Bölüm 10: Bu Yaşamda Gerçekten Çok Sevimsizsin

avatar
1753 0

Sansheng, Wangchuan Wu Shang - Bölüm 10: Bu Yaşamda Gerçekten Çok Sevimsizsin


 

Çevirmen Şebb | Düzenleyici : Grandal

 

 

O günden sonra Zhong Hua’yı bir daha görmedim Bana baya kızgın olduğu belliydi. Ya da benden bu hayatta hiç mi hiç hoşlanmadığı belliydi.

 

 

Chang’an halen ondan bir bilgi koparamayacağım kadar gençti. Buna rağmen aklımdaki en büyük soruyu çözmeme yardım etmişti: Zhong Hua’nın ustası bir kadındı.

 

Bir kadın.

 

Bunu duyduktan sonra kendimi ihanete uğramış gibi hissettim. Yer altında bana çok anlaşılır bir şekilde sadece benimle olacağına dair söz vermişti. Ne kadar uğraşırsam uğraşıyım gel gör ki o hala….

 

O kadar sıkkın ve üzgündüm ki bahçedeki mührün sınırından onun ismini seslenmeyi bıraktım.

 

Bu ta ki Liubo’nun gökyüzünü pis mi pis kalın bir hava tabakası sarana kadar devam etti. Hu’yinin atağa geçtiğini anladım.

 

Chang’an yuvadan içeri dışarı koşan karıncalar kadar panikliydi ve durmadan Liubo’da yaşayıp Liubo’da öleceğini sayıklıyordu. Boş konuşmasından sıkıldığım için boynuna dokunup onu bayılttım ve evin içine kilitledim. Bahçedeki kısa gezimden sonra çitin öbür tarafından kavga dövüş sesleri gelmeye başladı.

 

İç geçirdim. İnsanlar çok garipti. Madem birbirinizi öldürmek istiyorlar bunu bağırmadan da yapabilirlerdi. Neden kulaklarımı acıtacak kadar bağırmak zorun dalardı? Sanki bağırışları karşıdaki düşmanı yenecekmiş gibi davranıyorlardı.

 

Yüksek bir patlama oldu, aynı anda bahçedeki koruma kalkanı parladı ve birden küle dönüştü. Birisi havada süzülüyordu cüppesi siyah ve uzun saçları vardı. Hu’yi. Erik bahçesinde gözlerini gezdirdi. Beni gördüğünde aşağıya indi ve: ‘Ben hiçbir zaman birisine borçlu kalmayı sevmedim. Sen beni özgür bıraktın, şimdide ben seni özgür bırakıyorum. Artık eşitiz’ dedi.

 

Bu kez 2 kez iç geçirdim. O imparatorluk rahibinin inkarnasyonuydu, bunda bir şüphe yoktu. İnsanlara istenmediği halde lütuf etmek huyu halen aynıydı.

 

Ağzımı açıp gitmeyeceğimi söyleyecekken arkamızdan soğuk bir ses geldi: ‘İkinizde buradan ayrılma hayalinizi unutsanız iyi olur.’

 

Arkamı döndüm. Zhong Hua kılıcını Hu’yi ye doğrultmuştu ve yüzü sertçe: 20 yıl önce senin hayatını bağışlamıştım. Fakat sen Libuo’ya saldırmaya cüret ettin! Bugün seni sonuna göndereceğim!’

 

Onun suratındaki ifadeyi izlerken içinde rahatsız edici bir duygu uyandı. 2 adım geri çekilip Hu’yi nin arkasına geçtim, ona arkamı döndüm.

 

Hu’yi nin Zhong Hua’ya bakışları çok keskindi. ‘Senin iyiliğine ihtiyacım yok benim. Nasılsa yüksek usta oldun artık beni öldürebilirsin. Fakat senin o Liubo öğrencilerin dışarıdaki canavar saldırılarına dayanabilecekler mi dersin? Buradaki herkes gücü seninki kadar kuvvetli mi?’

 

Bunları duyan Zhong Hua’nın suratındaki canilik daha da yoğunlaştı.

 

Hu’yi tekrar konuştu: ‘Zhong Hua, eğer bana bir şey için söz verirsen sana söz veriyorum Liubo’ya zarar vermeden bütün canavarlar geri çekilecek. Bunun üstüne birde kendi hayatımı vermeye hazırım.’

 

Ben onu Zhong Hua’dan daha merakla dinlemeye başladım. Liubo’ya saldırmak için bu kadar çaba sarf etmişti şimdide kendini feda mı ediyordu? Birden isteği hakkında bütün merakım uyandı.

 

Zhonghua birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra: ‘İsteğin ne?’

 

‘Onu (kadın) serbest bırak ki reenkarnasyon olup tekrar doğabilsin.’ Sesinde bastırılmış kızgınlık ve üzgün duygular seziliyordu. ‘Onun çok uzun zaman önce gömülmesi gerekiyordu. Bırakın gitsin!’

 

Bunları duyan Zhong Hua’nın yüzü daha da donuklaştı. ‘Bu isteğin imkânsız’’

 

Hu’yi çileden çıkmış bir halde: ‘Ne olursa olsun o bir zamanlar senin Ustandı. Sana öğretti ve yetiştirdi. Sen ve senin insanların onu 20 yıldır hapis tutuyorsunuz. Eğer bu biraz daha uzun sürerse O tamamen yok olacak. Zhong Hua, kalbini demire mi bastın?!’

 

Bir kaşımı kaldırıp Zhong Hua ya baktım, ama tek gördüğüm hissiz bir ifadeydi.

 

‘O bir iblise âşık oldu ve bize ihanet etti, bütün klanın cezalanmasına neden oldu. Bizim kurallarımıza göre ruhunun kilitlenmesi onun hak ettiği cezadır!’

 

Ruhun kilitlenmesi. Bu öldükten sonra ruhun taşıyıcı hayaletler tarafından alınamaması, dünyada yok olana kadar kalması demekti. Ruhlar için dünyada kapalı kalmak demek çok acımasızca bir cezaydı. Çünkü ruhun bir kez buharlaştığı zaman biri daha reenkarnasyon olamazdın.

 

Bu kural yeraltında sıradan sayılıyordu çünkü yeraltındaki varlıkların ruhları yoktu. Siyah Beyaz taşıyıcı hayaletler geldiğinde basit bir sihirle seni Yanwang’a çağırabilirlerdi.

 

Bu sihrin çoktan unutulduğunu sanıyordum, Liubo’da soydan soyda geçtiğinden haberim yoktu.

 

20 yıl. Bu kadar zaman bir ruhu küle çevirmeye yeterliydi….

 

Hu’yi yumruklarını sıktı.

 

Biraz düşündüm. Hala yaşayan bir ruhu kilitlemek günahtı. Şu anda olduğu gibi Zhong Hua ve Hu’yi birbirlerinden karşılıklı olarak nefret ediyorlardı. Bu büyük ihtimalle ‘Düşmanlıkta karşılaşmak’ sınanmasıydı.

 

Eğer bu aşamada Hu’yi nin ruhu serbest bırakmasına izin vermezse ceza olarak cennette 36 şimşek cezaya mahkum olabilirdi. Korkuyla şuan ki canlı kanlı bedeniyle 1 şimşeğe bile dayanamayacağını düşündüm.

 

Bu düşünceyle Hu’yi nin omzuna dokunup: ‘Ne çeşit bir ruh? Nerde kapalı olduğunu biliyor musun?’ diye sordum.

 

Hu’yi dönüp bana baktı. Aynı anda Zhong Hua’da küçümseyen şekilde bana bakıp: ‘Sana işin olmayan konulara burnunu sokmamanı öneriyorum’ dedi

 

Dudaklarımı büzüp, Moxi’nin bu yaşamdaki inkarnasyonunun ne kadarda nahoş birisi olduğunu düşündüm. Ama gene de onun sınanmasını kaybetmesine göz yumamazdım. Eğer bu seferde şimşekle vurulursa öteki yaşamda kimi cezp edecektim ki?

 

‘O nerde?’ diye tekrardan sordum Huyi’ye

 

Huyi’nin gözleri parıldadı. Kocaman Pagoda’yı bir nefesle yıktığımı görmüştü. Benden şüphe edemeyecek kadar umutsuz bir dakikada çokta uzakta olamayan ilerideki görkemli kuleyi gösterdi: ‘Milyon katlı kulenin en üst katında. Fakat kurtulduktan sonra ona yolu gösterecek birisine ihtiyacı olacak…’

 

Bin kilitli Pagoda ve Milyon katlı kule. Bu hayatta kavuşamamak onların kaderi miydi? Bu çok acımazsızcaydı. Omzuna dokunup rahatlamasını söyledim, bu arada Zhang Hua’nın daha da korkunçlaşan ifadesini gördüm. ‘Onu oyala sen’ dedim.

 

Arkamdan sesler yükselmeye başlamıştı. Onları boş verip umarım Hu’yi biraz zaman kazanabilir diye geçirdim içimden.

 

Ben yeraltında doğmuştum. Taşıyıcı hayalet olmasam bile ruhları taşımayı bilerek doğmuştum. Belki profesyonel olarak değil ama olsun.

 

Milyon katlı kulenin tepesine tırmandıktan sonra ortadaki boşlukta bir mezar taşı gördüm. Üzerinde hiçbir şey yazılı değildi, fakat tertemizdi. Belli ki arada birisi gelip temizliyordu.

 

Etrafa bakınıp ustanın ruhunun nereye kilitli olduğunu bulmaya çalıştım. Kafamı kaşırken tepeden minik bir ışık huzmesi geldiğini fark ettim. Tepeden gelen mum ışığının olduğu yere dikkatle bakınca tavanda bir resim asılı olduğunu gördüm: birisinin portresi.

 

Dikkatlice tavana zıpladım ve resmi inceledim.

 

Beyazlar giymiş bir kadın arkadan tasvir edilmişti. Giydiği kıyafet şuan Liubo’daki rahiplerin giydiğinden pek farklı değildi. Kadının elinde erik ağacı dalı vardı ve sanki koklarmışçasına öne doğru eğilmişti.

 

Kalbim sıkıştı. Eper resmin altındaki yazıtı görmeseydim, bu resmin Moxi’nin benim için boyadığı ve bu zamana kadar saklanmış olan resmi sanardım. ‘Zhengwu’nun 10.yılında, Liubo’nun Shilipavilyonun da boyandı.’

 

Bu iki olayı birleştirince resimdeki kişinin usta olduğunu tahmin etmek o kadar güç değildi.

 

Fakat usta’nın bana benzerliğine inanamıyordum… bu nedenle daha önce hissettiğim ihanete uğramışlık duygum silinmişti.

 

Eğer portre buradaysa, o zaman… Tam uzanıp resme dokunacakken sarı bir ışık parlayıp beni geriye itti.

 

Koruma kalkanı.

 

Kadının ruhu orda kitli olmalıydı. Güçlerimi avucumda toplayıp koruma kalkanını hedef aldım. 2 kereden sonra kalkan parlayıp yok oldu. Sevinçle resmi aşağı indirdim. Tahmin ettiğim gibi içinde beyaz bir kütle vardı.

 

Daha önce birçok ruh görmüştüm fakat hiç bu kadar güçsüz olana rast gelmemiştim. Eğer birkaç gün daha geç gelseydim büyük ihtimalle bu şey yok olacaktı.

 

Ruh kilitleme mührünü bozacak bir sihir yaptım. Onu dikkatle avucumun içine aldım ve nazikçe üfledim. Böylece kendi başına yeraltına gitmeye çalışıp dağılmayacaktı.

 

Onu tutarak kulenin camından atladım ve onu serbest bıraktım. Fakat o gitmedi. Havada süzülerek sanki Liubo da kalabildiğince durmak istiyormuş gibi bir hali vardı.

 

‘Hadi git’ diye seslendim ona: ‘Bu hayattaki her şey geçmişten bir parka haline gelir. Eğer terk etmek zor geliyorsa, birdaha dönemezsin.’’ Birkaç bir şey daha düşünüp ekledim: ^Yeraltındaki hayaletler gayet iyiler. Onlara Sansheng’i tanıdığını söyle. Seni arka kapıdan alabilirler.’

 

Ruhani varlık bir anlık karasızlıktan sonra yavaşça uzaklaştı. Zhang Hua’nın evine doğru süzülüşünü izledim.

 

Buradan manzara bir harikaydı. Zhong Hua ve Hu’yi savaşan figürleri gözüküyordu.

 

Belirgin olarak Hu’yi dezavantajdaydı fakat Hu’yi de yeterince umutsuzlaşsa Zhong Hua‘da kolay kolay yenemezdi. Karmaşayı durdurmak isteyen Zhong Hua kılıcını çekti.

 

Hu’yi ataktan kaçacakken birden aniden sallandı ve Zhong Hua’nın kılıcı kabine isabet etti.

 

Ne gördüğünü bildiğimi düşünüyorum. Hatta gülümsediğini bile görmüştüm.

 

Reenkarnasyona doğru yönelen 2 ruha elimi salladım. Birlikte zambak çiçeklerini geçip belki de benim taşımın üstüne isimlerini kazıyacaklardı.. Kuleden onların uzaklaşmalarını izledim.

 

Bakışımı çevirdiğimde bana doğru yöneltilmiş vahşi bir şiddet hissettim. Uzaktan Zhong Hua ketum bir şekilde bakıyordu. Birden aklıma bu hayatta bana söylediği ilk şey aklıma geldi:

 

‘’Eğer bizim cinsimizden farklı isen, o zaman bizden değilsin.’’

 

Eğer üzerine düşünürsem gerçektende benim aklım onun bu hayattakinden biraz farklıydı. İlk olarak onun Pagoda’sını yıkmış ve İblis Hu’yi serbest bırakıp, düşman iblislerin Liubo’ya saldırmalarına neden olmuştum. Birde üstüne şimdi sevdiği ustası’nı sevdiği iblisle reenkarnasyon olabilsin diye serbest bırakmıştım.

 

Saygıdeğer Zhong Hua benden nefret ediyor olmalıydı.

 

Ona doğru gülümserken kulübeye doğru atladım. Kapıdayken Chang’an ın yatağında depreştiğini gördüm. Ağzında sarı küçük bir yılanın kuyruğu sallanıyordu.

 

Bu tip yılan iblisleri çocukların iç organlarını sever, çocukların içine girebilmek için şekil değiştirip rahatlıkla organlarını yerlerdi. ,(IYYYKKkkk)

 

2 adım ileri atıp Chang’an boynundan tuttum, diğer elimle yılanın kuyruğunu yakaladım. Yılanı tuttuğum yerden direk karanlık güçlerimden göndererek Chang’an ın karnındayken öldürdüm ve yavaşça geri çektim.

 

Beklenmedik bir anda vücudumun kesilme sesiyle birlikte sırtımdan aşağıya tüylerim diken diken oldu.

 

Midemden ucu gözüken kılıca doğru baktım. Acı henüz beynime ulaşmamıştı. Kim beni öldürmek istesin ki? Bunu merakla öğrenmek istedim.

 

Bakmak için döndüğümde Zhong Hua’nın tehdit eden bakışlarıyla bana baktığını gördüm. : Liubo’nun öğrencilerine el sürmene izin ver…’ cümlenin ortasında gözbebekleri elimdeki yılanı görünce kısıldı.

 

Ölümcül sessizlik tüm odayı kapladı. Sadece Chang’an nın kusma sesi duyuluyordu. Bayılması uzun sürmedi.

 

‘Chang’an senin çocukluğuna o kadar benziyordu ki ona bir şey yapacak kalbim yoktu…’yavaşça yere doğru kaymıştım; boğazımda keskin tatlılığı hissettim. ‘Ben iblis değilim.’

 

Eğer kılıç normal ölümlü kılıcı olsaydı birkaç kez saplansa bile bir şey hissetmezdim. Ne yazık ki Zhong Hua’nın kılıcı Liubo’nun ustalarının soydan soya miras kalan kılıcıydı. Benimde yeraltından bir varlık olduğum düşünülürse bu benim ölümcül düşmanım denilebilirdi.

 

Vücudumun yavaş yavaş kendini bıraktığını hissedebiliyordum ve kendime engel olamayıp kıyafetinin ucuna tutundum. Sırıtarak ‘ Bu yaşamda gerçekten çok sevimsiz siz. Bunu biliyor muydun?.’

 

Donmuş bir halde bana cevap veremedi.

 

‘Ama o gün…. Kucağımda yattığın o gün ustanı çağırdığında kalbim çok kırıldı…’

 

Acı sonunda gelmişti sadece yaramdan çıkan acı değil; fakat içimdeki karanlık ve kılıçtan gelen aydınlığın içimde oluşturdu yanma duygusu. Kolunu sıkıca kavradım. Bana bakarken birden uykudan uyanmış gibi beni kucağına alıp koşmaya başladı: ‘Ana holde bunun için ilaç vardı’’

 

Belki de sadece bir ilizyondu fakat beni taşıyan kişinin o her zamanki soğuk ve uzak ifadesi gitmiş titrediğini hissetmiştim.

 

Neden bu adam bu kadar çelişkiliydi?..

 

Görüş alanım yavaş yavaş bulandı.

 

Evin etrafındaki koruma kalkanı kırılınca, erik bahçesindeki karlar solan erik çiçekleriyle birlikte eriyip, eve hüzünlü bir hava katıyordu.

 

Onu yandan profiline bakıp, sevinçli bir gülümsemeyle: ‘Bu tatlı koyu ve saf karı neden seviyorum biliyor musun?’ Bu noktada mırıldanmaya başlamıştım, ben bile kendimi duyamaz haldeydim. Fakat o durakladı ve bana doğru baktı, kara gözlerinde birçok duygu yuvarlanıyordu.

 

O anda, birden onun neredeyse Yaşlı Meng’in unutma çorbasının mührünü kırdığını ve geçmişteki her şeyi hatırladığını düşündüm.

 

Son bir kez : ‘Adımı bir kerecik söyler misin?’ dediğimi işittim.

 

Oysa sessiz kaldı.

 

Yani aslında bu yaşamda adımı bile bilmiyordu…

 

D.N. Gece gece duygulandırdın be adamı Sansheng bir şekilde öleceğini biliyordum ama bunu beklemiyorum .

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr