Bölüm 61: Fırtına Öncesi Sessizlik

avatar
2660 0

Seeking the Flying Sword Path - Bölüm 61: Fırtına Öncesi Sessizlik


 

Çeviri: Xanaphia Düzenleme: Kharsmi

 

Sonraki günün erken saatlerinde, Wen Chong hevesle Qin Yun’u malikaneye götürmüş ve tanıtmaya başlamıştı.

 

“Kardeş Qin, babam bu malikaneyi elde etmek için çok uğraştı. Göl kıyısının doğusundaki beş büyük malikaneden ikisi bize, Wen Ailesi’ne ait. Kalan üç taneyi de binbir zorlukla aldık. Malikaneyi daha da büyütmek için duvarları yıktık.  Gölün bir kısmı malikanenin içinde. Ulu Hakimiyet Eyaleti’nde böyle bir malikane sanırım en iyi üç malikaneden biridir.” Dedi Wen Chong. Qin Yun malikaneyi görünce hayrete düşmüştü. Eyalet valisinin cimrilik yapacağını düşünmüyordu ama bu kadarı da sürpriz olmuştu.

 

Böyle bir malikane sadece parayla alınacak bir şey değildi. Eski sahipleri kolay kolay satmazdı buraları çünkü. Nüfuz ve güç gerekliydi.

 

Ancak eyalet valisi bu kadar kısa sürede bu malikaneyi elde etmeyi başarabilirdi.

 

Qin Yun nedenini de biliyordu…

 

Eyalet valisi için bu, ruh meyvesi ve terfisi için minnettarlığını gösterme şekliydi. Diğer bir neden de aralarındaki bağın daha sıkı olmasını istemesiydi. Sonuçta malikaneler oldukça kalıcı bir ikametgahtı. Burada yaşadığı sürece, bu malikanenin kendisine Eyalet Valisi Wen tarafından verildiğini hatırlayacaktı. Kendilerini hatırlatacak bir hediye vermek arkadaşlık bağı kurmak konusunda diğer normal hediyelerden çok daha etkiliydi.

 

“Kardeş Wen, eyalet valisine teşekkür etmeme yardım et,” dedi Qin Yun gülerek.

 

“Haha, senin beğenmen yeter.” Wen Chong da kahkayla cevap vermişti.

 

O gün, Qin ailesi de malikaneyi görmek için ziyaret etmiş ve hepsi de tatmin olmuştu.

 

Önceden, Qin Malikanesi çok küçük sayıldığından Qin An evlenince taşınmıştı. Taşınmasının bir nedeni işini daha rahat yapmak istemesiydi ama asıl etken eski malikanenin küçüklüğüydü. Çok fazla engel vardı.

 

 

Qin Yun’un ailesi kısa sürede taşınma işlemlerine başladı.

 

Annesi Changlan, ellerini koridora sürterek malikanenin içinde ilerliyordu. O koridor o güne kadar hayatının bir parçası olmuştu. Gözleri kapalı olsa bile oradan ilerleyebilirdi.

 

Hizmetkarlar vazoları ve diğer eşyaları topluyordu.

 

Changlan aniden eski bir masayı ve diğer eşyaları işaret ederek, “Getirin bunları. Hepsini alalım.”

 

“Anne, eski masayı da götürmemize gerek yok,” Qin Yun seyirci kalıyordu ama karışmadan edemedi, “Kırık zaten bu masa.”

 

“Ne anlarsın sen? Küçükken kılıç taliminden sonra gelip bu masada yemek yerdin sen. Nasıl öylece atayım?”

 

Changlan elli beş yaşına gelmişti. Yaşlandıkça onunla beraber yaşlanan eşyalar da onun ayrılmaz parçaları olmuştu.

 

Qin Yun daha fazla konuşsa da annesinin fikrini değiştiremeyeceğini biliyordu.

 

Kullanmayacak da olsalar birçok eski eşyayı yanlarında getirmişlerdi.

 

“Kardeşim, bırak annem istediklerini getirsin. Senin eskiden kullandığın bir çok eşya var bunların arasında! Ölümsüz biri tarafından kullanılan eşyaları öylece atamayız. Annem istemese bile ben istiyorum.” Qin An gülerek konuşmasını sürdürdü, “Ben bunları yüksek fiyata müzayedelere çıkarırım. Genç kardeşimin kılıç taliminden sonra kılıcını astığı silah askısı desem almak için sıraya girerler.”

 

Qin Yun afallamıştı,  “Abi… Gerçekten tam iş adamı olmuşsun.”

 

Birçok hizmetkar vardı ve eyalet valisi de yardım etmesi için birçok adam yollamıştı. Sandıklarla eşyalar durmaksızın yeni malikaneye taşınıyordu. Taşınma işlemi bir günde tamamlanmıştı.

 

Daha büyük bir yere taşınmak gibi ciddi konular, doğal olarak beraberinde ziyafet vermeyi gerektirirdi. Qin Ailesi de üç gün sonra bir ziyafet vermeye karar verdi ve hazırlıklara başladı.

 

Bulut Gölü. Dokuz Dağ Adası.

 

Zengin bir salonda,

 

Kara cübbeli adamın silüeti baş köşede maddeleşmişti.

 

“Usta.” Gökmavisi Öküz saygıyla eğildi, “Araştırmamı tamamladım ve Küçük Kardeş Su Tanrısı’nı öldüren yetişimcileri öğrendim."

 

“Kimlermiş?” diye sordu adanın efendisi.

 

“İnsanların İmparatorluk Hükümeti’nden edindiğim bilgilere göre, İlahi Gök Meclisi Mezhebinin göreviymiş. Görev Yi Xiao adında bir öğrenci tarafından alınmış. Mezhebin sağladığı hazinelerle ve Qin Yun denen yerli bir yetişimciyle güçlerini birleştirmişler. İkisi de daha Kaynak Alemine girmemiş. Küçük Kardeş Su Tanrısı onları tehdit olarak bile görmemiş ama işin sonunda onların elinden can vermiş.” Gökmavisi Öküz bir kerede tüm olayları özetlemişti.

 

“İlahi Gök Meclisi mi dedin?” Adanın efendisinin gözbebekleri küçülmüştü. Sonra da homurdandı, “Biliyordum. Su maymununun o dikkatli haliyle insanlar tarafından kolayca yenilmezdi. Yani arkada planları çizen üst akıl İlahi Gök Meclisi’ymiş! Öğrencilerinin hayatını tehlikeye atma riskine girmişler. Riske rağmen sonuç başarılı olmuş ama.”

 

“Bu arada, bu iki yetişimci hakkında özel bir şey var mı?” adanın efendisi doğrudan sormuştu, “İnsanlar ilk kez Su Maymununun karşısına çıkmıyor. Bu ikisi nasıl başarılı olmuş?”

 

Gökmavisi Öküz saygıyla cevapladı, “Usta, İlahi Gök Meclisi’nin öğrencisi Yi Xiao, daha on dokuz yaşında. Aynı zamanda Kunlun Bölgesi’nin Yi Ailesi’nden.”

 

“Yi Ailesinden demek.” Adanın efendisinin kaşları biraz çatılmıştı.

 

Yi Ailesi yıkıcı bir güç sayılırdı.

 

Kunlun Bölgesi’nin Yi Ailesi… Ailenin nüfuzu şeytanları da İmparatorluk Hükümeti’ni de korkutmaya yetiyordu.

 

“Qin Yun denen adama gelince, o biraz daha gizemli.” Gökmavisi Öküzün suratı asılmıştı. “Araştırmalarımın sonucuna göre kendisi bir kılıç ölümsüzü diyebilirim. On beş yaşında Ulu Hakimiyet’in gençleri arasında bir numaraymış. Ama Jiang Bölgesi’ndeki hiçbir mezhebe katılmamış. Onun yerine ailesini geride bırakıp dünyayı dolaşmaya başlamış… altı yıl boyunca. Bulduklarıma göre üç yıl boyunca kuzey sınırlarında savaşmış ve savaş alanlarında yüzlerce şeytanı öldürmüş. Hangi mezhepten olduğu.. bilinmiyor. Ama kılıç ölümsüzü sonuçta, katılmış olabileceği çok fazla mezhep yok.”

 

“Kılıç ölümsüzü mü?” Adanın efendisi gene homurdanmıştı.

 

Kılıç ölümsüzleri genelde en çok öldürenler oluyordu. Zalim şeytanlara karşı her zaman saldırıda en önde duruyorlardı.

 

“Bu arada, Küçük Kardeş Beyaz Kaplan’ın kolunu kaybetmesi meselesinin altından da o çıktı. O zaman da Yi Xiao ile ortak bir saldırı ile Beyaz Kaplan’ın karşısına çıkmışlar.” Gökmavisi Öküz raporunu bitirmişti.

 

“Beyaz Kaplan’ı getirin buraya.”

 

Adanın efendisinin emrini duyanlar hemen harekete geçti.

 

Beyaz kaplanın yaraları neredeyse iyileşmişti ve kendini toparlamaya başlamıştı. Ustasının emrini aldığında derhal huzuruna çıkmak için koştu.

 

Beyaz Kaplan gelince adanın lordu sordu, “Beyaz Kaplan, Qin Yun ve Yi Xiao ne kadar güçlü?”

 

Beyaz Kaplan şaşırmıştı ama dürüstçe cevapladı, “Qin Yun denen adam sadece güçlü dharma hazinesine güveniyordu. Eğer elinde o hazine olmasaydı, tek elimle bile onu ikiye ayırırdım! Dişi yetişimciyse, Yi Xiao, İlahi Yıldırım büyülerini zorla kullanıyordu… Güç bakımından kıyaslarsam, muhtemelen Qin Yun kadar güçlü değil.”

 

“Su maymununu bu kadar güçle mi yendiler yani? Görünüşe göre İlahi Gök Meclisi kıza epey iyi eşyalar vermiş.” Dokuz Dağ Adasının Efendisi’nin yüzünde küçümser bir ifade vardı, “Pekala, çekilebilirsin.”

 

“Emredersiniz.” Beyaz kaplan itaatkarca ustasının huzurundan ayrıldı.

 

Salonda sadece adanın efendisi, Gökmavisi Öküz ve girişi koruyan şeytanlar vardı.

 

Dokuz Dağ Adasının Efendisi derin bir sesle buyurdu, “Gökmavisi Öküz.”

 

“Buyur Usta.” Gökmavisi Öküz her zamanki gibi kibarca seslenmişti ustasına.

 

“Senin de bildiğin üzere benim yetişimim için çocuk kalplerinin kanı gerekli. Şimdiye kadar hep Küçük Kardeşin Su Maymunu benim için toplardı.” Adanın efendisinin gözlerinde kanlı bir parıltı vardı, “Artık ölmüş, ölenle ölünmez. Ama, çocukların kanı sorun olacak… Su maymunu çok hırslıydı biliyorum. Her zaman benimle pazarlık yapmaya kalkardı. Bana her yıl verdiği kanın miktarını Ulu Hakimiyet Eyaleti’ndeki kaçırılan çocukların sayısıyla tahmin ediyordum. Muhtemelen sakladığı büyük miktarda kan var.”

 

Gökmavisi Öküz de başıyla onayladı, “Onun karakterini biliyoruz, kesinlikle epey kanı el altında tutuyordu. Kendi çıkarı olmasa bu işe girişmezdi.”

 

Adanın efendisi öğrencisini diğerlerinden üstte tutuyordu ama bunun nedeni başka şansı olmamasıydı.

 

Kendisine yüksek miktarda çocuk kanı tedarik edecek bir öğrenciye ihtiyacı vardı.

 

“Şimdi öldüğüne göre, sakladığı kanlar Yi Xiao  ve Qin Yun’un elinde olmalı.” Dedi adanın efendisi, "Onlara göre ellerindeki şey sadece kan olabilir. Büyük ihtimalle ne kadar değerli olduğunu bilmiyorlardır bile. Dahası Yi Xiao denen kadın büyük bir ailedenmiş. Böyle kandan falan iğrenir o. Yani kanların Qin Yun’da olması daha muhtemel.”

 

“Evet.”

 

“Gökmavisi Öküz, Ne zaman bir görevi sana versem içim rahat oluyor.” Adanın efendisi emretti, “Sahip olduğum şeytani köleleri de istediğin gibi kullan. Senden tek isteğim var. Bana o çocukların kalplerinden pompalanan kanları getireceksin.”

 

“Yi Ailesi’nin üyesini de öldürmeye iznim var mı?” Gökmavisi Öküz sormadan edememişti.

 

“Evet!” Adanın efendisinin cevabı çok açıktı.

 

Gökmavisi Öküz endişeli gözüküyordu, “Ama Yi Ailesinin patronunun öfkesi…”

 

Adanın efendisi dalga geçer gibi cevap verdi, “İnsanlar ve şeytanlar çağlar boyu savaş içinde. Koskoca Kunlun Bölgesi’nin Yi Ailesi’nde sayısız çocuk ve torun vardır. Gencin birinin ölmesiyle, Yi Ailesi’nin patronu benim Bulut İblisi Dağıma savaş açabilir mi gerçekten?"

 

“Önce Qin Yun deneni öldür. Kanı onda bulamazsan, sonra Yi Xiao’yu da öldürüp ondan alırsın.”

 

Gökmavisi Öküz saygıyla, “Bana bırakın efendim.” dedi.

Sonraki Bölümün İsmi: Hong Ailesinin Dokuzuncu Oğlu

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr