncu seviyeye geçmekle kalmayıp bu seviyede de tırmanmaya devam edip ruh âleminin zirvesine çıkabileceğini?

 

Dokuzuncu seviyenin tepesine çıktıktan sonra Jiang Chen’in İlah’ın Gözü yeteneği zaten fark edilir derecede gelişmişti, gözleri artık normal insanların onlarca dakikada görebildiği detayları saniye içerisinde görebiliyordu.

 

Jiang Chen’le aynı seviyede olduğunu düşünen yetişimciler kesinlikle yanılıyordu!

 

Tanrı ve Şeytanın Dokuz Dönüşümü yeteneğini üçüncü seviyeye getirmişti, artık tendonlarını ve kemiklerini geliştirebilecek düzeydeydi. Sağlamlaştırılmış vücudu artık dokuz defa geliştirilmiş bir ruh silahından bile çok daha sağlam tendonlara ve kemiklere sahipti. Bunun üzerine bir de Alevli Kertenkeleden imal ettiği iç zırhı eklenirse, vücudunun sağlamlığı kesinlikle boy ölçüşülemez derecedeydi.

 

Bundan dolayı az evvel yaptığı bilek hamlesi ile dokuz defa geliştirilmiş bir ruh silahını kolayca kırabilmişti. Bir de bunun üzerine ruh okyanusunun sağlamlığı da eklenince, kendi seviyesindeki kişilere göre ruh okyanusunu yönlendirme ve dışa vurma konusunda kesinlikle kıyaslanamaz durumdaydı.

 

Gu Xiong ve Wu Chen aslında Gök Topluluğundayken müthiş bir mirasa sahipti, on altı krallıktaki yetişimcilerin kullandığı tekniklerden, kaynaklardan ve silahlardan çok daha kaliteli olanlarını kullanıyorlardı.

 

Bu durum onların avantajıydı.

 

Fakat bu durum sadece on altı krallığın sıradan yetişimcilerine göre bir avantaj sağlıyordu bu Gök Topluluğu müritlerine.

 

Jiang Chen bir istisnaydı, Jiang Chen’e kıyasla, onların sahip olduğu hiçbir şey Jiang Chen’i alt edebilecek durumda değildi.

 

Bu durum özellikle de teknikler konusunda geçerliydi, Jiang Chen’in gözünde, teknikler ne kadar geliştirilmiş olsa da sonuçta bunlar sadece yöntemlerdi. Jiang Chen önceki hayatından hatırladığı İlah’ın Gözü yeteneğini bu hayatta geliştirmişti ve rakibinin nasıl bir teknik kullandığını gayet açık şekilde görebiliyordu.

 

Gu Xiong ve Wu Chen kullandıkları tekniklerin bilinmez olması avantajlarını kaybedince Mor Güneş Topluluğunun kıdemlilerinin kaderi ile aynı kaderi paylaşma durumunda kalmışlardı.

 

Bundan dolayı Jiang Chen sadece bir işareti ve avuç içi vuruşu ile rakiplerini alt edebilmişti.

 

Bu mesele sadece yetişim seviyesi ile alakalı bir şey değildi, aynı zamanda bilgi, tecrübe, potansiyel ve yetenek de bu işin içindeydi.

 

“Bunu tekrar söylemek zorundayım sanırım, sadece bir taneniz yetmez, hepiniz aynı anda gelin üzerime!”

 

Jiang Chen’in ses tonu kayıtsızdı, Jiang Chen her ne kadar bilinçli şekilde hava atmamaya çalışsa da u sözleri ve güçlü duruşu üç büyük topluluğun elemanlarının sevinmesine ve üstün hissetmesine sebep olmuştu.

 

Wu Chen ve Gu Xiong’dan gelen aşağılayıcı cümlelerden sonra artık üç büyük topluluğun cevabı da gelmişti.

 

“İsmin Jiang Chen’di değil mi?” Zuo Lan bir anda söze girdi: “Ben az evvel seni hafife aldığımı kabul ediyorum. O doğuştan gelen potansiyele sahip Long Juxue senin ellerinde boş yere ölmemiş belli ki. Fakat küçük bir yerde doğmuş olmanın verdiği dezavantaj hiçbir zaman üstesinden gelinemeyecek kadar etkilidir. Şuna ne dersin, benimle ittifak kurmayı kabul et ve ben bizzat sana yol gösterip Mentor olayım. Benim elçilerimden biri ol ve bana çalış. Bu durum senin böylesine güçsüz topraklarda yaşamandan çok daha iyidir. Bu dediklerimi uygularsan, önceki yaşananların hepsini göz ardı edebilirim.”

 

Zuo Lan Güneş Avcısının fikrini bile sormamıştı, çok baskın bir tavır sergiliyordu.

 

 Zuo Lan Jiang Chen’i kendi bünyesine katmaya çalışıyordu!

 

Üç büyük topluluğun Ata kişileri karmaşık duygular hissetmeye başlamıştı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44311 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr