Bölüm 9: Seninle Daha Önceden Tanışıyor Muyduk?

avatar
1679 0

Sansheng, Wangchuan Wu Shang - Bölüm 9: Seninle Daha Önceden Tanışıyor Muyduk?


 

Çevirmen Şebb | Düzenleyici : Grandal

 

 

Gecenin gölgelerinde saklanmış, bir ağacın arkasından konuşmalarını dinliyordum.

 

‘Senior!’* Kadın panikle konuşuyordu. ‘Kurt iblis saldırıya hazırlanıyor. Neden bu dişi iblisi halen burada merkezde kalmasına göz yumuyorsun? Onu olabildiğince hızlı bir şekilde yok etmemiz gerekmiyor mu?’

 

*yaş ve kıdemce daha büyük olan kişi*

 

İç geçirdim. Daha önce binlerce kez söyledim. Evet, benim özüm temiz değildi, fakat ben bir iblis ya da canavar değildim! Sizin şu 1000 kilitli Pagoda’nızı bile yok ettim bu benim kimliğimi kanıtlamama yeterli değil mi? Oh, saçmalık! Ölümlüler ne kadar da ahmaklar!

 

Söylenmemi bitirmediğim halde Zhong Hua’nın belirgin bir şekilde etkilendiğini gördüm.’ Bunu başka bir gün tartışırız.’ Sesi biraz hırıltılı ve zayıf çıkıyordu, sanki çok içmiş gibi.

 

Sarhoştu.

 

Kadın halen vazgeçmemişti. ‘Senior, sakın bana bu iblisin zavallı görüntüsüne kanıp ona acıdığını söyleme..’

 

Zhong Hua sinirlenmeye başlamıştı. Kıyafetini onun elinden kurtarıp lafı yapıştırdı: ‘Neler saçmalıyorsun?!’

 

‘Umarım saçmalıyorumdur’ deyip kadın soğukça devam etti: ‘Senior, eminim unutmamışsındır. En başta başımızdaki bayan ustamız çok yumuşak kalpli olduğu için, kurt iblis Hu’yi Liubo ya kabul etmişti. Daha sonra bu olay Kurt iblisin krizine neden olmuştu. Qingling*(kadının kendi adı) sizinde önceki baş ustanın adımlarını takip etmemeniz için dua ediyor.’’

 

Uzun bir sessizlikten sonra Zhang Hua eliyle işaret edip: ‘Geri dön’ dedi.

 

Düşüncelere dalmışken dudaklarımı büzdüm. Kadının dediğine göre Kurt iblis Hu’yi kendine gösterilen iyi niyete sadakatsizce ve ihanetle cevap vermişti. Yalnız benim Wangchuan’daki sayısız hayalet ve iblis deneyimime göre bence o öyle birisi değildi.

 

20 yıl önceki hikâye belli ki birkaç anlatılmamış hikâyeyi gizliyordu.

 

Qingling adındaki kadın ayrıldıktan sonra, Zhong Hua bir süre karanlıkta duvara yaslanıp durdu ve yavaşça odasına doğru yöneldi.

 

Onun o perişan haldeki gölgesini görünce uzun bir iç geçirdim. Geçmişte Moxi’nin ne zaman takılsa veya düşse onu korumak ve acısını paylaşmak için ben ordaydım. Hiç yalnızlığa kapılıp incinmesine izin vermemiştim. Fakat şuan muhterem Saygıdeğer Zhong Hua olduğu halde yanında bir tane bile sarhoş olduğunda yardım elini uzatacak yardımcısı yoktu. Belki benim odamda uyuyan Chang’an dan bile daha zavallı durumdaydı.

 

‘Kim var orda?’ Aniden arkasını dönüp sordu.

 

Birkaç kez göz kırptıktan sonra baya yorucu bir hayat yaşadığına iyice emin oldum. Eğer içkili olduğu halde ince bir iç çekişimi duyabiliyorsa kim bilir ayıkken daha ne kadar dikkatli davranıyordu..

 

Cevap duyamayan Zhong Hua duruşunu dikleştirip, bana doğru yöneldi. Daha fazla saklanamayacağımı bildiğimden ortaya çıkıp selam verdim: ‘Oh! İyi akşamlar!’’

 

Beni gördüğünde sanki iğrenç bir şey görmüş gibi kaşları yukarı kalktı ve arkasını dönüp yoluna devam etti. Bu sefer adımları uzun ve kendinden emin, sarhoş olan birisi gibi değildi.

 

Bir saniye donakaldım, sonrasında sinirlendim. Benden bu şekilde kaçmanı gerektirecek kadar korkunç muydum?

 

‘Dur orda!’’ diye bağırdım.

 

Yürüyüşü daha da hızlandı. 2 adım daha attıktan sonra gözden kayboldu.

 

Daha da sinirlendim. Benden saklanmak ha? Bakalım nere kadar saklanabileceksin?

 

Aceleyle kulübeme döndüm, derince uyuyan bir Chang’an ın yorganını açtım. Şaşkın ve yönünü bilmeyen bir halde bana bakındı. Dişlerimi gösteren bir şekilde sırıttım. “Chang’an, bana bir konuda yardımcı olabilir misin?’’

 

Bunu duyan çocuk bir an donup sonra korkuyla çığlık attı ve yorganın altına saklanmaya çalıştı.

 

Kararlı bir şekilde onu Zhong Hua’ın odasının olduğu yere sürükledim ve yakasından tuttum.

 

‘Senin yang’ın biraz küçük olmasına rağmen gene de hiç yoktan iyidir. Benim kalbim senin öğretmenine ait olsa bile sana baktığımda gene de kendimi kontrol etmekte güçlük çekiyorum. Bugünlük beni şımartsan nasıl olur?’

 

Chang’an sanki yıldırım yemiş gibi korkudan dona kalmıştı. Beklenende buydu zaten. Sonuçta gecenin bir vakti odasına tanımadığı bir kadın girip onunla farklı bir amacı varmış gibi konuşuyordu. Sadece o değil bu durumda kalan herhangi mantıklı bir insan aynı şokta olurdu. Bir süre sonra çığlık attıktan sonra şokta kalmasına müsaade ettim.

 

‘Hayırr!’ diye çığlık atan korkmuş çocuk saygı değer ustasının duvarını yumruklayıp bağrışıyordu: ‘ Kurtar beni saygıdeğer usta!! Kurtar beni! Chang’an hala çok genç! Chang’an ölmek istemiyor!!’

 

Bir süre bağırıp ağlaştıktan sonra alnını tutarak kızgın bir sura ifadesiyle saygıdeğer ustası kapıda belirdi. Bir an öfkeyle çocuğa bakıp ‘Oh iyi oldu!’ diye söylendi.

 

Bana sorarsan, saygıdeğer usta olarak, beni gördüğü an benden kaçar gibi odasına dönmesi şu anki durumdan pek de farklı değildi.*

 

*buradaki konuşma da tırnak işareti koyulmamıştı İngilizce versiyonun da ama galiba Moxi ye söylüyor bunu*

 

Yavaşça yerde yatan Chang’an poposunu dürtüp; ‘tamamdır ustan senin yerine geldiğine göre artık yatağına geri dönebilirsin, bu seferlik seni azat ediyorum.’

 

Chang’an önce ustasına sonra bana baktı. Aramızdaki sessiz anlaşmayı görünce çabucak ayağa kalkıp arkasına bakmadan kulübeye geri döndü.

 

Zhong Hua’a bakıp küstah bir şekilde gülümsedim. Oysa şakaklarını ovup gözlerini kapadı ve gözlerimden kaçtı. ‘Ne oldu?’

 

‘Hiçbir şey.’

 

Elinin arkasındaki damar maviye dönüp attı. Başka bir şey demeden döndü ve yürüdü.

 

Koruma alanına gelmeden önce kolunun ucunu yakaladım. Belki de içkili oluğu için reaksiyonu çok yavaştı ve onu tutabildim. ‘Neden benden saklanıyorsun? Seni yiyecek değilim.’

 

‘Neden senden saklanayım ki?’ diye cevapladı. ‘Sen Liubo’nun mahkûmusun…’

 

‘Aynen, hapiste olan benim. Eğer saklanacak birisi varsa oda ben olmalıyım. Niye böyle yapıyorsun? Yüzümde akne ya da tüyler filan mı büyüyor? Bana bir kere baksan gözlerinde kurtçuklar mı bitecek? Yoksa kusma ve ishale filan mı yakalanacaksın? Belki de ölüme kadar kanarsın? Ya da…’

 

Cümlemi bitiremeden derin bir nefes aldı, döndü ve gözlerimin içine baktı. İnatçılığını ve kendini kanıtlama azmini gösteren basit ve dürüst bir bakıştı. Ama ben onun kadar basit değildim.

 

Onun göz bebeklerinin içinde yıldızlı gecenin yansımasını, beyaz karların üstündeki kırmızı erik çiçeklerini ve kendimi gördüm. Bunların hepsi gözlerinde derinlemesine işliydi.

 

Bana bu şekilde direkt ve anlamlı bir şekilde bakmasını göreli çok uzun zaman geçmişti. Kendime engel olamayıp bir adım attım ve ona doğru yaslandım. Kıyafetini bırakıp ellerini tuttum.

 

Gözlerinin içindeki sessizce gülümseyen yansımamı gördüm. Benden uzaklaşmadı, hatta bakışı yumuşamıştı. Gülümsemem daha da büyüdü.

 

‘Sansheng’in bu güzel koku, saf temiz kar ve birde senden başka istediği yok’ dedim.

 

Moxi’nin bu güzel koku, saf temiz kar ve bir de senden başka istediği yok. Bu kelimeler geçen yaşamda Moxi’nin bana söyledikleriydi.

 

Bu dediklerimi duyunca hafiften irkildi. Bir anlık kaş çatma. Sonrasında sanki ayılmış gibi beni kendinden itiverdi. Bunun sonucunda zaten düz duramadığı için karların üstüne oturdu. Hafiften paniklemiş görünüyordu.

 

Yanına gidip yardım etmek istedim ama eliyle istemez der gibi beni engelledi. Kafasını ellerinin arasına alıp karda sessizce oturdu.

 

‘Mo… Zhong Hua, sen….’

 

‘Daha önceden birbirimizi tanıyor muyduk?’’

 

Bu soruya nasıl cevap vermem gerekiyordu? Evet, birbirimizi tanıyorduk. Nerden?

 

Yeraltında, Wangchuan nehrinin oradan… Eğer bunu deseydim şaka yaptığımı düşünecekti.

 

Kafamı kaşıyıp cevap verdim: ‘Şey, eğer tanıdık gözüktüğümü düşünüyorsan bu kader olmalı o zaman. Evet kader!’

 

‘Kader mi?’ diye alaylı biçimde sordu. ‘Bu dünya nasıl bu kadar çok kadere sahip olabilir ki….?’

 

Sanki bütün dünyayı görmüş bilmiş gibi olan cevabını duyunca kaşlarımı çatıp sordum: ‘Neden olmasın? Tanışmamız kaderin bir işiydi. Burada durup konuşuyor olmamız bile öyle.’ Benim gibi bir taşın ölümlülerin dünyasına gelip seni kendime âşık edebilmem daha bile büyük bir kader. Tabii bu son cümleyi geri yuttum ve ona söylemedim.

 

Karın üstünde oturuyordu. Ay ışığının altında bana şöyle bir baktıktan bir süre sonra, hafifçe ‘Lanetli kader.’

 

İçimden kafamı salladım. Lanetli kaderlerde halen kader sayılırdı. Bunlar diğer kaderlerden daha bile uzun ve inatçı olurlardı. Bir an için mutlu oldum fakat bir dakika bu doğru değildi. Söyleyiş tarzına bakılırsa küçümsenmiş birisi gibi reaksiyon vermem gerekirdi. Gülümsemeyip onu anlamsızca bekletmem gerekiyordu.

 

Bunun dışında karın üstündeki uzanmış pozuna yandan baktım. Üzerine atlamak için ne kadar da uygun bir pozisyondu!

 

Parmağımla onu işaret edip: ‘S..e..sen! Sen en çok sinir edensin!’’

 

Hafifçe gözlerini kıstı, surat ifadesi okunmuyordu.

 

Öfkeyle ayrılıyormuş gibi arkamı döndüm. Yanından geçerken: ‘woooah! Neden bu kadar kaygan?’ Güzel gözüktüğünü düşündüğüm biz pozla kaydım ve tam onun üstüne düştüm.

 

Kesin olarak hesaplanmış bir hareket olarak benim onun göğsüne düşmem, utangaç bir genç kız gibi kollarında saklanmam gerekiyordu.

 

Fakat kaymam düşündüğüm gibi değil, Zhong Hua’nın kaymasıyla aynı şekilde oldu; tam onun üstüne göze hiçte hoş gözükmeyen bir şekilde, kafamı kafasına çarparak düştüm. Şanssızlığa bak ki ağzım dudaklarına denk gelmek yerine alnına denk gelmişti.

 

Altımdaki kişinin homurdandığı duydum ve bundan başka tepki vermemişti. Kafamı tutup ayağa kalkmaya çalıştığımda Zhonghua halen yerde gözleri kapalı yatıyordu. Alnında taş gibi olan ön dişlerimin kanlı izleri belirmişti.

 

‘umm….’ Tereddütle elimi ona doğru uzattım. ‘Hey..’’ Yanağını hafifçe tokatladım ama cevap vermedi. Biraz panikledim. Herhalde onu direkt Yanwang’a göndermiş olamazdım değil mi? Daha bu hayattaki sınanmasını bile yaşamamıştı.

 

‘Zhong Hua! Zhong Hua! O kadar da kötü olamaz ama değil mi?!’ Kafamı kaşıdım. Sen ne olursa olsun Saygıdeğer Ustasın. Benim gibi bir kadın tarafından bu şekilde ölüme tekmelenirsen bu..bu… eğer bu olay dışarıdan duyulursa çok utanç verici olur!

 

Panikle Renzhong akupunktur noktasını* çimdikledim.

 

*burnun altında dudağın üstünde kalan akupunktur noktası*

 

Bir yandan da mırıldanıyordum: ‘Moxi, başıma bela açma. Eper seni sınanmandayken öldürdüğümü cennettekiler duyarsa mahvolurum. Moxi..’’

 

Gözlerimde yaşla ismini birkaç kez daha seslendim. Sanki çaresizliğimi anlamış gibi biraz sonra inledi ve gözlerini açtı. İçimden mutlu mutlu şükran dualarımı Yanwang’a gönderdim.

 

‘Usta….’’ Diye bana bakarak sessizce sayıkladı.

 

Dondum, nefesindeki alkolün kokusunu alınca herhalde kafası o yüzden bu kadar dalgın diye düşündüm.

 

‘Usta…’ tekrar konuştu, ‘ neden…’

 

Öyle hafif konuştu ki nerdeyse duymuyordum. ‘Ne demek istiyorsun?’ deyip öne doğru eğildim ve kulağımı yaklaştırdım. Dediklerini duyduğumda aklım uçmuştu: ‘Neden kurt Huyi’ye karşı böyle duygular besledin?? Diye sordu.

 

*burada kafa karışması olmasın. Bizim Sansheng’e değil kendinden önceki kadın usta ile konuştuğunu sanıyor Zhong Hua*

 

Bir anlığına Zhong Hua’nın ustasının Hu’yi için neler hissettiğini boş verelim. Ben aslında Zhong Hua’nın ustasının cinsiyetini merak ediyordum.

 

‘Usta kadın mıydı erkek miydi? Ustanın Hu’yi ye âşık mı olmuştu? Ne kadar ilerlemişlerdi?? Sonra onlara ne oldu? Neden Hu’yi Pagoda’ya kapatmıştınız? Usta şuan nerede? Diye olabildiğince belirgin olarak sordum ve Zhong Hua’nın cevabını sessizce bekledim.

 

Fakat onun kafası çok uykuyla yan tarafa dönmüştü bile.

 

Yumruklarımı sıktım.

 

Karşılayamadığım merak duygum onun alnında iki tane daha delik açmamı istememe sebep oldu. Fakat uyuyan huzurlu surat ifadesini görünce bir iç geçirdim ve eteğimden kafasındaki diş izi yarasını sarmak için bir parka kopardım.

 

Chang’an içerde uyuduğu için Onun ustasını etrafta sürüklemek saygın bir yöntem değildi. Bir süre düşündükten sonra onu bir ağacın altına sürükleyip, kafasını kucağıma yasladım. Bense ağaca yaslanıp yavaşça alnına dokunup, elini elime aldım. Dudaklarına kondurduğum hafif öpücükten sonra uzun zamandan beri çekmediğim gibi bir kaygısız bir uykuya daldım.

 

Bir sonraki sabah uyandığımda, bir çift berrak gözün bana baktığını gördüm. Gülümsedim ve: ‘ Günaydın, saygıdeğer Zhong Hua! Hala burada mısın?’

 

Gözlerini kapadı ve derin bir nefes adlı. Hala sakinliğini korumaya çalışıyormuş gibi gözüktü. Sabırla: ‘Düğümlerimi çöz’ dedi.

 

Tedirgin bir şekilde güldüm ve boynunu bacağıma bağlayan düğümü çözdüm. Masumca: ‘Beni suçlayabilir misin? Kaçacağından korkmuştum…’’

 

Düğümü tamamen çözmeme beklemeyip ayağa fırladı ve kaşlarını çattı.

 

Çaresizce ellerimi açtım ve: ‘Uyandığında kaçıp, geceyi beraber geçirdiğimizi inkâr edeceğini bildiğim için. Bunun için o düğüme bir sürü sihir mühür koydum. İnsanların kurallarına uymalı ve sorumluluğu üstlenmelisin, Mo… Zhong Hua!’

 

Her bir kelimeyi söylediğimde yüzü daha da kararıyordu, konuşmamın sonunda o kadar kararmanın arasında kırmızılık bile belirmişti. ’u..ut.. Utanm...’’

 

Baktım tamamlayamıyor onun yerine ben tamamladım: ‘Utanmaz.’. Koca buzdağı saygıdeğer ustayı bu kadar sinirlendirebilmek gurur duyulacak bir başarıydı. ‘Utanmaz ya da değil fark etmiyor. Zhong Hua benimle evlenmen zorundasın.’

 

Bir dakika bana baktıktan sonra siniri yatışmış göründü. Yavaşça sakinleyen bir ifadeyle: ‘Dün gece sarhoş olmuş olsam bile dün gece neler olduğunu hatırlıyorum. Sen ve Ben aynı türden değiliz. Öyle bir şeyi nasıl senin gibi biriyle yapabilirim?’

 

Merakla sordum: ‘Yani farklı türden olunca yapılmıyor öyle mi? Senin ustan la Hu’yi ye ne demeli o zaman?’

 

Zhong Hua’nın ifadesi anında donuklaştı. Sanki bakışlarıyla beni parçalara bölüyormuş gibi bakıyordu. Dönüp gitti. Çok inatçı bir taştım. Şuan net bir cevap alamazsam gece uyku tutmayacaktı. Aceleyle onun hızına yetiştim ve seslendim: ‘Hey! Ustanla Hu’yi ye ne oldu peki? Aralarında neler geçti?....’

 

Bir öfke fırtınası kulaklarımı sıyırdı, arkamdaki karı havaya doğru sıçrattı. Olduğum noktada donakaldım.

 

‘Diline sahip ol!’’ diye sertçe bağırdıktan sonra yoluna devam etti.

 

Moxi daha önce bana hiç böyle bakmamıştı. Geçen sefer yer altında buluştuğumuzda ayağıma ateş topu fırlattığında bile ifadesi bu kadar buz gibi değildi.

 

Bu surat ifadesini önceden bir kez daha görmüştüm. Bir önceki yaşamda evimize giren 2 hırsız beni rahatsız ettiğinde bu şekilde olmuştu..

 

Görünüşe bakılırsa usta ve Hu’yi hakkında konuşulmasından nefret ediyordu. Belki de nefretinin nedeni sadece tür farklılığı için değil, duygusal bağlarla ilgiliydi. Ustasını çok fazla umursuyormuş gibi gözüküyordu.

 

Nitekim tekrardan ustanın erkek mi kadın mı olduğu konusunda merakım uyanmıştı…

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr