Bölüm 213: Jiang Chen’in Başka Planları da Var

avatar
3218 2

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 213: Jiang Chen’in Başka Planları da Var


Altın Yiyen Fare Kralının Ling Xuan’ın vücudunu pençelerine hapsedip saniyeler içinde mideye indirmesini izleyen Ye Qiao’nun beyni uyuşmuş gibiydi. Sanki bütün vücudunu yıldırım çarpmış gibiydi. Vücudu titriyordu ve dişleri istemsizce birbirlerine çarparak çıtırdama sesleri çıkarıyordu.

 

Ling Shi ve Ling Feng birbirlerine umutsuzluk içinde bakmışlardı, fakat içlerindeki öldürme isteği hala sönmemişti. Jiang Chen’e tekrar saldırmak için hazırlık yapıyorlardı, iki gölge figürü sağ ve sol kanada yayılmıştı.

 

Şu anda başka seçenekleri yoktu. Sadece Jiang Chen’i canlı olarak ele geçirirlerse yaşayacaklarını düşünüyorlardı. Patronları olan Ling Xuan’ın ölümü bile bu amaçlarından vaz geçirememişti onları.

 

Eğer Jiang Chen’i ele geçiremezlerse onların da sonu patronları gibi olacaktı.

 

Mesele ölüm-kalım meselesi olduğundan, hızları ve yetenekleri en yüksek potansiyelindeydi.

 

Ling Shi ve Ling Feng şu anda umutluydu.

 

Altın Yiyen Fare bu sırada tekrar hareketlendi. O kadar hızlıydı ki, Ling Shi ve Ling Feng onun hareketlerini kavrayabilmekte zorlanıyorlardı.

 

Fare hamlesini yaptı!

 

Çat! Çat!

 

Ling Shi ve Ling Feng’in vücutları sanki cıvık birer çamurmuş gibi yere kapaklandığında iki adet çatırdama sesi gelmişti.

 

Ortamdaki herkesin gözü oraya dönmüştü, gördüler ki Ling Shi ve Ling Feng’in kafatasları dümdüz olmuştu. Yere düştükten sonra vücutlarında hiçbir yaşam belirtisi görünmüyordu.

 

İki adet ruh âlemi uygulayıcısı tek bir hamlede ölmüştü!

 

Bu esnada Ye Qiao artık kendisinin de cansız bir et parçası olacağını hissedebiliyordu, işte o sırada Ye Dai ve Ye Zheng’in neler hissettiğini anlayabildi.

 

Ye Qiao artık direnmek istemiyordu, üzerine gelen altın renkli okyanusa baktı, daha sonra yerde yatan ruh âlemi uygulayıcısı korumalarına baktı… Fareler Ye Qiao’yu mideye indirmeye başlamıştı ve Ye Qiao hiçbir tepki veremiyordu.

 

Fare sürüsü dağlık vadide müthiş bir temizlik yaptı ve yaklaşık on beş dakika içerisinde işlerini bitirip geri çekilmeye başladılar. Dağlık vadiyi kemik parçaları ile dolu şekilde bırakıp, Milyon Hendekli Kayalık Yuvaya dönüyorlardı.

 

 

Jiang Chen yaklaşık bir saat sonra Ye Rong ve grubuna ulaştı.

 

“Jiang Chen! Bu kadar erken mi geldin?” Ye Rong Jiang Chen’in erken gelişine şaşırmıştı. Ayrılalı ne kadar olmuştu ki?

 

“Evet, döndüm.” Jiang Chen’in yüzünde garip bir sırıtma vardı.

 

“Bitti mi?”

 

“Ben bir şey yapmadım. İkinci prens ve grubu ne düşünüyordu bilmiyorum ama, dağlık vadiye doğru gittiler ve fare sürüsü tarafından yok edildiler.”

 

“Ne?” Ye Rong şaşırmıştı: “Fare sürüsü tarafından yok mu edildiler? Ye Qiao…”

 

“Hepsi öldü. Yerdeki birkaç kemik parçasın onlardan geriye kalan tek şeydi.” Jiang Chen bunları söylerken oldukça soğukkanlıydı. Sanki bu meselenin kendisiyle hiçbir alakası yokmuş gibi davranıyordu.

 

Dan Fei Jiang Chen’e anlamlı bakışlar atıyordu, bir yandan Jiang Chen’e inanıyor, bir yandan da inanamıyordu, fakat sessiz kalmayı tercih etti ve bir şey söylemedi.

 

Xue Tong’un ise yüzünde her şeyi anlamış gibi bir bilgin ifade ve samimi bir gülümseme vardı.

 

“Beş versenize! Bu acı sonu kendisine hazırlayan da kendisiydi zaten. Hadi gidelim, bu bölge pek tekin görünmüyor.”

 

Bunca yaşanan şeye rağmen Ye Rong Ye Qiao’nun ölümüne mutlu olamamıştı. Şu an istediği tek şey Labirent Âleminden bir an önce çıkmaktı.

 

Ayrıca kendisinin baş düşmanı olan Ye Dai ve Ye Zheng fare sürüsü tarafından yok edilmişti.

 

Ye Zheng zaten Ye Dai’yi takip ederek kendi kuyusunu kazmıştı, doğal olarak Ye Dai öldüğünde de onu takip etmek zorunda kalmıştı. Bundan sonra ikisi de Ye Rong’a karşı bir tehdit değillerdi.

 

Bunları düşündükten sonra, Ye Rong’un aklı başkente gitti. Artık Güz Avı hakkında pek bir şey düşünemiyordu.

 

Dan Fei için de aynısı geçerliydi, buraya Ay Işıklı Canavar Maymun Yavrularını almaya gelmişti fakat artık Güz Avına olan ilgisini yitirdiğinden, bu ruh hayvanı yavrularını çok düşünmüyordu.

 

Şu anda en aktif ve mantıklı düşünüp hareket edebilen kişi Jiang Chen’di. Zaten kendisinin buraya gelirkenki amacı ruh hayvan avlamak değildi.

 

Zaman ilerledikçe bazen başka gruplarla da karşılaştılar ama çıkar çatışmaları olmadığından problem yaşamadan yollarına devam ettiler.

 

Grup bu zamana kadar çok yol kat etmişti, hep güneye ve çıkıştan uzağa doğru yolculuk etmişlerdi.

 

“Güz Avı yedi gün içinde bitecek, çıkış noktası için belirlenmiş bölgeye doğru ilerlemeliyiz bence, siz ne düşünüyorsunuz?” Ye Rong bir öneri sunmuştu.

 

Dan Fei düşünceli gözüküyordu fakat bir şey söylemedi. Güzel gözleriyle Jiang Chen’e bakıyordu, onun fikrini merak ediyordu.

 

Jiang Chen cevapladı: “Siz çıkış noktasına doğru ilerleyin, ben vaktinde size yetişirim.”

 

“Bir planın mı var?” Dan Fei meraklanmıştı.

 

Jiang Chen güneye doğru bakarak gülümsedi: “Sadece bu kadar zahmetli bir yolculuktan sonra öylece bu Labirent Âlemini öylece bırakıp gitmek zor geliyor.”

 

Ye Rong ve Dan Fei birbirlerine baktılar, biraz utanmış gibiydiler. İkisi de buraya geliş amaçlarını tamamlamışlardı, fakat Jiang Chen en çok çaba sarf eden kişi olduğu halde pek bir şey elde edememişti.

 

Bu macerada en çok avantaj kazanan, en çok kâr eden kişi Ye Rong’du, kendisine rakip olan bütün prensler fare sürüsü tarafından yutulmuştu.

 

Dan Fei ise hayalini kurduğu ruh hayvanı yavrularını elde etmişti, eli boş dönmeyecekti.

 

Grupta en çok efor sarf eden kişi Jiang Chen’di fakat kendi yararına hiçbir şey yapmamıştı. Bu yüzden onun neden bir süre daha burada kalmak istediğini anlayabiliyorlardı.

 

“Jiang Chen, kendine dikkat et.” Ye Rong Jiang Chen’in omuzlarını sıvazlayarak konuşmuştu.

 

Dan Fei aslında Jiang Chen’e eşlik etmek istiyordu fakat Jiang Chen’in tavırlarından yalnız gitmek istediğini anlayabiliyordu, kendisini zorla davet ettirecek değildi.

 

“Dikkatli ol.” Dan Fei Jiang Chen’i uyarmıştı. Aslında söyleyecek çok şeyi varmış gibi görünüyordu ama sadece bu iki kelimeyi söyleyebilmişti.

 

Jiang Chen gruptan ayrıldı, güneye doğru ilerlemeye başladı.

 

Jiang Chen Labirent Âlemine girdiğinden bu yana, karşılaştığı her ruh hayvanı güney yönünde ilerliyordu. Bu durum Jiang Chen’i meraklandırmıştı. Acaba orada ne oluyordu? Bu kadar sayıda ruh hayvanını güneye yönelten şey ne olabilirdi?

 

Hatta bu hayvanlar o kadar acele içindeydiler ki, yakınlarındaki insan etinin ve kanının kokusunu dahi boş vermişlerdi, durup insanlara saldırıp onları yememişlerdi.

 

“Güneyde büyük bir şey gerçekleşiyor olmalı.”

 

 

Güney bölümü oldukça geniş ve derin bir uçurumdu. Uçurumun alt noktalarında bir sürü mağara vardı, mağaraların girişleri sayısız çokluktaydı.

 

Jiang Chen mağaralara uzak bir noktada kendisini iyice saklamıştı.

 

Birdenbire ayağının altında bir titreme hissetti, Altın Yiyen Fare Kralı ortaya çıkmıştı.

 

“Genç usta Jiang Chen, bu mağaralar oldukça büyük ve bir sürü ruh hayvanı burada toplanmış durumda, sanki bir şeyin gerçekleşmesini bekliyor gibiler.”

 

“Oh? Kaç tane ruh hayvanı var?” Jiang Chen hafif bir ses tonuyla sordu.

 

“Yaklaşık on tane, güçlü olanlar benimle yaklaşık olarak aynı güçte. Zayıf olanlar ise orta seviyeli ruh âleminde.” Altın Yiyen Fare Kralı ruh âleminin ileri seviyelerindeydi.

 

“Bu kadar çok mu? Peki, neyi bekliyorlar?”

 

“Ben onlarla konuşmadım, neyi beklediklerini de bilmiyordum. Fakat tahminlerime göre, mağaraların altında değerli bir şey olmalı ve bütün ruh hayvanları onu kendilerine almak için burada bekliyor olmalılar.”

 

“Özel bir eşya mı? Ne olabilir ki?”

 

“Tahminlerime göre bir tür ruh eşyası olmalı, bir ruh meyvesi gibi, ya da bir şeyin ruh enerjisinin kaynağı gibi. Eğer çok kullanışlı bir şey olmasa zaten bu kadar çok ruh hayvanı bu bölgeyi ele geçirmek için toplanmazdı.”

 

Bu alandaki çoğu ruh hayvanının Altın Yiyen Fare Kralı ile savaşınca yenilecekleri kesin olsa da, Altın Yiyen Farelerin genel özelliği çekingen olmalarıydı, bundan dolayı Altın Yiyen Fare Kralı bir hamle yapmak istemiyordu.

 

“Hadi, beni şuraya götür de yakından bakayım.”

 

Jiang Chen’in mağaralara girip bakması oldukça kolaydı, Altın Yiyen Fare Kralı yeri delip içine girebiliyor ve toprağın içinde istediği gibi hareket edebiliyordu. Jiang Chen Altın Yiyen Fare Kralının açtığı yolu izleyerek ilerledi.

 

Mağaralar oldukça derin ve karanlıktı. Bir sürü kıvrımlara sahipti. İlerledikleri yollar kavisliydi.

 

Jiang Chen Medyumun Zihni yeteneğini en üst potansiyelinde kullanmaya başlamıştı, Altın Yiyen Fare Kralına tam ileri kazı yapmasını söyledi. Fare kralının kazı yapma yetenekleri muhteşemdi.

 

“Yavaşla, neredeyse geldik. Diğer ruh hayvanlarını alarma geçirmek istemeyiz.”

 

Jiang Chen ve Fare Kralı biliyordu ki, eğer hâlihazırda var olan mağara yollarına girerlerse, diğer ruh hayvanları tarafından anında fark edilebilirlerdi. Bu yüzden kendi yollarını kazarak ilerlemek zorundaydılar.

 

Aslında Fare Kralının varlığından diğer ruh hayvanları şikâyetçi olmazdı, fakat buraya bir insanla geldiğini öğrenirlerse o zaman işler karışırdı. Eğer sadece Fare Kralı olsaydı, sadece bir başka rakip anlamına gelirdi ve diğer ruh hayvanları çok umursamazdı.

 

Ruh hayvanları insanlar hakkında geniş bir bilgi ve sezgiye sahiptiler. Eğer Fare Kralının buraya bir insanla beraber geldiğini fark ederlerse onu dışlayabilir, hatta ona saldırabilirlerdi.

 

Jiang Chen buraya bu hayvanların canlı hedefi olmak için gelmemişti. Buraya sadece ruh hayvanlarının neden toplandığını öğrenmek için gelmişti.

 

Jiang Chen Kutsal İmparatorun reankarne olmuş olmuş oğluydu. Teoride ve bilgide hiçbir eksiği yoktu. Eksik olduğu konular dünyevi hazineler ve bazı kutsal meselelerdi. Bu Labirent Âleminde çok fazla değerli eşya vardı, ruh hayvanları buraya toplandıysa belli ki buradaki eşya çok daha değerliydi.

 

“Ben Güz Avında katıldım çünkü kendimi zorlu mücadelelerde geliştirmek ve değerli eşyaları ganimet olarak kazanmak istedim. Şimdi elime bu fırsat geçmişken öylece bırakıp gidemem. Her ne kadar tehlikeli bir durum gibi görünse de, risk almalı ve hamle yapmalıyım.”

 

Güzel bir gelecek ancak risk alarak kazanılırdı.

 

Jiang Chen bu durumun farkındaydı, Fare Kralına başka bir yol izlemesini söyledi. Bilerek sonuna kadar kazı yaptırmamış ve yüzeye iki üç metre kala bıraktırmıştı.

 

Böylelikle diğer ruh hayvanları tarafından fark edilme korkusu yaşamadan Medyumun Zihnini kullanarak ortamı keşfedebilecekti.

 

Fare Kralı biraz korkuyor gibiydi. Eğer Jiang Chen’in kendisine verdiği söz olmasa, bu olaya hiç karışmazdı. Bu yüzden Jiang Chen kendisine durmasını söylediğinde hiç tereddüt etmemişti.

 

Aslında bir yandan da meraklıydı, Jiang Chen bu noktadan nasıl gözlem yapabilirdi ki?

 

Bilmediği şey ise Jiang Chen’in Medyumun Zihni yeteneğinin beş duyu organını beslediğiydi. Bu yeteneği kullanarak dış dünyadaki normalde göremediği şeyleri hissedebiliyor ve gözlerine aktarıp görebiliyordu.

 

Jiang Chen Medyumun Zihni yeteneğini en üst potansiyeline çıkardı. Bir anda uçurumun etrafında yüzlerce ruh hayvanının konuşlandığını fark etti.

 

Bu hayvanların hepsi de merkezdeki bir noktaya odaklanmış durumdaydılar. Gözlerinden ateşli ve hırslı oldukları belli oluyordu.

 

“Görünüşe göre aşağı taraftaki bu eşya her ne ise çok değerli olmalı.”

 

Medyumun Zihni yeteneğinin etkisi oldukça yüksekti. Merkezdeki boşluktan oldukça etkin seviyede, iki farklı ruh gücünün yayıldığını hissetti. Bu ruh güçlerinden biri saf buz ve diğeri de saf ateşti.

 

Bu iki güç mavi ve kırmızı renkli olarak merkezden yayılıyordu. Bu iki renk birleşerek merkezin oldukça tüyler ürpertici görünmesini sağlıyordu.

 

“Acaba merkezde iki farklı hazine olabilir mi?” Bu tüyler ürpertici görüntü Jiang Chen’in olayları anlamasına birazcık engel oluyordu. Teorik olarak konuşmak gerekirse, buz ve ateş birbiriyle çatışan iki elementti. Bu iki gücün normalde birbirlerini nötrlemesi gerekirdi. Mantık çerçevesinde düşünülecek olursa, bu iki gücün bir arada bulunmaması gerekirdi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr