Bölüm 435: Yenilginin Momentumu

avatar
1723 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 435: Yenilginin Momentumu


Wang Tuo Lee Yuan’ın mücadelesini izlerken savunma konusuna daha ağırlıklı şekilde yaklaşması gerektiğini anlamıştı.

 

Wu Chen karşısındaki kişinin on hamleden fazla dayanabilmesi durumunu üç büyük topluluğun zafer kazanması olarak nitelendireceğini söylemişti. Wang Tuo her ne kadar Wu Chen’in kibirli yapısının ona bir dezavantaj sağladığını düşünse de Lee Yuan’ın maçını izlerken bu rakibi kesinlikle hiçbir şekilde hafife almaması gerektiğini öğrenmişti.

 

Wang Tuo’nun duruşunu gören Wu Chen’in yüzünde sinsi bir gülümseme oluştu. Bileğini kavradı ve bir kırbaç ortaya çıkardı.

 

Bu kırbaç on metre kadar uzundu ve Wu Chen onu salladıkça havayı yararak keskin bir ses çıkarıyordu. Sanki elinde yeşil renkli bir ejderi sallıyormuş gibiydi. Ruh qi’si ile birleşen bu kırbaç sanki canlı gibi hareket ediyordu.

 

“Sence kabuğun saklanarak benden alacağın on hamleye dayanabilecek misin?” Wu Chen’in gülümsemesi soğukkanlıydı, ileri doğru adımlamaya başladı, kırbaç havada simetrik bir yarım yay çizmişti.

 

Kırbaç havada şakladı ve sayısız hava akımı oluşturdu, yakınlardaki tozu ve küçük taş parçalarını etrafa saçtı.

 

Wang Tuo kendisine bağlı olan ruh hayvanının yardımıyla Wu Chen’e kıskaç taktiği ile yaklaşmaya çalışacaktı, fakat kırbacın hareketleri açık olan bütün yolları kapatıyordu.

 

Böylesine uzun bir kırbacın saldırıları savunmak için çok zordu, bunun sebebi özellikle de bu silahın saldırı menzilinin çok fazla olmasıydı. Saldırgan bir kez saldırıya başlayınca savunmacı için durum oldukça zor bir hal alıyordu.

 

Wang Tuo şu anda inanılmaz derecede zorlanıyordu.

 

Wu Chen’in gizemli eldivenleri kullanmaya devam edeceğini düşünmüştü, bundan dolayı savunmacı bir strateji geliştirmişti. Wu Chen’in bu kadar fazla sayıda üstün saldırı tekniğinin olabileceğini düşünememişti.

 

Kırbaç savruldukça Wang Tuo’nun hareket edebileceği alanı iyice kısıtlıyordu. Kırbacın gölgesinin oluşturduğu ruh enerjisi havayı darlayan cinstendi.

 

Wang Tuo hareket edebileceği alanın gittikçe daha da kısıtlandığını görebiliyordu. Bu esnada şunu anlamıştı, kendi kaderi de gittikçe Lee Yuan’ın sonuna yaklaşıyordu, on hamleyi kaldıramayacak duruma gelecekti.

 

Hafif bir ıslık çaldı ve ruh hayvanıyla iletişime geçti, ruh hayvanı bir anda yeri kazmaya başladı, yeraltına girmişti ve ondan artık iz yoktu.

 

Wang Tuo odak noktasını değiştirme çabasındaydı, eliyle bir hareket yaptı ve kaliteli bir kılıç elinde belirdi, bu kılıcın kabzasında bir kaplan kafası figürü vardı.

 

Kılıç havada dans ederken kıvılcımlar saçıyordu, kırbacın çıkardığı ışık huzmelerini ve kıvılcımları kovalamaya başlamıştı kılıcın kıvılcımları. Bu şekilde Wang Tuo hareket alanını genişletmeye çalışacaktı.

 

Kılıcıyla ileri doğru atılırken aslında bu saldırısının Wu Chen’i hiçbir şekilde tehdit altına alamayacağını biliyordu fakat yine de kendisine birazcık daha fazla hareket alanı kazanmak fena olmazdı.

 

Ruh hayvanı Wang Tuo’nun aurasını Wu Chen’e yöneltmesini sağlayabilirse bu durum büyük bir avantaj olacaktı.

 

Wu Chen’in kulakları aniden titredi ve gülümsedi, sanki kulaklarıyla bir şeyi fark etmiş gibiydi.

 

Bakışları aniden soğuk bir ifade aldı ve dudakları gerildi, elindeki kırbacı bir anda salladı ve yerin altına doğru savurdu.

 

Vınnn!

 

Kırbacın barındırdığı ruh enerjisi devasaydı, yerin altına girerken sanki canlı bir varlıkmış gibi davranıyordu.

 

Büyük bir gürültü koptu.

 

Bir sonraki saniyede, Wu Chen elini bir defa salladı ve kolunu müthiş bir hızla yukarı çekti. Yeraltındaki kırbaç sanki bir çiftçinin topraktan turp sökmesi gibi hızlı şekilde çıktı. Dört bir yana toprak parçaları savrulmuştu, aynı zamanda Wang Tuo’nun ruh hayvanı da ortaya çıkmıştı.

 

Uzun kırbaç ruh hayvanının bedenini sarmıştı, manzara sanki bir tavuğun iple bağlanması gibiydi.

 

Ruh hayvanı uluyor ve acı çığlıklar atıyordu, gözlerindeki korku ve panikle baktığı Wang Tuo’dan kendisini kurtarmasını istiyordu.

 

Wang Tuo ve ruh hayvanı uzun süredir beraberlerdi ve birçok maceraya da beraber atılıp yan yana savaşmışlardı. Kardeş gibi yakın bir ikiliydiler. Şimdi ise Wang Tuo ruh hayvanının kırbaç tarafından bağlandığını görünce şok olmuştu. Kendi güvenliğini hiçe sayarak var gücüyle Wu Chen’e doğru atıldı, kılıcını havaya kaldırmıştı, tek amacı onun kafasını vücudundan ayırmaktı.

 

“Hah! Biriniz bana zarar veremedi, ikiniz de veremezsiniz!”

 

Wu Chen’in kollarını altın renkli bir ışık huzmesi kaplamıştı, bu ışık huzmesi anında kırbaca doğru atıldı ve müthiş bir patlama sesi duyuldu.

 

Bum!

 

Ruh hayvanının vücudu sanki bir balonmuş gibi patlamıştı etrafa kan ve et parçaları fışkırmıştı.

 

Wang Tuo’nun momentumu oldukça fazlaydı, ruh hayvanının zor durumdaki görüntüsü onu gaza getirmişti.

 

Ruh hayvanının boğazından iç organları bile görünebiliyordu.

 

Wang Tuo hayvanının bu manzarasını görünce gözleri fal taşı gibi açılmış, patlayacak gibi bir hal almıştı. Wang Tuo kederinden neredeyse ölecek hale gelmişti.

 

Yıllardır can dostu olan ruh hayvanı etten bir kıyma haline dönüşmüştü.

 

Wang Tuo uzun yıllar boyunca yaşamış birisiydi ve topluluklarda defalarca mücadelelere girip çıkmıştı, fakat hiçbir zaman bu kadar zorlayıcı bir durum içine düşmemişti.

 

Dişlerini gıcırdattı, neredeyse delirecekti, bir kaplanın kükremesi gibi bağırdı: “Ben ölsem bile seni de öldüreceğim!”

 

Wang Tuo’nun hazine niteliğindeki kılıcı havada savruldu, momentumu en üst noktaya ulaşmıştı. Öfkeli bir kaplan edasıyla hayatı boyunca yaydığı en büyük aurayı yayarak ileri atıldı.

 

Kılıç savrulurken olağanüstü güçte bir dondurucu qi gücü saldı, tam olarak hedef aldığı yer Wu Chen’in göğsüydü.

 

Fakat ruh hayvanının eksikliğinde Wang Tuo tıpkı pençeleri olmayan bir kaplan gibiydi. Şu anda Lee Yuan’dan daha büyük bir bela içine batmıştı.

 

Wu Chen ise bu esnada olabildiğince sakin bir şekilde yana çekilmişti, sanki arka bahçesinde geziniyor gibiydi. Geriye doğru eğilerek Wang Tuo’nun saldırısından kaçındı ve ayağını havaya kaldırdı, havaya kaldırdığı ayağıyla Wang Tuo’nun kıçına bir tekme attı.

 

Bum!

 

Wang Tuo’nun vücudu sanki bir balonmuş gibi havaya fırladı.

 

“Hayır!” Ata kişi Dokuz Aslan bu manzarayı artık daha fazla izleyemez hale gelmişti, elini uzatarak Wang Tuo’yu tuttu.

 

Bu tekme oldukça vahşiydi fakat ölümcül değildi. Ama yine de Wang Tuo’yu aylarca yatakta yatıracak kadar şiddetliydi.

 

Dokuz Aslan öfkeliydi, karşısındaki olağanüstü kibirli adama bakarak konuştu: “Bu yaşta bu kadar agresifsin ha?”

 

Wu Chen sinsi şekilde sırıttı: “Bu durum benim agresif davranmamla alakalı değil, sizin çöp olmanızla alakalı. Çöpe bile merhamet göstermemi bekleme benden.”

 

Wu Chen bunu söyledikten sonra Ata Dokuz Aslanı umursamayan bir tavırla Akan Rüzgar Topluluğu tarafına döndü: “Başka kim geliyor?”

 

Akan Rüzgar Topluluğunun baş kıdemlisi az evvelki mücadeleyi görünce bütün isteğini kaybetmişti. Lee Yuan ve Wang Tuo yenilmişti!

 

Baş kıdemli biliyordu ki eğer mücadele etmeye karar verirse kesinlikle aşağılanmayla karşı karşıya kalacaktı. Kazanmasına imkân yoktu, baş kıdemli iç çekerek saygın Buz Buharının arkasına geçti. Mücadeleye çıkmak istemediği açıkça belli oluyordu.

 

Ortamda garip bir atmosfer vardı. Üç büyük topluluk içerisinde bu mücadele çağrısına cevap verecek cesarette birisi yoktu. Bu durum Ata kişileri hem korkutuyor hem de endişelendiriyordu.

 

Wu Chen o kadar baskın birisiydi ki dokuzuncu seviyedeki hiç kimse onunla savaşmak istemiyordu. Onunla savaşmak isteyen birisi varsa aşağılanmayı göze alacaktı, bunun üzerine de ölümle yüz yüze gelmeyi de göze alacaktı.

 

“Ata kişi, durum bu hale geldiğine göre mücadeleye çıkabilecek tek kişi ben kaldım.”

 

Kıymetli Ağaç Topluluğunun başkanı Xie Tianshu garip bir ifadeyle gülümseyerek konuşuyordu. Daha evvel olsa başkalarının yerine Xie Tianshu’nun ileri çıkması ayıp karşılanırdı.

 

Wu Chen’in arkasında duran bir başka gri cüppeli adam ileri çıktı ve konuştu: “Wu Chen, sen artık gidip dinlenebilirsin.”

 

Bu kişinin göğsünde iki adet yıldız işlemesi vardı. Wu Chen’den daha yüksek bir pozisyonda olduğu belli oluyordu.

 

Wu Chen gülümsedi: “Kardeş Gu, daha fazla geri planda kalmaya dayanamadın ha? Madem öyle, buyur bu çöplerle sen ilgilen biraz da.”

 

Xie Tianshu ruh âleminin zirvesindeydi, tıpkı göğsünde iki yıldız işlemesi olan adam gibi. Mantıklı konuşulacak olursa aslında bu ikilinin karşılaşmaya çıkması adildi.

 

“Gök Topluluğunun ikinci kademeli müfettişi Gu Xiong. Karşıma çıkacak rakip ismini söylesin! Ben isimsiz palyaçoları dövmem!” Bu adam uzun boylu ve kalın kasları olan birisiydi. Her ne kadar Wu Chen kadar olmasa da bu adam da kibirliydi.

 

“Elçi Gu, bu kişi Xie Tianshu, Kıymetli Ağaç Topluluğunun başkanı!”

 

Mor Güneş Topluluğunun Ruhani Lideri Zixu kibar şekilde bir tanıtma yaptı.

 

Gu Xiong’un bakışları kibirliydi, ortamdaki üstün kişi olduğunu düşündüğü her halinden belliydi. Xie Tianshu’yu baştan aşağı süzdü ve gülmeye başladı: “Meşhur toplulukların kaynakları bu kadarcık mıymış yani? Bizzat topluluğun başkanı mı mücadele edecek? Böyle topluluk mu olur? Bu hareket resmen topluluk ismine bir hakarettir. Eğer mantıklı düşünebiliyorsanız şu anda Mor Işık Bölgesine katılın! Aksi takdirde zaten sizi ölümden başka bir şey beklemiyor gibi görünüyor.”

 

Topluluğun başkanı bu zamana kadar kaynaklardan en çok faydalanan kişiler arasında olmuştu. Yardımcı başkanın boy ölçüşebileceği birisi değildi.

 

Topluluk başkanının yetişim seviyesi, gücü ve ekipmanları topluluktaki kişiler arasında en yüksek olandı.

 

Xie Tianshu hamle yapana kadar gösterişsiz ve mütevazıydı. Fakat hamlesini yapmaya başladıktan sonra müthiş bir güç sergilemişti. Kılıcından çıkan kıvılcımlar sayesinde bu kılıç sinsi hareketlerle ilerleyen bir yılana benzemişti.

 

Gu Xiong duruşunu hiç bozmuyordu, Xie Tianshu’nun hamlesi üzerine gelirken hala eline bir silah almamıştı.

 

Sadece yumruğunu savurarak Xie Tianshu’nun dondurucu qi gücünü durdurabilmişti.

 

Xie Tianshu’nun kalbi sakindi, önemli bir görevde olduğunun farkındaydı, daha evvelki görevlerinin hepsinden daha fazla önem taşıyordu bu görev. Bu mesele topluluk için ölüm kalım meselesiydi. Bundan dolayı yaptığı her hamle hayatı boyunca kılıç Dao’su hakkında öğrendiği her şeyi kapsıyordu.

 

Xie Tianshu bu görev aşkını avantaja dönüştürerek kılıç Dao’su yeteneklerini çok daha belirgin hale getirmişti.

 

Xie Tianshu’nun kılıç tekniğine ‘Hafif Yağmur Kılıcı’ ismi veriliyordu. Bahar yağmuru ve rüzgarı kadar hassastı fakat aynı zamanda bahar vaktinde hafif yağmurlarla beraber toprağın, bitkilerin ve yeryüzünün canlanmasını sağlayan ruh enerjisini de içeren bir teknikti.

 

Bu kılıcın tekniği savaşa katıldığında manzara bir anda bahar yağmurunun yeryüzünü kaplamasına benzemişti.

 

Kılıcın qi’si ipek şeritleri gibi yayılıyordu, ortamı tıpkı bahar yağmuru gibi kaplamaya başlamıştı.

 

Gu Xiong şu anda dezavantajlı durumdaydı, hem ilk hamle fırsatını Xie Tianshu’ya vermiş hem de henüz silahını ortaya çıkarmamıştı. Xie Tianshu’nun sıra dışı hamlesi üzerine birkaç adım gerilemişti.

 

“Gu Xiong, bu minik kılıç hamlesinin arkasındaki güç senin bir yetişimci olarak cesaretini kaybetmene yol açabilir mi?” Mavi kıyafetli Zuo Lan gördüğüm manzara karşısında pek memnun değildi.

 

Gu Xiong ise Zuo Lan’ın sözlerini duyunca sanki bir ilham kaynağı yakalamış gibiydi, vücudu heyecanlı şekilde titredi.

 

Vınnn! Vınnn! Vınnn!

 

Gu Xiong kısa sürede birçok hamleye maruz kalmıştı ve vücudunda sıyrık şeklinde yaralar oluşmuştu.

 

“Harika!”

 

Bu manzara karşısında Kıymetli Ağaç Topluluğu elemanları sevinmişti elbette.

 

Fakat bu esnada Zuo Lan’ın suratında alaycı bir gülümseme vardı. Az evvel yaptığı kışkırtmanın işe yaradığını düşünüyordu.

 

Gu Xiong dilini çıkardı ve suratından akan kanı yaladı, surat ifadesi gittikçe daha da çirkinleşiyordu.

 

“Bu meşhur topluluk başkanının dondurucu qi gücü bu kadarcık mı?” Gu Xiong bunu söyledikten sonra eline garip tasarımlı geniş ağızlı bir kılıç aldı.

 

Kılıcı kavradığında barındırdığı aura sanki katlarca artış göstermişti. Kılıcıyla entegre olmuş gibiydi, şeytani bir varlık edasıyla aurasını yayıyordu.

 

“Kılıcımın tadına bak!”

 

Gu Xiong ileri doğru eğilip ellerini havaya kaldırdı, kılıcı kafasının bile üzerinde tutuyordu. Bu duruşuyla sanki galaksideki bütün yıldızların gücünü bu kılıçta toparlamış gibi görünüyordu. Kılıçtan çıkan bir ışık huzmesiyle havayı ikiye yardı, Xie Tianshu’nun dikkatli duruşu bu hamle ile dağılmıştı.

 

Çınnn!

 

Kılıçlar havada çarpıştı ve kılıç Dao’sunun etkisi üç-dört kat kadar daha arttı, bu aura Xie Tianshu’ya doğru akmaya başlamıştı.

 

“Ah!”

 

Kılıç qi’si vücuduna girdiğinde Xie Tianshu acı bir çığlık attı.

 

Ağzından sıcak kan akmaya başlamıştı.

 

Gu Xiong az evvel Xie Tianshu’nun kılıç aurasıyla baskı altına alınmış gibi görünürken şimdi yaptığı hamle ile gücü neredeyse ona katlanmış gibiydi. Gizemli bir güç onun vücuduna dolmuş ve Gu Xiong’un kuvvetini katlarca artırmıştı. Gu Xiong’un kılıcı sadece bir defa ileri atılmıştı ve Xie Tianshu’nun kılıcını tamamen bastırmıştı, bu şekilde Xie Tianshu’yu yaralamıştı!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44257 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr