Bölüm 167: Dar Bir Yolda, Nefretle Alevlenen Gözler

avatar
3434 5

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 167: Dar Bir Yolda, Nefretle Alevlenen Gözler


Asil kıyafetlerle donanmış birisi. Uzun boylu birisi değildi, gözlerinde kurnazlığın izleri vardı. Etrafa gözlerini gezdirdikçe şiddet dolu bakışlar atıyordu.

 

“Üçüncü kardeşim, bu kadar erken mi geldin?” Ye Rong’un yüzündeki gülümseme bu kişiyi görünce kaybolmamıştı. Onu neşeli şekilde selamladı.

 

“Onurlu Eğitmenimize iyi dileklerimizi ne kadar erken ulaştırırsak o kadar iyidir. Dört numara, sen hep onurlu eğitmenimizin seninle iyi ilgilendiğini söylemez miydin? Neden bu kadar geç kaldın? Söylediklerinle yaptıkların uyuşmuyor!”

 

Konuşan bu kişi şu anki kralın üçüncü oğluydu, Ye Zheng. Diğer prenslere göre statüsü biraz daha yüksekti fakat veliaht olmasını uman kimse yoktu.

 

Ye Zheng’in kendisinin de veliaht olma konusunda umudu yoktu, bu yüzden birinci prens Ye Dai’ye samimi davranıyordu.

 

“Üçüncü kardeşim, bakıyorum da hâlâ etrafta şakalar yaparak dolaşmayı seviyorsun. Biz, bütün kardeşlerimiz olarak, Eğitmen Ye’nin bilgilerinden faydalandık. Bizim ona karşı hissettiğimiz samimiyette nasıl farklar olabilir ki?” Ye Rong Ye Zheng ile ağız dalaşına girmek istemiyordu, gülümseyerek devam etti: “Üçüncü kardeşim, ben etrafta biraz dolaşıp diğer insanlara da selam vereceğim.”

 

Ye Zheng kendini beğenmiş şekilde gülerek: “Dört numara, tam da senin son zamanlarda yüksek bir profil sergilediğini söylüyordum. Yoksa herkesin yanına gidip selam vermekteki amacın bağlantılar kurmak mı? Aklında bir plan mı var yoksa?”

 

Bu cümleler üstü kapalı şekilde Ye Rong’un veliaht olmayı istediğine dair kinayeli bir göndermeydi.

 

Ye Rong yarı alaycı yarı masum şekilde gülümsedi: “Üçüncü kardeşim, buradaki gençlerin hepsi neredeyse yaşıt sayılır, sadece birbirimizi selamlıyoruz. Bu nezaket kuralı değil mi? Eğer bunu yapmazsak, diğer insanlar bizim gibi asil hanedan ailesinden insanların dışarıdan kimseyle selamlaşmayacak kadar kibirli olduğumuzu düşünmezler mi? Bu durum Ye ailesinin utanmasına sebep olmaz mı?”

 

“Haha! İyi dedin, iyi dedin!” Dikkat çekici bir ses arka taraftan yankılanmıştı.

 

Ye Rong bu sesi duyar duymaz kime ait olduğunu tanıdı.

 

Elbette, yüzünde bir kırışıklık bile olmayan, yeşim taşı gibi pürüzsüz bir cilde sahip, yıldızlar gibi parıldayan gözlere sahip, açık sarı renkli bir cübbe giyinmiş, bakıldığında kişiye sanki devasa be kudretli bir heykele bakıyormuş gibi bir his uyandıran birisiydi. Durduğu yerde ince ve uzun bir kule gibiydi, kendisine bakan herkesi büyülüyordu.

 

“Büyük kardeşim, demek sen de buradasın.” Ye Rong bu kişiyle muhatap olmak istemiyordu fakat mademki kendini göstermişti, kaçınılmaz olandan kaçılmazdı.

 

Bu gelen kişi etkileyici ve asil bir duruşa sahipti. Sofistike bir nezaket akıyordu duruşundan. Bu kişi birinci prens Ye Dai’ydi. Arkasında ise beş tane takipçisi vardı.

 

İkisi de Ye Chonglou’nun doğum gününü kutlamak için buradalardı fakat Ye Dai henüz veliaht olarak ilan edilmemiş olmasına rağmen yanında beş misafirle gelmişti.

 

Dördüncü prens olarak Ye Rong’un üç kişilik misafir sınırı vardı.

 

Sadece rakamların farkı gibi görünse de farklı anlamlar taşıyor olabilirdi.

 

“Dört numara, nihayet gelebildin.”

 

“Birinci kardeşim, bu ne anlama geliyor? Yoksa sen benim gelişimi mi gözetliyordun?” Ye Rong kasıtlı olarak kafası karışmış gibi rol yapıyordu.

 

“Haklısın hehe! Senin gelmeni bekliyordum.” Ye Dai kederli bir gülümseme ile karşılık verdi ve devam etti: “Duydum ki Jiang Chen isminde bir yoldaşın varmış. Onun da gelip gelmediğini merak ediyordum?” Ye Dai bunu söyledikten sonra Ye Rong’un arkasındakilere kayıtsız bir şekilde göz gezdirdi. Bakarkenki takındığı ifade ise birkaç tahta parçasını süzüyormuş gibi umarsız bir ifadeydi. Birinci prens olmanın verdiği kibirden hiçbir şey kaybetmeyerek etrafa bakış atıyordu.

 

Ye Rong şaşırmıştı, Ye Dai’nin hamle yapacağını tahmin etmişti fakat bu kadar açık ve anlaşılır olacağını tahmin edememişti.

 

“Asil büyük kardeşim, böyle bir organizasyonda olay çıkarmak uygun olmayabilir.” Ye Rong Ye Dai’ye karşı her daim temkinli olsa da, bu seferlik karşısında durmak yerine geri çekilmeyi tercih etmişti.

 

“Haha! Dört numara! Sen bazı konular hakkında gereğinden fazla düşünüyorsun. Olay çıkarmak mı? Biz, kardeşler arasında nasıl bir olay çıkabilir ki? Sadece bu Jiang Chen isimli kişinin son zamanlarda biraz rahatsızlık yarattığını duydum ve bu Doğu Krallığı’nın meşhur Jiang Chen’ini kendi gözlerimle görmek istedim.”

 

Ye Dai bunları söylerken oldukça rahat görünüyordu. Kendine olan güvenini o kadar iyi yansıtıyordu ki Ye Rong’un karşısında hiçbir şekilde baskı altında hissetmediği açıkça belli oluyordu.

 

Ayrıca Ye Rong’un kendisiyle yüzleşirken duyduğu tedirginlik hissini görmekten zevk alıyor gibiydi.

 

O esnada Ye Dai’nin arkasından birisi hırıltılı bir sesle konuştu: “Jiang Chen, birinci prens seni görmek istiyor. Bu durum senin eline geçen harika bir fırsat olabilir fakat sen hâlâ dördüncü prens Ye Rong’un arkasında sanki onun karısıymışsın gibi saklanıyorsun. Ne yani, birinci prensle tanışmak için korkuyor musun?”

 

Gelen bu ses öfke ve nefret dolu gibi geliyordu. Bu sesin sahibi Yardımcı General Lu Wuji’ydi! Her ne kadar rütbesi düşürülmemiş olsa da, saygınlığı sarsılmıştı. Bunun üzerine bir de Jiang Chen’e kaptırdıkları parayı ekleyince, içten içe oldukça büyük bir yara almıştı. Ayrıca Jiang Chen tarafından aşağılanmıştı da. İçindeki öfke o kadar büyüktü ki on tane ırmak suyu birleşip onu yıkasa yine de içindeki bu öfke geçmezdi.

 

“Saklanmak mı?” Jiang Chen ufak bir gülümseme ile karşılık verdi: “Lu Wuji, belki de sen bu sözleri kendine söylemelisin? Ben senin yerinde olsam, böyle insan içinde küçük düştükten sonra kendime bir kaplumbağanın kabuğunu bulur, içine girer ve utancımdan hiç dışarı çıkmazdım. Ne yani, önceki sefer karşılaştığımızda yeteri kadar utanmadın mı?”

 

Lu Wuji hırslı ve öfkeli bir ses tonuyla: “Jiang Chen, öyle hemen gururlu şekilde davranma!”

 

“Haha! Böyle bir saçmalığı neden sürekli tekrarlıyorsun? Neden gururlanmayayım? Senin karşındayken gururlu davranmamam için bana bir tek sebep söyle Lu Wuji! Hadi söyle!”

 

“Jiang Chen! Seni hayvan herif! Beni hatırladın mı? Sen benim Kuzey Sarayı’mın bir müridini ölümüne dövdün! Buradan çıktığımızda sana bunu ödeteceğim! Bakalım bu sefer de gidip Qingyang Vadisi’ndeki büyüklerine ağlayabilecek misin?” Gruptan bir başka kişi konuşmuştu.

 

Bu kişi Kuzey Sarayı’ndan Liu Can’dı. Jiang Chen’i en başta ölümüne kovalayan gruptaki kişilerden birisi.

 

“Sen, transseksüel olan! En son görüşmemizde Kadim Fei seni bir tokatla öldürmedi ve sen de Kuzey Sarayı’na kaçtın, neden şimdi de oraya kaçmıyorsun da gelip burada gururla tehditler savuruyorsun? Yoksa yine birilerini soymaya mı geldin buraya?”

 

Transseksüel! Bu kelime sıradan insanların hadım edilmiş kişileri aşağılamak için kullandığı kelimeydi. Liu Can’ın vücudunda hem bir erkeğe hem de bir kadına ait özellikler var gibiydi. Tıpkı hadım edilmiş birisine benziyordu.

 

Jiang Chen’in kendisine transseksüel diye hitap ettiğini duyunca Liu Can çok sinirlenmişti. Bu kelime onun kırmızı çizgisiydi. Kuzey Sarayı’nda o kadar güçlüydü ki, bırakın yüzüne karşı bu şekilde konuşmayı, insanlar onun arkasından bile bu şekilde konuşamıyordu.

 

Fakat Jiang Chen bunca insanın arasında onu bu şekilde aşağılamıştı işte.

 

“Jiang Chen! Seni gidi köylü şarlatan! Sen bir köpek kadar acınası birisin. Benim Gök Ağacı Krallığı’mda nasıl bu kadar gücendirici şekilde konuşabilirsin? Yemin ederim ki ben, Liu Can, seni öldüreceğim!” Liu Can konuşurken dişlerini gıcırdatarak ve etrafa tükürükler saçarak konuşmuştu.

 

“Hmm, şimdi sen söyleyince aklıma geldi, şu anki durumun gerçekten de kavgada yenilmiş bir köpeğin öfkesine benziyor. Fakat yine de, seni bir köpekle kıyaslayamam, çünkü bu durum köpeklere karşı hakaret olur!”

 

Konu ağız dalaşı olduğunda Jiang Chen kesinlikle rakipsizdi.

 

Jiang Chen’in küfür ya da tehdit savurmasına gerek yoktu, sözlerindeki ince anlamlar ve üstü kapalı göndermeler karşısındakini çıldırtmaya yetiyordu.

 

Sadece birkaç söz söyleyerek karşısındaki kişinin yarasını deşebiliyor, ona fiziksel acıdan daha etkili olan ruhi acıyı tattırıyordu.

 

Lu Wuji ve Liu Can bu laf sokma yarılmasından mağlup ayrılmışlardı.

 

Bu durum Lu Wuji’nin yanındaki bir başka gencin de sinirlenmesine yol açmıştı. Bir adım ileri atıp Jiang Chen’in gözlerinin içine bakarak: “Ben, Xin Wudao, başka bir davaya bakıyordum ve bu yüzden senin o davadan canlı çıkmana mani olamadım. Eğer senin davanda ben yetkili olsaydım, sen şimdiye çoktan kara zindanlarda çürümüş olurdun.”

 

“E iyi de sen kimsin be? Siz buraya sırayla bana laf atmak için mi geldiniz ha? Belli ki siz son zamanlarda işsiz kalmışsınız.” Jiang Chen birinci prensin misafirlerine göz gezdirdi: “Birinci prens, bu durumu protesto ediyorum. Misafirleriniz belli ki gevezelik etmeyi çok seviyor, onları susturmayacak mısınız?”

 

Ye Dai cesur şekilde gülümsedi: “Bu mesele sizin aranızda. Ben ya da dört numara olması fark etmez, sizin iç meselenize karışmak için geçerli bir sebebimiz yok. Senin Doğu Krallığı’ndaki şöhretini duydum, fakat unutma ki burası Gök Ağacı Krallığı. Dışarıdan gelen bir yabancı olduğun için attığın adımlara dikkat etmen gerekir.”

 

Bu sözler aslında barış yanlısı ve masum gibi geliyordu fakat altında başka anlamlar yatıyordu.

 

Jiang Chen bir kahkaha attı: “Bu sözler birinci prensin benim hakkımda pek bilgiye sahip olmadığını kanıtlıyor. Ben, Jiang Chen, her daim atacağım adımları önceden planlarım ve düşmanlarımın benim aldığım yolları çıplak ayaklarla almalarını sağlarım.”

 

“Jiang Chen, bu kadar burnu havada olma!” Xin Wudao yine bağırmaya başlamıştı: “Ben, yedinci taburun generali, sana açıkça diyorum ki başın belada!”

 

“Oh? Beni tehdit mi ediyorsun?” Jiang Chen bıyık altından gülmüştü. Demek yedinci taburun generali, bu durumda bu adam Lu Wuji’nin üstü olmalıydı çünkü Lu Wuji yedinci taburun yardımcı generaliydi.

 

“Seni tehdit etmek mi? Sen benim tehditlerime bile layık değilsin be! Qiao Shan ve Qiao Chuan denen iki adam senin emrindeki köpekler öyle değil mi? Onlar canavarca davrandı ve başkentin huzurunu kaçırdılar. Onlar benim tarafımdan çoktan tutuklandı bile! Jiang Chen, önceki sefer ben orada olmadığım için şanslıydın, fakat bu sefer senin takipçilerinle, yoldaşlarınla başlayacağım!”

 

Jiang Chen’in ifadesi katılaşmıştı. Qiao Shan ve Qiao Chuan’ın başına bir şey geldiğinden ve onların tutuklandığından haberi vardı. Jiang Chen bu sefer Ejder Dişi muhafızlarının işlerini iyi yapmalarını umuyordu fakat karşısındaki adamın ses tonundan belli oluyordu ki bu iş artık iyice kişisel hâle gelmişti.

 

Jiang Chen’in sessiz kaldığını gören Xin Wudao daha da gururlandı: “Ne oldu? Yine zekânla laf sokup bizi gücendirmeye çalışmayacak mısın? Daha önceden üç büyük bölgeye dalkavukluk yapmadın mı? Neden daha önce yaptığını tekrarlamıyorsun ha?”

 

Üç büyük bölgenin gücünü geçtiğimiz olayda kullanmak oldukça mantıklıydı fakat bu gücü defalarca kullanmak olmazdı.

 

Üç büyük bölge gibi güçlü bölgeler düşüncesizce davranmazdı. Geçen sefer onları koz olarak gayet güzel kullanabilmişti çünkü onlar da Jiang Chen’den faydalanmışlardı.

 

Böyle bir şey bir defa olurdu, ikinci kez olmazdı.

 

Qingyang Vadisi’nin Kadim Fei’si için problem yoktu fakat diğer iki bölge artık ona yardım etmekte tereddüt ederdi.

 

Ayrıca, eğer Fei kartını tekrar oynarsa, aynı hamleyi ikinci defa yapmış olurdu ve bu durum onu bir korkak gibi gösterirdi.

 

Ayrıca zaten Fei ile olan son diyaloglarında Jiang Chen öğrenmişti ki Fei Kıymetli Ağaç Topluluğu tarafından gözetleniyordu ve düşük bir profil sergilemesi gerekiyordu.

 

Eğer karşılaştığı her zorlukta Kadim Fei’yi öne sürerse bu durum Fei için oldukça zor olurdu.

 

“Jiang Chen, benim gücümü kullanarak sana zorbalık yaptığımı söyleme sakın. Sana bir şans vereceğim. Onurlu ustanın doğum gününü kutlarken askeri bir müsabaka olacak. Eğer beni bu müsabakada yenebilirsen o iki suçluyu direkt olarak sana geri veririm.”

 

Xin Wudao’nun ses tonu oldukça emrivaki ve agresifti.

 

Jiang Chen’in bir kaşı yavaşça havaya kalktı: “Bunu gerçekten yapacak mısın?”

 

Xin Wudao kahkaha atarak: “Ben Ejder Dişi muhafızlarının ünlü bir generaliyim. Önce sana söz verip sonra bu sözümden dönersem çocukça bir davranış olmaz mı?”

 

“Pekâlâ, anlaştık o hâlde.” Jiang Chen kayıtsızca gülümsüyordu.

 

Görebildiği kadarıyla Xin Wudao’nun gücü yarım adımlı ruh âlemindeydi. Ruh âleminin birinci seviyesinde bir uygulayıcıydı.

 

Jiang Chen’in fark ettiği kadarıyla Ye Dai’nin beş takipçisinden üçü ruh âlemi uygulayıcısıydılar. Aralarında bütün vücudunu kaplayan siyah kep ve cübbe giyinmiş gizemli birisi daha vardı. Bu kişi de ruh âlemi uygulayıcısıydı ve onun gücü diğerlerinden daha fazlaydı.

 

Jiang Chen zaten Liu Can’a ya da Xin Wudao’ya karşı dövüşmek için kendisinde yeterli güveni bulamıyordu, eğer bu gizemli adamla dövüşmesini isteselerdi kaybedeceği kesin sayılırdı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr