Bölüm 421: Wu Hanedanı İçin Kıyamet Vakti!

avatar
1907 2

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 421: Wu Hanedanı İçin Kıyamet Vakti!


“Onlara dış çemberde bir yer ayarlayın ve asil uzmanlara onları korumalarını söyleyin!” Wu Tan en sonunda böyle bir çözüm bulabilmişti.

 

Böyle bir çözümle onlardan ne vaz geçmiş oluyordu ne de kaos ortamı oluşturuyordu.

 

Fakat yine de bu çözüm temelde onlardan vaz geçtiği anlamına geliyordu.

 

Elbette bu haber yayıldığında dışarıda kalanlar arasında şikayetler oluşmaya başlamıştı. Bu resmen dışarıdakileri gözden çıkarmış olmak demekti!

 

“Böyle olmaz! Bu resmen babasının ve oğlunun rahatlarını düşünerek hareket etmesi demektir! Biz neden günah keçisi yerine koyuluyoruz?”

 

“Elbette! Kapımızdaki işgalci Wu Hong’u teslim ettiğimizde herkesin sağ bırakılacağını ve barışın sağlanacağını söylemişti! Wu Hong her daim başına buyruk birisi olmuştur ve bela getirmekten hiç bıkmamış birisidir! Neden böyle bela oluşturan birini teslim etmiyoruz ki?”

 

“Evet, Wu Hong’u teslim edelim!”

 

“Evet, majesteleri ile görüşüp Wu Hong’un teslim olmasını talep etmeliyiz!”

 

Çoğu kişi zaten Wu Hong’un veliaht prens olmasına bile memnun kalmamıştı zamanında. Veliaht prens olma yarışında Wu Hong’la yarışan diğer prensler çok daha itibar sahibi kişilerdi.

 

Her ne kadar arkalarındaki güç Wu Hong’un arkasındaki güç kadar sağlam olmasa da sonuç olarak hepsi de soylu olarak doğmuş kişilerdi. Bundan dolayı herkes Wu Hong’u teslim etme fikrini benimsemişti.

 

Wu Hanedanının başına bu belayı getiren kişinin Wu Hong olduğunu düşünüyorlardı.

 

Sonuçta Wu Hong teslim edildiğinde kimsenin ölmesine gerek kalmayacaktı.

 

Dışarıdaki protesto sesleri yükselmiş ve artık iç çemberden de duyulur hale gelmişti.

 

Wu Tan’ın yüzü sinirden titriyordu. Daha düşman kapıları zorlamaya bile başlamamıştı fakat yine de içeride bir kaos ortamı oluşmaya başlamıştı bile. Bu seviyede Wu Hanedanı zaten düşmanın hamle yapmasına gerek kalmadan bile çökebilirdi.

 

Wu Hong bağırarak hakaretler etti: “Sizi gidi hain parazitler! Soylu babam, lütfen bana birkaç asil uzman verin ve bu isyancıların liderlerinin kellesini alayım! Bakalım kelleleri uçtuktan sonra da böyle cesur konuşabilecekler mi?”

 

Bu esnada dışardaki sesler iyice kabalaşmıştı.

 

“Wu Hong, seni korkak herif! Çıksana dışarı!”

 

“Seni gidi baş belası herif! Sen soylu hanedanı bir ateş çukuruna attın ve şimdi de hiçbir şey yapmamışsın gibi bizleri mi suçlayacaksın?”

 

“Eğer erkeksen kendin dışarı çıksana! Kendi hatalarını affettirsene!”

 

Dışarıdaki sesler iyice yükselmeye başlamıştı.

 

“Bizler soyluların akrabalarıyız, neden belayı başımıza getiren kişi sarayın içinde saklanıyor? Biz masum kişiler neden sarayın dışında bekletiliyoruz?”

 

“Majesteleri, bu kadar umursamaz olamazsınız!”

 

“Hah! Majesteleriymiş! Belki de bu mesele majesteleri dediğimiz kişiyi de ilgilendiriyordur! Belki de kendisi şu anda suçluluk hissediyordur!”

 

“Ben uzun zaman önce zaten başımızda bu baba ve oğul olduğu müddetçe her türlü belaya açık olduğumuzu söylemiştim.”

 

Durum kontrolden çıkıyordu, eleştiri okları artık yönünü Wu Tan’a da çevirmişti.

 

Wu Tan bir kaşını kaldırdı: “Gidip yanına bir grup uzman al ve sesi çıkan protestocuları öldür! Eğer öldürdükten sonra diğerleri hala protestoya devam ederse onları da öldür!”

 

Hükümdarların kalbi böyle katıydı işte.

 

Dışarıda protesto yapanlar sonuçta Wu Tan’ın akrabalarıydı, çoğunluk soyluydu.

 

Fakat her ne kadar akraba olsalar da sınır çizgisini aştıklarında onları bekleyen tek şey ölümdü.

 

Dışarıdakiler içeriden ölüm emrinin verildiğini duyunca ulumalar ve çığlıklar başlattılar.

 

“Wu Tan! Sen kendi soyundan gelen kişileri bile öldürebiliyorsun demek ha? Senin aklın yerinde değil, çıldırmışsın! Gökler seni çok büyük bir cezaya çarptıracak!”

 

“Aptal hükümdar! Ben öldükten sonra hayalet bile olsam senin ve oğlun Wu Hong için geri döneceğim!”

 

“Senin başına gelenler kaderin bir yansımasıdır Wu Tan! Oğlunun işlediği suçlar şimdi senin ceza çekmeni sağlayacak!”

 

Wu Tan bu çığlıkları duyunca aniden daha çok sinirlendi ve katı bir şekilde emrini verdi: “Hepsini öldürün!”

 

Askerlerin duraksadığını gören Wu Hong’un da sinirleri tepesine çıktı: “Neyi bekliyorsunuz be? Soylu babam size bir emir verdi! Gidin ve öldürün onları!”

 

Asil uzmanlar harekete geçmişti, bu durumda elbette soylu akrabaların yapabileceği bir şey kalmamıştı.

 

Bir süre sonra protesto sesleri yerini sessizliğe bırakmıştı.

 

Asil uzmanlar tekrar içeri döndüler, kılıçlarından hala kan damlaları akıyordu. Kalpleri burulmuş şekilde rapor verdiler.

 

Bu esnada alaycı bir gülüşle beraber bir ses gökyüzünde yankılandı: “Wu Tan, sen benim niyetlendiğim işi üstlendin ve benim yapmak istediğim şeyi sen yaptın! Hahaha! Sen kendi hanedanını kendi ellerinde katlettin! Bravo sana Hahaha!”

 

Jiang Chen daha ciddi bir ses tonuyla konuşmasına devam etti: “İçerideki yoldaşlar! Bana kulak verin! Bu meselenin sizinle bir alakası yok, benim istediğim sadece Wu Tan ve onun oğlu Wu Hong’un hayatı! Eğer yaşamak istiyorsanız onlardan ayrılın! Size on beş dakika süre veriyorum! On beş dakikanın sonunda hala direnmeye kararlı olanlar öldürülecekler!”

 

Bu ültimatom yer altından gelen bir ölüm habercisi gibiydi. Ortamdakilerin kulaklarını titretmişti, hepsinin suratı kireç gibi beyazlamıştı. Olayların bu hale gelmesiyle beraber her birinin morali sıfıra düşmüştü. Şu anda sarayda kalmalarının tek sebebi içgüdülerini takip etmeleriydi.

 

Dört büyük savaşçı bile tek bir hamleyle yere serilmişti. Asil uzmanlar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar bu düşmanla nasıl baş edebilirlerdi?

 

Wu Tan ve oğlu bu kritik anda kendi soyundan gelen kişileri katletmişti, bu durumda sarayı koruyan askerlerin kesinlikle can güvenliği yok demekti.

 

Wu Tan durumu görünce acele şekilde cevapladı: “Bu şeytani sözleri dinlemeyin! Mor Güneş Topluluğu ulaşana kadar bir arada kalıp savunma yaparsak başarabiliriz! Belli ki bu çocuk direkt saldırmaktan aciz, gücünün yetersiz olduğunu düşünüyor! Eğer bizi yıkabilecek kadar güçlü olsaydı neden dışarıda bu kadar boş laf edip vaktini israf etsin?”

 

Bu esnada Wu Hong da söze girdi: “Elbette, böylesine zor zamanlarda bir arada kalmalıyız! Topluluğun yardımı ulaştığında bu çocuk tıpkı okyanusta ne yapacağını bilmeyen bir balık gibi kalacak. Yardım geldiğinde bu çocuğun tecrübe edebileceği tek şey ölümdür!”

 

Fakat babalı oğullu şekilde ne kadar çenelerini yorsalar da ortamdakilerin moralini yükseltememişlerdi.

 

Wu Hanedanının üyeleri katledildikten sonra durumun oldukça garip bir hala aldığını görmek kolaydı.

 

On beş dakika hızlı şekilde geçti.

 

Hemen ardından dışarıdan acı bir çığlık geldi: “Majesteleri, saray muhafızlarının yardımcı kumandanı Zhang tuzağa düşürüldü ve öldü!”

 

“Majesteleri, Yüzbaşı He ortalarda görünmüyor!”

 

Daha evvel yaşanmış olan şey tekrarlanmıştı. Trajik haberler üst üste gelmeye başlamıştı yine.

 

Ölümlerin ve kaybolmaların haberi dış çemberi savunanlar arasında da yayılmıştı.

 

Jiang Chen’in kararlı sesi tekrar duyuldu: “Size bir fırsat vermiştim! Şimdi son şansınızı size sunuyorum! Wu Tan ve oğlu Wu Hong’u bana teslim edin ve hayatınız kurtulsun. Aksi takdirde sonraki saldırımda içeride hayatta kalan kimse olmayacak! Bu son uyarımdır!”

 

Bu esnada Wu Tan ve Wu Hong etraftakilerin kendi aralarında fısıldaştığını duydu, Wu Tan sinirli şekilde konuştu: “Ne yani? Birkaç sözlü tehdit sizleri bu kadar korkutuyor mu? İhanet suçu mu işlemek istiyorsunuz yoksa?”

 

“Hah! Benim soylu babam Mor Güneş Topluluğunun kıdemli bir yaşlı üyesidir! Bizi teslim ederek bu durumdan kurtulsanız bile topluluğun ileride sizi hayatta bırakacağını mı sanıyorsunuz?”

 

Asil uzmanların hepsi tereddütteydi. Yaşama olan bağlılıkları krala olan bağlılıkları ile yarışıyordu.

 

Aynı zamanda Wu Tan’ın kendi soyundan olan kişileri öldürme emrinden sonra onun karakterine de şüphe ile yaklaşmaya başlamışlardı.

 

Aniden yetişimcilerden birisi bağırdı: “Eğer bu baba ve oğul ikilisini teslim etmezsek hepimiz öldük demektir! Eğer onları teslim edersek ortaya çıkan zaman boşluğunda Shangyang Krallığından kaçabiliriz! Bu adamların kucağında birer köpek olmaktan bıktım ben!”

 

“Evet! Bu baba ve oğul çok namussuz! Kendi soylarından olan kişileri bile öldürebilecek kadar haysiyetsizler! İleride en küçük bir problemde bile bizi de öldürmeyeceklerinin ne garantisi var?”

 

“Elbette, doğru konuşuyorsun! Onları teslim etmek için hep beraber çabalamalıyız ve sonrasında da kaçabiliriz! Mor Güneş Topluluğunun gücü inkar edilemez derecede fazla olsa da dünya geniş bir yerdir. Bizi nereye kadar takip edebilirler ki?”

 

Bir kişinin böyle bir durumda en çok korkacağı şey elbette kimsenin ileri çıkıp bir şeyler söylememesiydi.

 

Birisi liderliği ele aldıktan sonra ise aniden kalabalığın bütün hevesi coşar ve tepkilerini korkusuzca dile getirebilirlerdi.

 

“Hadi! Hem babayı hem de oğlu öldürelim! Jiang Chen tarafından öldürülmekten daha iyidir!”

 

“Öldürelim!”

 

“Köpek soyu Wu Hanedanını kurutalım!”

 

Asil uzmanların hepsi tek bir düşünce etrafında toplanmıştı. Bunun üzerine bir de kral ve oğlunun astlarını kontrol ederken kullandığı zalim metotları ekleyince zaten kalabalığın duyguları iyice artmıştı.

 

Wu Tan güçlüydü, fakat elbette gücünün de sınırları vardı. Karşısındaki yüzlerce kişilik asil uzman birlik olunca kafatası çatlayacak gibi titremişti.

 

Wu Hong’u kolundan tuttu: “Hadi gidiyoruz!”

 

Bir anda ileri atıldılar ve dış çembere çıktılar.

 

“Boklu kral kaçıyor! Peşine düşelim!”

 

“Kaçmalarına izin vermeyin!”

 

Wu Tan’ın bu kadar çok sayıda ruh âlemi uygulayıcısıyla yüzleşip kazanması elbette mümkün değildi, fakat kaçma konusunda kendisine güveniyordu.

 

Birkaç zıplama ve uzun atlama sonucunda kendisini çevrelemeye çalışan uzmanların arasından sıyrılabilmişti, bu şekilde küçük bir bahçe tarzı bir yere ulaşmıştı. Karşısına çıkan ince bir kaçış yolunu keşfetti.

 

“Küçük Hong, sen önden git, ben arkandan geleceğim.”

 

Wu Hong elbette kaçmakta olmanın verdiği panikle aniden ince patikaya atıldı.

 

Aniden korku içinde bağırdı ve titredi, sanki bir hayalet görmüş gibi bir ifade takınmıştı.

 

“Fareler! Çok fare var!” Wu Hong’un suratı kireç beyazı olmuştu.

 

İnce patikada sayısız Altın Yiyen Fare vardı, tıpkı bir gayzer patlaması gibi yeraltından fışkırıyorlardı.

 

“Nasıl gidiyor Wu Tan ve Wu Hong, kendi yoldaşlarınız tarafından ihanete uğramak nasıl bir his?”

 

Bu esnada Jiang Chen gökyüzünden aşağı iniyordu, çatı kısmının bir köşesinde ellerini göğsünde çapraz bağlamış şekilde durmuştu. Yüksek noktadan rezil bir mücadele içinde olan baba ve oğlunu izliyordu.

 

Wu Tan’ın gözlerinden vahşet ışıkları parıldıyordu, sesini yükselterek konuştu: “Jiang Chen, bu kadar ileri gitmek zorunda mısın? Bugünkü davranışlarının ileride Mor Güneş Topluluğu tarafından cezalandırılacak! Şimdi başına buyruk şekilde hareket edebilirsin fakat sonraki zamanlarda Mor Güneş Topluluğu kapına dayandığı zaman ne yapacaksın?”

 

Jiang Chen hafifçe gülümsedi: “Sen ve oğlun acımasızca Jiang Klanını katlettiğinizde sizi cezalandıracak birinin çıkıp kapınıza dayanabileceği ihtimalini düşündünüz mü?”

 

“Jiang Chen, bizler sadece bize verilen emirleri uyguladık. Wu Hanedanından öldürdüklerinin sayısı senin kaybettiğin kişilerin sayısını çoktan geçti bile. Neden gidip Mor Güneş Topluluğundan intikam almıyorsun?”

 

“Mor Güneş Topluluğu mu? Er ya da geç onlara bir ziyaret ayarlayacağım. Veya düşündüm de, onlar buraya da gelebilirler. Fakat bu bir şeyi değiştirmez, sizler beni gücendiren olayların başkahramanlarısınız. Sadece böyle cesur şekilde konuşarak cezadan sıyrılabileceğinizi mi sandınız? Hayatta olmaz!”

 

Jiang Chen konuşmasını bitirdikten sonra bir yumruk savurdu ve altın renkli bir ışık huzmesi oluştu.

 

Bum! Bum! Bum!

 

Wu Tan bu esnada iki yumruğunu ileri çıkardı ve Jiang Chen’in hamlesini karşılamaya çalıştı, bu çarpışma sonucunda Wu Tan’ın ağzı istemsiz olarak açıldı ve bir ağız dolusu kan fışkırttı.

 

Jiang Chen Wu Tan’ı iki farklı yumrukla daha vurdu.

 

“Şimdi size sahip oldum işte! İkinizi Shangyang Krallığının göklerinde idam edeceğim ki bana bulaşanların sonunun ne olduğunu herkes görebilsin.”

 

Jiang Chen normalde düşük profil sergilemeyi seven birisiydi fakat ailesine ve dostlarına zarar verildiği zaman kesinlikle geri planda kalmazdı. Bu ikiliye öyle bir ceza verecekti ki Shangyang Krallığındaki kişiler Jiang Chen’i rüyalarında gördüklerinde bile korkacaklardı.

 

Ancak bu şekilde insanlar yapmak istedikleri hamlelerin sonucunda ne olacağını düşünmeye başlayabilirlerdi.

 

Shangyang Krallığının başkentinde Wu Tan ve Wu Hong iki adet Kılıç Kuşu tarafından sürükleniyordu, manzara sanki iki adet ölü köpeğin taşınması gibiydi.

 

Sayısız vatandaş hükümdarlarına ve onun oğluna bakıyordu.

 

Shangyang Krallığının soylu hanedanı kısa sürede çökmüştü, tıpkı bir gökdelenin yıkılması gibi, aynı zamanda halk üzerinde kurdukları otorite de hızlı şekilde çöküşe geçmişti.

 

“Wu Tan ve oğlu benim soyumu öldürdü! Göze göz, dişe diş! Bugün sadece Wu Klanını katledeceğim, bu krallıktaki diğer kişiler ölümden feragat ettiler!”

 

Jiang Chen’in sesi Shangyang Krallığının başkentinde yankılanıyordu.

 

Bu esnada havada başka bir ses daha yankılandı: “Çarpık zihinli Jiang Chen! Nasıl bu kadar fevri davranabilirsin? Şimdi hayatını bize teslim et hemen!”

 

“Jiang Chen! Sen bir topluluk müridisin, fani dünyanın işlerine burnunu soktun, şimdi ölmelisin!”

 

“Jiang Chen, benim müritlerimi öldürdüğün için seni öldüreceğim! Geber!”

 

Her duyulan ses bir öncekinden daha yüksek auraya sahipti ve daha baskındı. Mor Güneş Topluluğunun kıdemli yöneticileri Shangyang Krallığına gelmişlerdi, yanlarında ise çok sayıda uzman getirmişlerdi!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44752 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr