Bölüm 212: İkinci Prens, Son Anlarının Keyfini Çıkar

avatar
3554 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 212: İkinci Prens, Son Anlarının Keyfini Çıkar


Ye Qiao o esnada zamanın ne kadar kıymetli olduğunun farkındaydı, oyalanmaması gerekliydi.

 

“Pekâlâ, hadi dağlık vadiye doğru gidelim.” Ye Qiao anında karar vermişti.

 

Gruptaki kişiler Ye Rong’u takip etme fikrinden vaz geçmişlerdi. Onlara göre, Ye Rong şimdiye kadar çoktan fareler tarafından yok edilmişti.

 

Bunu düşünmelerinin sebebi, farelerin Ye Rong ve grubunun gittiği yönden gelmiş olmasıydı, doğal olarak Ye Rong farelerle karşılaşmış olmalıydı, şimdiye ölmüş olmalıydı.

 

Ye Qiao şu anda hayatta kalma mücadelesi vermesine rağmen, endişeden çok heyecan hissediyordu.

 

Ye Rong’un farelere ölmüş olması iyiydi, en azından adamlarını ona suikast yapmak için göndermek zorunda kalmamıştı. Rakiplerinin fareler tarafından öldürülmesi demek, Ye Qiao’nun hiçbir şekilde suçlu bulunamayacağı demekti.

 

Ye Qiao’nun grubu hızlıydı, kısa sürede dağlık vadiye ulaştılar.

 

Ling Xuan bölgeyi analiz etmeye başladı: “İkinci prens, bu bölgede dağın etrafını dolaşabilmemiz için iki farklı yol görüyorum. Buradan sonra açıklık alana ulaşmış olmalıyız. Eğer bunu yapabilirsek, fare sürüsünün gücü oldukça azalmış olur. Bütün Labirent Âlemini kaplayacak değiller ya.”

 

“Hangi yolun daha avantajlı olduğunu bul. Bu meseleyi hemen hallet, daha fazla vakit kaybetmemeliyiz.”

 

Ling Xuan ve birkaç kişi toplandı ve analizlerini paylaştılar.

 

“Majesteleri, yaptığımız analizlere göre, sol taraftaki yolu kullanmalıyız. Bu yol dağlık vadiyi daha hızlı geçmemizi sağlar. Biz…”

 

Ling Xuan’ın sesi bir anda kesildi, yüzünde çok garip bir ifade vardı, gözlerini grubun arka tarafındaki bölgeye dikmişti.

 

“Ling Xuan, ne oldu?” Ye Qiao bunu sorduktan sonra istemsiz şekilde Ling Xuan’ın bakışlarını takip edip onun baktığı yere baktı.

 

“Jiang Chen?”

 

Ye Qiao’nun gözleri inkâr doluydu, gözlerine inanamıyordu. Jiang Chen burada ne yapıyordu? Hala daha uzaklaşmamış mıydı?

 

Ayrıca Jiang Chen’in bu tarafa değil, ters tarafa doğru harekete geçtiğini görmüşlerdi. Ne yani, bu adam ışınlanıyor muydu? Bu çok saçmaydı!

 

Jiang Chen elbette ışınlanmıyordu. Jiang Chen Ye Qiao ve grubunun endişeli durumundan faydalanıp, onların kaybettiği vakti değerlendirmişti. Birkaç yüz li mesafeyi hızlı şekilde gelmişti ve grubun etrafından dolaşmayı başarmıştı.

 

Ayrıca, Altın Yiyen Fare Kralının fare sürüsünü kontrol edip yönlendirmesiyle, harekete geçmek için harika bir zaman aralığı oluşturmuştu kendine. Fare sürüsü Ye Qiao ve grubunu dağlık vadiye sürene kadar beklemiş ve en uygun anda kendini göstermişti.

 

Jiang Chen’in bu asla tahmin edilemez hamlesi sonucunda Ye Qiao akvaryumdaki bir kaplumbağa gibiydi.

 

“Büyük bir acele içinde gibisiniz ikinci prens, nedir acelenin sebebi?” Jiang Chen’in yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

 

Ye Qiao’nun bu esnada Jiang Chen ile laf yarışına girmeye vakti yoktu: “Jiang Chen, seninle laf yarışına girmek için vaktim yok! Dört numara nerede? Siz ters tarafa doğru harekete geçmemiş miydiniz? Neden buradasınız?”

 

Jiang Chen gülümsedi: “Dördüncü prens mi? Onlar kendi yollarına gittiler tabii ki. Benim halletmem gereken birkaç mesele vardı, bu yüzden geri döndüm. İşlerimi hallettikten sonra hemen geri dönüp onlarla buluşacağım.”

 

“Onlar kendi yoluna mı gitti? Daha sonra onlarla mı buluşacaksın? Jiang Chen, bu demek oluyor ki sen burada tek başınasın, öyle değil mi?”

 

Ye Qiao Jiang Chen’i ilk gördüğünde biraz endişelenmişti, dört numara ve grubunun da onunla beraber olduğunu düşünmüştü. Fakat şimdi Jiang Chen’in tek başına olduğunu anlayınca kalbi serinledi.

 

“Sadece ben varım, ikinci prens, hala sorumu cevaplamadınız, burada ne işiniz var?”

 

Ye Qiao manalı bir gülümseme ile karşılık verdi: “Hiç, hiçbir işimiz yok. Burada bir ruh hayvanı olduğunu duyduk ve şansımızı deneyelim dedik. Jiang Chen hadi sen git ve bahsettiğin şu işini hallet, daha sonra da dört numara ile mi buluşuyorsun ne yapıyorsan yap hadi! Ben burada bir ruh hayvanı avlamakla meşgulüm ve senin konuşarak vakit kaybedemem. Hadi herkes kendi yoluna!”

 

Ye Qiao içten içe mutlu hissediyordu. Aklındaki düşünceler oldukça aşağılayıcıydı: “Jiang Chen, sen üstün birisi olduğunu mu düşünüyorsun? Eğer cesaretin varsa gitmeyip burada kalırsın. Bir de Ye Rong ile buluşmak mı istiyorsun? Ye Rong şimdiye kemikten ibaret bir ceset haline gelmiştir.”

 

Doğal olarak Jiang Chen’e arkalarındaki fare sürüsünden bahsetmeyecekti.

 

Jiang Chen güldü: “Ruh hayvanı mı avlıyorsunuz? İkinci prens, o kadar büyük bir acele içinde görünüyorsunuz ki sanki ruh hayvanı avında değil gibisiniz. Sanki bir şeyler saklıyor gibisiniz?”

 

Ye Qiao sinirlenmişti, bağırarak cevap verdi: “Jiang Chen, ne söylediğine dikkat et! Ben işimde gücümdeyim! Bana nasıl böyle ithamlarda bulunup iftira atarsın?”

 

Eğer içinde bulundukları durum farklı olsaydı, Ye Qiao anında korumalarına emir verip Jiang Chen’i parçalarına ayırtırdı. Fakat şu anda bunu yapacak zamanı yoktu.

 

Fare sürüsü her an gelebilirdi. Jiang Chen ile daha fazla vakit kaybetmek tehlikenin büyüyeceği anlamına geliyordu.

 

“İkinci prens, iyi manada söyledim. Ben çok fazla ruh hayvanı barındıran bir yer biliyorum. Avlamak için çok fazla ruh hayvanı var. Eğer ikinci prens ruh hayvanı avlamayı seviyorsa, garanti veriyorum bahsettiğim şeyi de sevecek.”

 

“Hah! Senin cömertliğine gerek yok. Bunu git ve ustana söyle! Hadi gidelim!” Ye Qiao homurdanarak konuşmuştu ve Jiang Chen’i pek önemsemiyordu.

 

“İkinci prens, gerçekten gidebileceğinize mi inanıyorsunuz?” Jiang Chen kahkaha ile konuşuyordu.

 

“Ne demek istiyorsun?” Ye Qiao’nun vücudu bir anda duraksamıştı, birdenbire Jiang Chen’e döndü, gözlerinde öldürme arzusu vardı.

 

“Ne mi demek istiyorum?” Jiang Chen ileri doğru birkaç adım attı: “İkinci prens, şu anda kendinizle oldukça gurur duyuyor olmalısın! Önce Ye Dai ve Ye Zheng’i tuzağa düşürüp, daha sonra aynı tuzağa Ye Rong’u da düşürmeyi düşünerek oldukça zeki olduğunu sanıyorsun değil mi? Böylece dört prens arasından en güçlü kral adayı sen olacaktın! Labirent Âleminden ayrılınca tahtın tek meşru varisi olacaktın öyle değil mi?”

 

“Ne… Ne saçmalıyorsun sen be? Ne tuzak kurması? Sen iyice saçmalamaya başladın Jiang Chen! Böyle saçmalamaya devam edersen seni öldüreceğimden emin olabilirsin!”

 

“Buna cesaret edemezsin!” Jiang Chen sinsi şekilde gülümsüyordu: “Senin burada vakit kaybetmeye bile cesaretin yok! Ben burada böylece dursam ve bana saldırmanıza izin versem bile beni öldürmeye cesaret edemezsin!”

 

“Jiang Chen, sen ne demek istiyorsun? Açık konuşsana!” Ye Qiao’nun kalbi ürpermişti.

 

“Ne mi demek istiyorum? Gerçekten de ne demeye çalıştığımı hala tahmin edemedin mi? Hâlbuki oldukça akıllı olduğunu sanıyordum. Sonuçta fare sürüsünü tetikleyerek Ye Dai’yi ve Ye Zheng’i öldürten sensin. Bu yaptıkların yanına kâr mı kalır sandın?”

 

“Sen… Sen komik suçlamalarda bulunuyorsun!” Ye Qiao elbette suçlarını inkâr etmeye devam ediyordu. Hala Jiang Chen’in sadece tahminlerle iş yaptığını, elinde delil bulunmadığını düşünüyordu.

 

“Suçlamada bulunup bulunmamam önemli değil. Sen yine de buradan ayrılamazsın!”

 

“Majesteleri, fare sürüsü bütün yolları çoktan kapattı bile. Etrafımız tamamen kuşatıldı!” Ling Xuan dağlık vadinin iki yolunun da kapatıldığını fark etmişti.

 

Şu anda gerçekten de akvaryumdaki birer kaplumbağa gibiydiler.

 

“Ne?” Ye Qiao’nun yüz ifadesi değişmişti.

 

“Jiang Chen, sen bilerek beni oyaladın değil mi?” Ye Qiao’nun gözleri nefretle dolmuştu.

 

“İşte bu sefer doğru bildin!” Jiang Chen güldü ve inkâr etmedi.

 

“Seni deli adam!” Ye Qiao bağırarak hakaretler ediyordu: “Bizi oyalayınca sen buradan canlı çıkabileceğini mi sandın? Aptal herif! Ustan da ölecek, sen de öleceksin!”

 

Jiang Chen sinsi şekilde gülümsüyordu: “Benim sizi oyalamamın Ye Rong’a bir yararı ya da zararı yok.”

 

“O hâlde neden böyle bir şey yaptın?” Ye Qiao oldukça sinirliydi.

 

“Sebep çok basit aslında. Aramızdaki meseleyi başlatanlar sizlerdiniz, ben de buraya intikam için geldim. Unutma, benimle uğraşan ölmek zorundadır!”

 

Jiang Chen’in sesi bir anda soğuk bir tonla çıkmaya başladı: “Masum numarası yapmayı kes! Senin iki koruman işlerini yaptılar ama bir şey unuttular, üzerlerindeki kanı temizlemediler. Siz nasıl insanlarsınız? Size tuvalet yaptıktan sonra kıçınızı silmenizi kimse öğretmedi mi? Haha!”

 

Ye Qiao’nun yüzünde çirkin bir ifade vardı: “Yani, sen buraya bilerek mi gelip bizi oyaladın?”

 

“Evet, haklısın.” Jiang Chen gülümseyerek konuşuyordu.

 

“Haha! Sen delisin! Sen tam bir delisin! Tamam bizi oyalamayı başardın da, şimdi ne olacak? Sen de bizimle beraber öleceksin! Çıldırmışsın sen! Çıldırmışsın!” Ye Qiao’nun öfkesi yavaş yavaş dışa vuruyordu.

 

“Sen bu konu hakkında çok düşünüyorsun! Ben buraya intikam için geldiğimi söyledim ya, işim biter bitmez ayrılacağım!”

 

“Ayrılacak mısın? Rüyanda görürsün! Yollar fare sürüsü tarafından çoktan kapatıldı bile! İki çıkış yolu vardı ve fareler ikisini de kapattı. Ayrılmak istiyorsan bir an önce kendine kanat oluşturmaya çalışmalısın!”

 

“Biliyorum.”

 

“O halde neden pis pis sırıtıyorsun?” Ye Qiao nihayet artık mantıklı sorular sormaya başlamıştı.

 

“Çünkü fare sürüsünü tetikleyen kişi bu sefer benim! Önceki sefer fare istilasından hiç yara almadan nasıl kurtulduysam bu sefer de kurtulurum!”

 

Jiang Chen sinsi şekilde gülümseyerek konuşmasına devam etti: “İkinci prens, son anlarının keyfini çıkar! Ben burada durup manzaranın keyfini çıkaracağım.”

 

O esnada gürültü sesleri yükseldi, fare sürüsü her yönden akın ediyordu.

 

Altın renkli okyanus gibi bir akım yeniden gözükmüştü.

 

Ye Qiao’nun grubundaki herkes şaşkınlıktan kaskatı kesilmişti. Her yönden üzerlerine gelen fareleri görünce kalplerinde korku ve çaresizlik oluşmuştu.

 

Ling Xuan’ın gözlerinde bir anda parlak bir fikrin ışığı yandı: “Herkes beni dinlesin, hadi şu Jiang Chen denen adamı o ağacın tepesinden indirin. Bu çocuk fare sürüsünden korkmuyor, demekki bir planı var. Eğer ona yakın durursak yaşamak için bir şansımız olabilir.”

 

Bu öneri Ye Qiao’nun kendine gelmesini sağladı.

 

Çaresizlik içindeyken kalbi bir anda umutla dolmuştu. Ye Qiao da bağırdı: “Evet, Jiang Chen’i oradan indirin!”

 

Ling Xuan’ın eğitim seviyesi, gruptaki kişiler arasında en yüksek olandı, bir eliyle uzun kılıcını kavradı ve Jiang Chen’e doğru ilerlemeye başladı.

 

Ling Shi ve Ling Feng de biliyorlardı ki bu savaş bir ölüm kalım savaşıydı, bütün güçleri ile saldırmaları gerektiğini biliyorlardı, ikisi de iki kanada yayılarak Jiang Chen’i kıskaca almaya çalıştılar.

 

“Hadi acele edin! Fare sürüsü kısa süre sonra burada olur!” Ye Qiao avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Hadi herkes aynı anda saldırsın! Jiang Chen’i indirin!”

 

O sırada Ling Xuan’ın aklında tek bir düşünce vardı, Jiang Chen’i oradan indirip farelerden nasıl kaçınacağının yöntemini öğrenmek.

 

Eğer bunu öğrenemezse, kendisini bekleyen tek şey ölümdü.

 

Biliyordu ki, fare sürüsüsün karşısında insan gücü ile durulamazdı. Eğer fare sürüsünden kaçınmak istiyorsa tek umudu Jiang Chen’in sırrını öğrenmekti.

 

Kılıcının aurası tıpkı bir ejderinki gibiydi, kılıç savrulduğunda kısa bir zaman içerisinde Jiang Chen’e ulaşmıştı.

 

Birdenbire…

 

Beklenmedik bir şey oldu…

 

Ling Xuan tam da Jiang Chen’in vücuduna yakınlaşıyordu ki, yerden göğe doğru bir toprak yığını yükseldi ve patlayan bir volkan gibi çamur yükseldi.

 

Çamur dalgasından çıkan şey ise devasa bir Altın Yiyen Fareydi, Ling Xuan’a yönelmişti ve altın renkli bir ışık saçıyordu.

 

Bir çıtırdama sesi geldi, kılıç çamur saldırısının içinde kalakalmıştı. Altın Yiyen Fare zahmetsizce pençesini savurmuştu ve kılıç parçalarına ayrılmıştı.

 

Çok kısa bir süre sonra ise Altın Yiyen Farenin diğer pençesi Ling Xuan’ın göğsüne isabet etti. Fare ağzını sonuna kadar açıp Ling Xuan’ın göğsünden yukarısına bir hamlede bulundu.

 

Ling Xuan’ın boynu ısırılmıştı.

 

Altın Yiyen Fare Ling Xuan’ın bütün vücudunu kontrol altın almıştı, kemiriyordu. Kaşla göz arasında Ling Xuan’ın bütün vücudunu yedi.

 

Ling Xuan, ruh âleminin birinci seviyesindeki usta, fare tarafından sanki bir çocuğun oyuncakla oynaması gibi oynanmıştı.

 

Tamamen savunmasız kalmıştı. Ling Xuan’ın çok büyük zahmetle savurduğu kılıç saldırısı, fare tarafından sanki hiçbir şeymiş gibi def edilmişti.

 

Eğer Ling Shi ve Ling Feng acele şekilde oradan kaçmasaydı, kendileri de fareye yem olacaklardı.

 

Nihayetinde, Altın Yiyen Farenin gücü çok fazlaydı ve hızı da oldukça yüksekti. Bu şöhretli ruh âlemi uygulayıcıları Altın Yiyen Farelere kıyasla sadece birer oyuncaktı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44257 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr