Bölüm 420: İç Çatışma ve Bozuşma

avatar
2035 2

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 420: İç Çatışma ve Bozuşma


“Hadi öldürelim onu!”

 

Dört büyük savaşçı her daim birbirleri ile uyum içinde yaşamışlardı. Dört büyük ışık huzmesi bir anda gökyüzüne doğru atıldı, hepsi de kendilerine has silahlarını çekmişlerdi.

 

Bu basit görünen saldırı aslında dört çeyreğe bölünmüştü, hacimsel olarak çok yer kaplıyordu, bu taktik savaşçıların kullandığı yaygın bir taktikti.

 

Bu saldırı her ne kadar bir formasyon örneği olarak görülmese de sonuçta koordine şekilde dört farklı çeyrek birlikte hareket ediyordu, bundan dolayı toplam güçleri normalden daha fazlaydı.

 

Jiang Chen yüksek noktadaydı, elini salladı, dört adet altın renkli ışık huzmesini savaşçıların üzerine göndermişti.

 

Dört ışık huzmesi havada hızlandı, tıpkı kayan yıldızlar gibi hızlıydılar, bir anda gözden kayboldular.

 

Dört savaşçı aniden üzerlerine gelen ışık huzmelerinin etkisi ile vücutlarının ağırlaştığını hissettiler. Boyun kısımları soğumaya başlamıştı.

 

“Olamaz!”

 

Bu kritik sürede tam da bir şeylerin ters gittiğini anlamışlardı ki ışık huzmelerinin boyunlarının etrafından geçtiğini fark ettiler.

 

Altın renkli ışık huzmesinden çınlama sesi yükselmişti.

 

Bu çınlama sesi sanki kuru bir dalın ortadan ikiye ayrılma sesine benziyordu, fakat ses çok daha şiddetliydi ve dinleyenlerin saç tellerini kökünden ucuna kadar dikenleştirecek cinstendi.

 

Bir sonraki saniye dört büyük savaşçının momentumu bir anda durdu.

 

Dörtlü ışık huzmesi tekrar görünür olmuştu ve savaşçılarından boynundan çıkıyordu bu sefer.

 

Savaşçıların kafaları vücutlarından ayrılıyordu, bu zamana kadar düşündükleri zafer duygusu bir anda kaybolmuştu.

 

Bum! Bum! Bum! Bum!

 

İlk başta dört adet kafasız vücut yere düştü, düşen cesetlerin boyun kısımlarından büyük çaplı damarlar sarkmıştı ve oluk oluk kan akıyordu.

 

Bir sonraki saniye ise yükseğe zıplamış olan kelleler düştü.

 

Bum! Bum! Bum! Bum!

 

Dört kelle aynı anda yere düşmüştü.

 

Memnuniyetsizlik ve pişmanlık dolu şekilde ölmek!

 

Shangyang Krallığının dört büyük savaşçısı katledilmişti! Üstelik de tek bir hamleyle!

 

Bütün saray bu manzarayı izliyordu, en az yüz bin kişi olanları izlemişti.

 

Bu esnada Wu Hong neredeyse dizlerinin üzerine çökecek kadar halsiz kalmıştı. Krallığın en şöhretli savaşçıları bir saniyede ölmüştü!

 

Kapılarındaki bu işgalci korku salmakta çok becerikliydi.

 

İşin daha korkutucu olan yanı ise düşmanın Wu Hong için buraya gelmiş olmasıydı.

 

Artık Wu Hanedanına olan sadakatten geriye ne kadar kaldığı konusu dört büyük savaşçının ölmesinden sonra tartışılırdı.

 

Sonuçta düşman çok güçlüydü, o kadar güçlüydü ki dört savaşçı bu adamla savaşamamıştı bile.

 

Kral Wu Tan bu esnada boğazının kuruduğunu hissediyordu. Dört savaşçının en azından Jiang Chen’le savaşırken berabere kalabileceğini ümit ediyordu.

 

Fakat savaşın gidişatı bir anda Jiang Chen’in lehine dönmüştü, dört savaşçı tepki verecek zamanı bile bulamamışlardı.

 

Dört savaşçının vücudu göz açıp kapayıncaya kadar kafalarından ayrılmıştı.

 

Bu savaşçılar yedinci seviye ruh âlemindeydi! Mor Güneş Topluluğunda bile bu kişiler üst düzey savaşçılar olarak anılıyordu. Wu Tan’ın Mor Güneş Topluluğundaki itibarı söz konusu olmasa zaten bu dört savaşçı kesinlikle krallığın askeri olmazdı.

 

Wu Tan’ın gücü bu dört savaşçıdan yüksekti, fakat bu durum teke tek dövüş için geçerliydi. Eğer dört savaşçı koordine şekilde kralla savaşsaydı Wu Tan’ın hiçbir şansı kalmazdı. Fakat dördü birden koordine şekilde savaşmasına rağmen şimdi kafaları ve vücutları birbirinden ayrılmıştı.

 

Bu savaşın manzarası sayesinde Wu Tan’ın asil yandaşları şu anda tereddütteydi.

 

Asil uzmanlar arasında elbette güçlü yetişimciler vardı fakat hiçbiri dört savaşçıda daha güçlü değildi. Dört savaşçı bile bir saniyede katledildiyse Shangyang Krallığının hangi asil uzmanı bu düşman karşısında dayanabilirdi ki?

 

“Majesteleri, lütfen saraya geri dönün!”

 

“Kralı koruyun, majestelerini koruyun! Saraya geri çekilin! Savunma hattını güçlendirin!”

 

Wu Tan’ın suratında keder ifadesi vardı. Saraya geri çekilmek demek Jiang Chen’in karşısında boynunu eğmek demekti. Bir krallığın hükümdarı olarak boyun eğmek demek otoritesinin büyük oranda sarsılması demekti.

 

Kralın tereddüt içinde olduğunu gören asil uzmanlar tavsiyelerde bulundu: “Majesteleri, bu düşman oldukça vahşi ve güçlü, biz ona karşı duramayız. Saraya geri çekilmeliyiz ve canımız pahasına savunma yapmalıyız, bu şekilde Mor Güneş Topluluğunun yardımı gelene kadar onları oyalayabiliriz.”

 

“Soylu babam! Şimdilik koruma altına girelim.” Wu Hong da gururunu bir kenara bırakıp babasına geri çekilme tavsiyesinde bulunmuştu.

 

Durumun gittikçe kötüleştiğini gören Wu Tan artık geri çekilmenin stratejik bir karar olduğuna karar vermişti. Şimdi Mor Güneş Topluluğunun yardımını beklemek zorunda olduklarına göre artık geri çekilip savunma yapmak daha mantıklı geliyordu.

 

Eğer asil uzmanların tavsiyelerine uymazsa onlarla arası bozulabilir ve Wu Hanedanının geleceği bu şekilde de tehlikeye düşebilirdi.

 

Bundan dolayı Jiang Klanına yaptıklarını aslında Mor Güneş Topluluğunun isteği üzerine yapmış sayılırdı, fakat en kötü kabuslarında bile Jiang Chen’in Sonsuz Ruh Dağından çıkıp gelebileceğini görmemişti.

 

“Soylu baba! Biz ancak şimdi yaşamayı seçersek yarın savaşabiliriz, bugün ölürsek yarın savaşamayız! Bu düşman çok kibirli birisi, Mor Güneş Topluluğu onu bir gün mutlaka öldürecektir. Biz sadece Mor Güneş Topluluğunun emirleri doğrultusunda hareket ettik, Jiang Chen’in asıl hedefi topluluktur! Topluluğun kıdemlileri bu olay karşısında elbette sessiz kalmayacaktır. Bu kinci Jiang Chen karşısında itibarımızı yitirsek bile problem değil. Üstelik hatırlatmam gerek, Long Juxue gibi bir dâhi bile bu herifin elinden ölümü tattı.”

 

Wu Hong şu anda Wu Tan kadar endişeli değildi.

 

Şu anda Wu Hong’un istediği tek şey Mor Güneş Topluluğunun yardımı gelene kadar savunma hattını tutabilmekti.

 

Jiang Chen aşağı doğru bir bakış attı: “Wu Tan, ben sana bir şans verdim ve sen bu şansı değerlendiremedin. Bundan sonra nerede oldukları fark etmeksizin Wu Hanedanının her üyesini bulup canını alacağım! Jiang Klanının bireylerinden kaç kişi öldüyse on katını sizden öldüreceğim!”

 

Jiang Chen’in ses tonundaki öldürme arzusu had safhadaydı.

 

Wu Tan’ın kızarmış yüzü Jiang Chen’e döndü ve bağırdı: “Jiang Chen, her yanlışın bir sebebi vardır ve her borcun ödeyeni vardır! Eğer gerçekten yeteneğin varsa Mor Güneş Topluluğuna gitmelisin! Senin burada ne işin var? Fani bir krallıkta intikam araman çok saçma! Topluluk müritleri fani dünyanın işlerine burunlarını sokmazlar. On altı krallık ittifakının kuralı budur!”

 

“Kural mı?” Jiang Chen kahkaha ile gülüyordu: “Wu Hanedanı benim klanımdaki onca insanı katlederken kuralları bilmiyor muydu? Şifa Salonunu ele geçirmek kurallara uygun muydu? Benimle kurallar konusunda sakın tartışma! On altı krallığın kuralları saçmalıktan ibaret! Benim sadece bir kuralım var, bana saldırılmadığı sürece ben saldırmam! Bana saldırıldıysa on katı ile misilleme yaparım!”

 

Jiang Chen bunları söyledikten sonra hendeği işaret etti: “Bundan sonra Shangyang Krallığının sarayına sadece girişler açık, fakat kimse buradan çıkamayacak! Bu hendeği geçmeye niyetli olanlar öldürülecek!”

 

Jiang Chen konuşmasını bitirince elini salladı ve milyon sayılı Kılıç Kuşu ordusu gökyüzünden indi, bu sefer Kılıç Kuşu ordusunun hepsini getirmişti, manzara büyüleyiciydi.

 

Kılıç Kuşları artık ruh âlemi seviyesindeydi ve sayıları tam potansiyeline ulaşmıştı, İkinci Geçitteki manzaradan katlarca daha cezbedici bir görüntü vardı.

 

Kılıç Kuşları ahenk içinde çığlık atmaya başlamışlardı, meydana getirdikleri akım gücü olağanüstüydü. Shangyang Krallığının gökyüzü kara bulutlarla kaplanmıştı, sanki göklerden bir fırtına iniyormuş gibi bir manzara vardı.

 

Bu manzaranın betimlediği şey elbette Shangyang Krallığının başına vahim bir belanın çökmek üzere olduğuydu. Krallıktaki herkesin üzerine bir baskı oluşturuyordu, inanılmaz derecede korkmuşlardı. Wu Tan’ın yüzünde Jiang Chen’in bu hamlesini gördükten sonra bir ışık parıldamıştı. Sonunda elini salladı ve astlarına seslendi: “Sarayın içine doğru geri çekilin ve en üst düzeydeki savunma planını uygulamaya koyun. Yeraltındaki tünelleri açın ve soylu çocukların ve müritlerin kaçışını koruyun. Üç büyük şubeyi çağırın ve bizimle koordine şekilde çalışmalarını söyleyin.”

 

Mor Güneş Topluluğunun üç şubesi Shangyang Krallığının toprakları içerisindeydi. Mesafeler uzak değildi, çağırıldıktan kısa süre sonra burada olabilirlerdi.

 

Jiang Chen Wu Tan’ın sarayın içine doğru geri çekildiğini soğuk bir gülümseme ile izliyordu, onu kovalamak istemiyordu, acelesi yoktu.

 

Kendine olan güveni üst düzeydeydi, karşısındaki bu insanların sadece ölümlerinin vaktini ertelediklerinin, aslında ölümlerinden kaçamayacaklarının farkındaydı.

 

Mademki Wu Ailesi sonuna kadar direnmeyi seçmişti, bu durumda Jiang Chen merhamet göstermeyecekti.

 

Sonuçta Jiang Chen baskı altına alınmaya çalışılırken Mor Güneş Topluluğu da Jiang Chen’e merhamet göstermemişti.

 

Bunun üzerine Wu Hanedanı da Jiang Klanını katlederken ve Şifa Salonunu ele geçirirken merhamet göstermemişti.

 

Mademki Jiang Chen’in karşısındaki kişiler bu kadar büyük oranda düşmanlık besliyordu, doğal olarak cezalarını çekmek zorundaydılar. Merhamete ne gerek vardı?

 

Bundan dolayı Jiang Chen kendisine yapılan aynı zulmü cevap olarak Wu Hanedanına verecekti.

 

Mor Güneş Topluluğu baskın bir tutum sergileyen ve insanları kullanmayı seven bir topluluktu. Her daim kendilerini en güçlü yapılanma olarak gördüklerinden dolayı diğer yapılanmalar üzerinde baskı kurmayı doğal görüyorlardı.

 

Mor Güneş Topluluğunun gözünde mutlak güç her şeyin üzerinde bir değere sahipti.

 

Kendilerinden güçsüz olanlara karınca muamelesi yapıyorlardı, onları ezmek topluluk için normal bir şey gibi görülüyordu.

 

Bundan dolayı Jiang Chen Mor Güneş Topluluğuna onların taktiği ile yaklaşacaktı, merhamet göstermeden ezip geçecekti.

 

Kalbi bunları planlarken bir göl kadar durgundu.

 

Mor Güneş Topluluğunun ellerinden çektikleri artık yeterdi. Bu sefer onların üzerine öyle bir gidecekti ki kalpleri kan pompalamaktan yorulup patlayacaktı!

 

Sarayın iç kısmındaki avluda savunma hattı güçlendiriliyordu. Sarayın bütün savunma mekanizmaları ve yasakları aktif edilmişti.

 

Fakat tüm savunma potansiyelini en üst noktasına çıkardıkları halde Wu Tan’ın kalbi hala memnun değildi.

 

Karşısındaki düşmanın ne kadar kuvvetli olduğunun farkındaydı, öyle kuvvetliydi ki bu adamın sahip olduğu gücü tahmin bile edemiyordu.

 

“Soylu babam, Mor Güneş Topluluğunun yardımı ne zaman gelecek?” Wu Hong’un bu sorusunun cevabını bilmeyen Wu Tan’ın boğazı duyduğu korku yüzünden kurumuştu.

 

Wu Tan’ın suratı titriyordu, verecek bir cevap bulamıyordu. İşler bu hale geldikten sonra yapabilecekleri tek şey kaderlerine dua etmekti. Sarayın savunma hattının topluluğun yardımı gelene kadar dayanıp dayanamayacağı bile muammaydı.

 

Wu Tan ve Wu Hong babalı oğullu şekilde saraydaki herkesin yaşamını ve ölümünü her gün kontrol ediyordu.

 

Fakat şimdi kendi yaşamları bir başkasının ellerindeydi.

 

Her daim kararları veren kişiler kendileri olmuştu, diğerleri ise onların emirlerini takip edenler olmuştu. Her daim başkalarını avlamaya çalışanlar Wu tan ve Wu Hong olmuştu fakat şimdi kendileri avcı değil av pozisyonundaydılar.

 

“Majesteleri, durum kötü! Cömertlik Prensinin malikanesi bilinmeyen bir kuvvet tarafından saldırıya uğradı! Wu Hanedanının üyeleri…”

 

“Ne olmuş Wu Hanedanının üyelerine?” Wu Tan’ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı, kafatası titriyordu. Cömertlik Prensi Wu Tan’ın genç kardeşiydi.

 

“Hiçbiri… Hiçbiri kaçmayı başaramamış!” Rapor veren asker Wu Tan’ın bakışları ile göz göze gelemeye cesaret edemiyordu.

 

Bu esnada başka bir asker daha rapor vermeye geldi: “Majesteleri, trajik haberler var! Kibarlık Prensi malikanesinde ölü bulundu!”

 

“Majesteleri! Alçak Gönüllülük Prensi tuzağa düşürülmüş! Prensi hiçbir yerde bulamıyoruz!”

 

“Majesteleri!”

 

“Majesteleri!”

 

Her türlü kötü haber bir anda Wu Tan’a ulaşmıştı. Sarayın tamamı sanki üzerlerine fırtınalı bir yağmur gelmiş gibi tehlike içindeydi.

 

“Majesteleri, dışarıda çok sayıda soylu, asil, klan akrabaları ve soylu metresleri var, hepsi de saraya giriş ve koruma istiyorlar.”

 

Şu anda Wu Tan’ın özel yatak odasındaydılar ve normal şartlarda Wu Hong bile buraya giriş izni alamazdı. Fakat Wu Hong içinde bulundukları durumdan dolayı geçici olarak buraya giriş iznini almıştı.

 

Ortamdaki kimse Wu Tan’ın yatak odasına hayatı boyunca girebileceğini düşünememişti zaten.

 

Wu Tan şu anda ne yapacağını bilemez haldeydi. Herkes için yeterli alana sahip değildi, ortamdaki insan sayısı arttıkça kaos oluşma ihtimali de artacaktı.

 

Fakat saraya giriş ve koruma isteyenleri reddederse bu durumda astlarına karşı kötü bir duruş sergilemiş ve itibarını ve otoritesini kaybetmiş olacaktı.

 

Wu Tan’ın gözlerinden alev fışkıracaktı neredeyse: “Jiang Chen beni çok fazla sıkıştırıyorsun! Buna cesaret etmemeliydin!”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr