Bölüm 168: Yenilmez Ruhlu Baş Usta

avatar
3388 5

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 168: Yenilmez Ruhlu Baş Usta


“Genç kardeşim Jiang Chen, oldukça aceleci davrandın.” Birinci prensin adamları uzaklaştığında Tian Shao iç çekerek sitem etmişti: “Bu müsabakaya katılmayı kabul etmemeliydin.”

 

“Jiang Chen, Xin Wudao Ejder Dişi muhafızlarının on generalinden biridir. On general arasında eğitim seviyesi en yüksek olan kişi odur. Askeri Dao eğitimi yolunda oldukça fazla başarı elde etmiş birisidir ve çoktan ruh âlemine geçiş yaptı bile. Başkentteki gençler arasında en seçkin uzmanlar arasında favori olarak gösterilir.” Ye Rong oldukça endişeli görünüyordu: “Eğer bir iddiada bulunursa onu reddetmek için bir bahane bulacağım. On yıllık bir süre bir erkeğin intikamını alması için iyi bir süre.”

 

“On yıl mı?” Jiang Chen kafasını salladı: “Centilmen bir erkek bu kadar kolay geri çekilmemeli. Ben her ne kadar centilmen birisi sayılmasam da, biliyorum ki kaybedilen bazı fırsatlar yüzünden insan çok uzun süre pişmanlık çekebilir. İntikam için on yıl beklemek mi? Ben o kadar bekleyemem.”

 

“Ah! Genç kardeşim Jiang Chen, bu durum onların senin için hazırladığı bir tuzak ve sen de bu tuzağa hiç düşünmeden atlıyorsun.” Tian Shao hâlâ Jiang Chen’i bu müsabakadan vazgeçirmek için ikna etmeye çalışıyordu.

 

“Cesurlar ve korkaklar arasındaki fark budur, cesurlar gideceği yerde bir tuzak olduğunu bilse bile giderler fakat korkaklar geri çekilirler. Jiang Chen, bugün korkak olarak mı yoksa cesur olarak mı anılacağının seçimi senin ellerinde.” Olayın başından beri suskun kalan Lin Qianli konuşmuştu.

 

“Ah! Kardeş Lin Qianli, eğer sen olsaydın neyi seçerdin?” Jiang Chen meraklıca sormuştu.

 

“Bu sorulmaya değer bir soru bile değil.”

 

“Onun yerine bu soruyu ben cevaplayayım.” Dördüncü prens Ye Rong konuştu: “Qianli askeri Dao konusunda oldukça kararlı hareket eden birisi, kendisinden hiçbir zaman taviz vermez.”

 

“Haha! Fena değil, fena değil. Dördüncü prens bile konuştu. Lin Qianli, sana yavaştan hayranlık duymaya başlıyorum.”

 

Aralarında konuşurken avlunun iç noktalarına doğru gelmişlerdi.

 

Asıl bu yer doğum günü ziyafetinin olduğu yerdi. Avlunun orta iç kısımları hazırlanıyordu ve Gök Ağacı Krallığı’nın gençlerinin oturacakları yerlere geçmeleri bekleniyordu.

 

Bu düzeyde öneme sahip bir ziyafet için zaten her şey önceden hazırlanmış ve ayarlanmıştı. Ne kadar davetiye gönderileceği, ne kadar oturak ayarlanacağı ve herkesin nereye oturacağına kadar her şey hazırlanmıştı.

 

Bundan dolayı, kimin nereye oturacağına dair yaşanacak sürtüşmeler ortadan kaldırılmıştı.

 

Bir asil prens olarak, Ye Rong’un prensler arasındaki sırası dörttü. Bundan dolayı onun için ayrılmış olan koltuk merkeze en yakın olanıydı.

 

Ayarlanmış olan masalar uzun boylu dikdörtgenler şeklindeydi ve avlunun iki tarafına hizalanmıştı.

 

İlk sıradaki masalar elbette birinci prens Ye Dai ve ikinci prens Ye Qiao’ya aitti.

 

Ye Rong ikinci sıraya yerleştirilmişti. İkinci prens Ye Zheng solda ve dördüncü prens Ye Rong sağdaydı. Birbirlerine yüz yüze bakacak şekilde oturuyorlardı.

 

Herkes yerini aldıktan sonra Dan Fei ana masaya doğru yöneldi. Pürüzsüz bir yeşim taşını andıran cildiyle ve bademi andıran gözleriyle etrafı süzdü. Oldukça hareketli ve sevecen bir duruşu vardı.

 

İnci gibi dişlerini göstererek ve gülümseyerek konuştu: “Ben, Dan Fei, bugün çok mutluyum. Her yıl, Gök Ağacı Krallığı’nın genç dâhilerini aynı çatı altında görüyorum. Her sene büyümenizi ve değişiminizi gözlemliyorum, tecrübesiz genç hâlinizden her işi tek başına becerebilecek birer yetişkin adama dönüşmenizi izliyorum. Onurlu Eğitmenimiz kendisini dünyevi işlerden soyutladı ve her daim insanlığın gidişatı yönünde bize yardımcı oldu. Peki, neden mi her sene doğum gününü kutluyor? Eğlenmeyi ve ziyafetlerde vakit geçirmeyi sevdiğinden değil, öğrencilerinin kendisinden daha iyi noktalara geldiğini görmek arzusundan! Gök Ağacı Krallığı’nın nesillerinin gittikçe daha güçlü hâle gelmesini diliyor. Bir krallığın geleceği, gençlerinin gücüne ve erdemine bağlıdır!”

 

Dan Fei’nin sesi kararlı ve keskin çıkıyordu. Konuşmasında en ufak bir tereddüt bile yoktu, oldukça kararlı cümleler kuruyordu. Bu durum yakın masalardaki gençlerin kalbinin hızlı atmasına sebep olmuştu.

 

Ortamdaki gençlerin çoğu Eğitmen Ye’den eğitim almışlardı, bazıları ise bu çoğunluk gibi şanslı değildi. Onların eğitiminde Eğitmen Ye her gün yakından ilgilenememişti.

 

Eğitmen Ye’den ders almak buradaki her gencin başarı saydığı bir durumdu. Bu gençlerin hepsi de rüyalarında Eğitmen Ye’den ders aldıklarının hayalini kurmuşlardı. Tabii ki bu hayalleri süsleyen bir şey daha vardı, eğer Eğitmen Ye’den ders alırlarsa elbette Dan Fei’ye de yakın olacaklardı. Dan Fei, gençlerin hayallerini süsleyen ve onların hormonlarını en üst seviyelere taşıyan bir kadındı.

 

Karşısındaki gençlerin tepkilerine bakınca Dan Fei gülümsedi fakat bir şey söylemedi. Bu kadar zeki olunca, elbette karşısındaki bu gençlerin kendisi hakkındaki düşüncelerini de anlayabiliyordu.

 

“Pekâlâ, herkes sessiz olsun, onurlu Eğitmen Ye geliyor.”

 

Dan Fei hafifçe öne eğildi ve saygı dolu bir ses tonuyla: “Baş Usta.”

 

Bol bir cübbe giymiş, beyaz saçlı ve beyaz sakallı yaşlı bir adam göründü. Adamın kaşlarından bile mitolojik bir ölümsüzlük hissi yayılıyordu, çevresindekilere fani dünyadan uzaklaştıkları yönünde bir his veriyordu.

 

Bu kişi Gök Ağacı Krallığı’nın totem kişisiydi. Eğitmen Ye Chonglou.

 

Ye Chonglou’nun adımları oldukça yavaştı fakat yine de her adım attığında Jiang Chen sanki karşısında bir dağ varmış da, ayakları çıkmış ve yürüyormuş gibi hissediyordu.

 

Bum!... Bum!... Bum!...

 

O esnada Jiang Chen’in Zephyr’in Kulağı, gerçekten de davul sesleri duyuyordu. Bu seslerin sıklığı da gittikçe artıyordu.

 

Bu aslında davul sesi değildi, kalp atışlarının sesiydi.

 

“Aslında aurasını veya ruh gücünü kullanmıyor, sadece adımlarının ritmini ortamda baskı kurmak için kullanıyor!” Jiang Chen şaşkınlıktan kaskatı kesilmişti. Aslında Eğitmen Ye’nin bu kadar efsanevi birisi olduğunu düşünmemişti, fakat şimdi Gök Ağacı Krallığı’ndaki herkesin neden onu bir totem gibi putlaştırdığını anlıyordu.

 

O sırada Jiang Chen’in Boulder’in Kalbi tekniği kendini gösterdi ve aklındaki düşünceleri sakinleştirip zihnini tazeledi. Zihni artık hareketsiz bir dağ gibi durgundu.

 

Eğitmen Ye’nin adımları her ne kadar sihirle dolu gibi gözükse de, nabzı ne kadar hızlı olursa olsun, nihayetinde zihnini durulayabilmişti.

 

Jiang Chen kalbini bu şekilde daha fazla tutamayacağını düşünüyordu ki…

 

“Haha! Fena değil, fena değil. Bir yıldır görüşmüyoruz fakat siz gençler eğitiminizden pek bir şey unutmamışsınız. Oturun, herkes otursun, bir ziyafette ayakta durmak uygun olmaz.”

 

“Öğrenci Ye Dai onurlu ustasını selamlar! Onurlu usta çok yaşasın ve Gök Ağacı Krallığı’nın derelerini ve dağlarını korusun! Bilgileri nesiller boyunca evlatlarımıza aktarılsın!”

 

“Ye Qiao onurlu ustayı selamlar! Eğitmen Ye’nin mutluluğu Doğu Denizi kadar büyük olsun! Tai Dağı kadar ömrü uzun olsun ve seneler boyunca yaşlanmayıp sonsuza kadar yaşasın!”

 

“Ye Zheng… Ye Rong… Ye Hao… Onurlu ustayı selamlar!”

 

Prensler sırayla öne çıkarak iyi dileklerini iletmişlerdi.

 

Daha sonra diğer soylu ailelerin çocukları ve müritleri öne çıkıp saygılarını sundular.

 

Bu selamlamalar ve iyi dilekler bittikten sonra Ye Dai aradaki buzları kırarak konuştu: “Kız kardeş Dan Fei, zaman yaklaştı, artık onurlu ustaya hediyelerimizi verelim mi?”

 

Dan Fei neşeli şekilde gülümsedi: “Ye Dai, bakıyorum da pek heveslisin, acaba çok iyi bir hediye aldın ve onu vermek için mi sabırsızlanıyorsun?”

 

“Haha! Kız kardeş Dan Fei hiç değişmemiş. En ufak planlarımı bile önceden görebiliyorsun.” Ye Dai her ne kadar ciddi tavır takınmayı seven birisi olsa da Dan Fei karşısında oldukça sevecen davranıyordu. Tıpkı onun öz kardeşiymiş gibi davranıyordu.

 

Ye Dai iyi biliyordu ki, Dan Fei Eğitmen Ye’nin her daim yanındaydı. Dan Fei aynı zamanda Eğitmen Ye’nin favori öğrencisiydi. Bu yüzden Dan Fei’ye uygun hamlelerle yakınlaştıkça aynı zamanda Eğitmen Ye’ye de yakınlaşacağının farkındaydı.

 

Dan Fei’yi kullanarak Eğitmen Ye’den bir şey istetmek, bin külçe altın bulmaktan daha değerliydi.

 

Ortamdaki herkesin gözlerinden daha sonra ne olacağını merak etmenin heyecanı okunuyordu.

 

Baş Usta gençlerin gözündeki heyecanı görmüştü: “Dan Fei, buraya gel.”

 

Dan Fei saygılı şekilde ustasının yanına gitti ve kulaklarını ağzına doğru yaklaştırdı.

 

Ustanın dudakları yavaşça oynadı, bir şeyler mırıldanıyordu. Dan Fei’nin kaşları oynuyordu ve en sonunda kafasını salladı.

 

“Herkes dinlesin, Eğitmenimiz dedi ki hediyeler verilmeden önce bir etkinlik daha yapılacak. Lütfen herkes kendini mental olarak hazırlasın. Bu etkinlik şöyle, bir problem var ve bu problemi çözecek kişiye onurlu ustanın bir iyilik borcu olacak.”

 

“Ne?” Ana masadaki bütün müritler şaşkınlıktan neredeyse küçük dillerini yutacaklardı.

 

Eğitmen Ye’nin birisine iyilik borcu olması? Eğitmen Ye Tai Dağı’ydı, Kuzey Yıldızı’ydı, Gök Ağacı Krallığı’nın totem hâline gelmiş, putlaşmış kişisiydi. Onun birisine bir iyilik borcu olması demek, kişiyi ölümden bile kurtarabilecek bir şey demekti.

 

Şunu söylemek abartı olmazdı, Eğitmen Ye’den gelecek olan bir iyilik, kralın kendisinden gelecek olan bir iyilikten daha değerliydi.

 

Sonuçta, kraldan gelecek olan iyilik şöhret ya da para olurdu. Bu iyilikler, krallığın prenslerinden de kazanılabilirdi.

 

Fakat Eğitmen Ye efsanevi bir kişilikti. Ondan gelecek bir iyilik demek, fani dünyanın ötesinde, ölümlü dünyanın ihtişamını ve görkemini aşacak bir iyilik demekti.

 

Birinci prens Ye Dai’nin kalbi bile heyecandan küt küt atar olmuştu. Daha önceden bu yılki kutlamalar hakkında bilgi almıştı ve hazırlıklı gelmişti. Eğitmen Ye’nin sözlerini duyunca anladı ki yaptığı hazırlıklar boşuna gitmemişti.

 

Dördüncü prens Ye Rong’a gelince, davete girmeden önce Dan Fei’nin kendisine Eğitmenin son zamanlarda bazı sıkıntılar çektiğini söylediğinde bu durumu anlayamamış olmanın verdiği pişmanlık vardı.

 

Şimdi Dan Fei’nin bu sözlerini duyunca ise birinci prensi gözlemlemeden edemedi. Kaşarındaki kurnazlığı ve sinsiliği gördü. Bu durum Ye Rong’un derin düşüncelere dalmasına yol açtı.

 

“Bu çok kötü, belli ki Ye Dai bu konu hakkında daha önceden bilgi almış ve hazırlıklı gelmiş. Sanırım bir şey kaçırdım.”

 

Ye Rong pişman hissetmişti ama yenilgiyi de hemen kabul etmeyecekti. Başkentteki bağlantıları birinci prense nazaran daha zayıftı.

 

Bu durum açıkça gösteriyordu ki birinci prensin bağlantıları ve haber alma yetisi Eğitmen Ye’ye kadar ulaşıyordu.

 

“Kız kardeşim Dan Fei bana her zaman iyi davranmıştır. Benden habersiz şekilde Ye Dai’ye bu bilgiyi vermiş olamaz. Ye Dai’nin annesinin ailesi çok güçlü, sağlam bağlantıları ve kaliteli bilgi ağları var. Yoksa bu seferde mi ilk kendisi harekete geçerek avantaj elde edecek?” Ye Rong düşündükçe daha da umutsuzluğa kapılıyordu.

 

Bir adımı yanlış atarsa, önceden attığı bütün adımlar da boşa gidecekti.

 

Eğitmenden gelecek bir iyilik demek, babalarının, kralın bile karşılayamayacağı bir iyilik demekti.

 

Eğer birinci prens bu iyiliği kazanırsa, kanatları olan bir kaplan gibi olacaktı. Ye Dai zaten veliaht prens olmaktaki avantajı elinde tutuyordu. Eğer bu problemi çözüp Eğitmenin iyiliğini de kazanırsa durdurulamaz bir hıza ulaşmış olurdu.

 

“Fakat, Eğitmen Ye’ye sıkıntı veren şey ne olabilir ki?” Ye Rong’un kalbi endişe doluydu ve içten içe dua ediyordu: “Umarım Ye Dai de bu problemi çözemez. Aksi takdirde, eğer Eğitmenin iyilik borcunu kazanırsa, diğer bütün prenslerin başkentte barınması imkânsız olur.”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr