Bölüm 8: Belki de Gerçekten Aşk Çilesiydi…

avatar
1662 0

Sansheng, Wangchuan Wu Shang - Bölüm 8: Belki de Gerçekten Aşk Çilesiydi…


 

Çevirmen Şebb | Düzenleyici : Grandal

 

 

Liubo dağındaki 1000 kilitli Pagoda’yı yıktıktan sonra oradan kaçma planım yoktu. Moxi bu yaşamdaki inkarnasyonundan o kadar hoşlanmasam bile onu başkalarına bırakmaya da gönlüm el vermiyordu. En azından onu koruyabilirdim.

 

Liubo’nun yaşlı bunakları benimle ne yapacaklarını bilemediler. Kilitleseler bir türlü savaşmaya çalışsalar bir türlü.. O gece bu konunun üstüne düşünmekten baya bir saç kaybına uğradılar.

 

En sonunda Moxi kararlı bir şekilde: ‘ Onu benim arka bahçeme kilitleyin. Ben ona göz kulak olurum.’ Yaşlı bunaklar hımm layıp kem küm ederken kafamı Moxi’nin fikrine evet der gibi sallayan ilk kişi ben oldum. Bunu fark eden Moxi benim tarafıma sinirli bir bakış attı.

 

Bir süre sonra onun arka bahçesine vardığımda nerdeyse gözyaşlarına boğuluyordum. Sakin bir erik çiçeği bahçesi, arkasında biraz uyumsuz gözüken Liubo dağının önünde kalan muazzam bir evdi. Henüz kış olmadığı halde bütün orman karla kaplıydı. Karların altından kırmızı erik çiçekleri ışıl ışıl açmış, kokularını millerce öteye sunuyorlardı. Sanki her şey sihirle yapılmış gibiydi.

 

‘Bu… Bu çiçekler..’ Sesim hafiften titriyordu. Saygın Zhong hua’nın bahçesine yetkisiz kişilerin girmesi yasak olduğundan büyük ihtimalle bahçede bir tek biz vardık. Bahçesine doğru bakarken yüz ifadesi yumuşadı ve daha iyi moda cevap verdi: ‘Sevdiğim nadir şeylerden birisi.’

 

Gözlerimin nemlenmesini engellemek için kırpıştırdım. Moxi Moxi Yaşlı Meng’in çorbasından içtiğin halde gene de bu yumuşak kokuyu ve karın saflığını unutmamıştın? Hala sessiz erik çiçeği bahçesini hatırlıyor muydun yoksa?

 

Bahçe iç taraftan çiçekleri kıştaki en güzel anında tutabilmek için Zhong hua’nın oluşturduğu bir büyüyle çevriliydi. Bu bahçeye girmek onun sihrine kapılmaya benzer bir duygu uyandırıyordu. Bense memnuniyetle bu duyguya kendimi bırakmıştım.

 

Benim bahçeye yürüdüğümü gören Moxi hiçbir şey demeden ayrılmak için döndü. Bense karla kaplı bir çiçeğe dokunurken onun silüetine baktım. Birden çok çok önceki zamana, beyaz sakallı bir rahibin kafasını bilmiş bir şekilde sallayıp söylediği ‘ Aşk sınanması..’ dediği güne geri döndüm. Belki de gerçekten bu yaşadıklarım bir aşk sınanmasıydı. Bir taşın aşk sınanması….

 

Ev hapsinden birkaç gün sonra günler sıkıcılaşmaya başlamıştı. Manzara ne kadar güzel olursa olsun, artık aynı manzarayı izlemekten bıkıp usanmıştım. Moxi’den okumak için birkaç kitap isteyecektim fakat şu geçen günlerde gölgesini bile görmemiştim.. Tam bir hayal kırıklığına uğramıştım.

 

Günden güne bahçenin büyüsünün sınırında bekleyip yere bir şeyler karalayıp Moxi’nin adını çağırıyordum. Tabii çağırdım isim aslında Zhonghua idi. Yorulmak bilmeyen çabalarımın sonunda bir kez bile göstermedi kendini. Pes ettikten birkaç gün sonra eve geldi.

 

O geldiğinde eski zamanlardaki eritilmiş kardan çay demleme yöntemini öğreniyordum. Tabii çayım olmadığı için bir dal erik çiçeğini koparmış; dalı ateş yakmak için çiçeği ise çay için pişirmek için kullanıyordum. Kaç tane çiçek yaprağı atacağımı düşünüyordum. Başka bir dal daha koparsam mı diye düşünürken Zhonghua suratında pek de arkadaşçıl olmayan bir ifadeyle belirdi.

 

Onu görünce mutlulukla el salladım. Canlı bir şekilde yanıma gelip: ‘Erik çiçeği mi pişiriyorsun?’ diye sordu.

 

‘Sence de hoş bir aktivite değil mi bu, saygıdeğer?’

 

Dalga geçerek ‘ Liri yakıp, turnayı pişirmek* sana keyifli mi geliyor?’

 

*burada Çince bir deyim kullanılıyor, çevirince anlamsız oldu ama Kutsal şeylere hürmetsiz davranmakla alakalı bir deyim kendisi*

 

‘Şey şimdi’ diye ciddiyetle başladım: ‘Önce liri’nin ne çeşit bir tahtadan olduğunu anlamak gerekli. Eğer iyi bir cins ise üzerinde pişen et güzel kokulu olur. Turnanın da yaşlı olmaması lazım yoksa kesmesi pek hoş bir olmayacaktır.’

 

Derin bir nefes aldıktan sonra daha sakin bir sesle; ‘Bundan sonra erik çiçeklerime dokunmanı yasaklıyorum.’

 

‘Bunu yapamazsın.’ Haksızlık olduğunu belirten şekilde başımı salladım. Suratındaki ifadenin patlayacak gibi olduğunu görünce açıkladım: ‘Senin erik çiçeklerini öldüren sıkıntıydı. Eğer bu kadar sıkılmasaydım onlar benim dikkatimi çekmeyecekti. Kaç gündür bahçenin sınırından sana sesleniyorum neden hiç cevap vermedin?’

 

‘Ne istiyorsun?’

 

‘Kitaplar. En son çıkanlarından. Kavun çekirdekleri ve yeşil çay.’

 

‘Biz burada Liubo’da insanlara servis yapmıyoruz’ diyerek arkasını döndü.

 

‘Bu ağaçların kolay büyüdüğünü sanmıyorum ama eminim bana birkaç gün dayanabilirler.’

 

Arkası dönük silüet biran durakladı sonra devam etti.

 

Yarın sabah uyandığımda başucumda bir sürü kitap vardı. Kitaplara göz gezdirirken kıkırdamamı tutamadım. Moxi Moxi bu hayatta gerçekten çok tatlısın!

 

Günler yeni kitaplarla çok daha kolay geçti. Nasılsa yeraltında bir sürü boşa gün geçirmiştim, burada da kırmızı erik çiçekleri ve karın eşliğinde Moxi’yi koruyabilirdim.

 

Günün birinde canım yürüyüşe çıkmak istedi. Yanımda bir kitapla erik çiçeklerini koklarken ağaçların gölgeliğinde yürüyordum. Sanki uzun zaman önceki geçmişe dönmüş gibi hissettim. Evde tembel tembel oyalanıyordum. Sonra Moxi okuldan eve geldi. Kapıyı itip, yere güneş huzmesi vurmuştu, yumuşak bir ses tonuyla ‘Sansheng’ diye seslendi.

 

Bu kıymetli hatıranın kalıcı sesiyle gözlerimi kapayıp eski Moxi’yi yanı başımda hayal ettim. Ne zaman bir adım atsam oda adımını bana uyduruyordu. Bir süre yürüdüm ve ara verdim, yürüdüm ara verdim. Sanki Moxi de yanımdaymış ve beni takip ediyormuşçasına. Gözlerimi açtım, tam önümde kırmızı erik çiçekleri gururla karın üstünde parlıyorlardı. Arkama döndüğümde Moxi’nin gerçektende çiçeklerin arasından dikkatle beni izlediğini görünce ürktüm. Kim bilir ne zamandan beri oradaydı.

 

Dilimin ucundaki ‘Moxi’ kelimesini yutup, ‘Zhong Hua’ diye seslenip gülümsedim. Şöyle böyle belli olan kaş çatmasını görmezden geldim, kollarımı açıp mutlulukla ona doğru yürüdüm. Oysa benden kaçmak için yana doğru kaydı. Boş havaya sarılmak yerine daha minik titreyen bir şeye sarıldığımı fark ettim. Bu figürü kol uzaklığında tutup baktığımda şaşkınlıkla: ‘Chang’an! Sen ne yapıyorsun burada?’

 

Bu şu benim yin’imi dengelemek için onun yang’ını alacağımı düşünen küçük rahipti. O kadar eski Moxi gibi gözüküyordu ki kendimi o sevmekten alamıyordum. Titremekten başka bir şey yapmadı, soruma cevapta vermedi.

 

Moxi ye doğru sorgucu bir bakış attım. Oysa önce Chang’an a baktı sonra soğuk bir ses tonuyla ‘Yaptığın yanlışları iyice bir düşün’ dedikten sonra kollarını sallayıp ayrılmak için arkasını döndü.

 

Onun ayrıldığını gören Chang’an benden umutsuzca kaçtı ve onun arkasından koştu. ‘Saygıdeğer usta! Saygıdeğer usta! Lütfen beni burada tek başıma bırakmayın! Ölmek istemiyorum! Ölmek istemiyorum!’’

 

Olmayan terimi sildim. Ben bunu hak etmek için ne yapmıştım? Bütün küçük rahiplere Dayak atılırken sıra ona geldiğinde onu kayırmamış mıydım? Ama şuna bak ki bu kıymet bilmeyen çocuk benden mi korkuyordu??

 

Moxi onun yerden kalkmasına yardım etti. Ucundan bana doğru bakıp şunları söyledi: ‘ Sınıf arkadaşınla dövüşüp onu yaraladığın için 1 ay boyunca kendi kendine kalman zaten yeterince hafif bir ceza. Ağlamayı kes.’’

 

Birkaç kez gözümü kırptım, Moxi’nin amacını sonunda anlamıştım. Son birkaç gündür benim hareketlerimi gözlemleyince benim zalim bir iblis olmadığıma inanmış olmalıydı. Öğrencisini buraya bu kadar rahat bir şekilde benim kötü şöhretimle korkutmaya terk etmesi bunu gösteriyordu.

 

Dertlerime ağlamaktan başka ne yapabilirdim ki?

 

Moxi kıyafetini düzeltip evi terk etti, Chang’an ise hala yerde ağlaşıyordu. Kafasını hafifçe dürttüm. Şişmiş gözleriyle bana baktı. Nazikçe gülümsedim: ‘Biraz konuşalım mı?’

 

Birkaç gün süren tatlılıkla kandırmaca dan sonra buraya gönderilme sebebini öğrenebildim.

 

Eğer bunun hakkında konuşacaksak, taa 1000 kilitli Pagoda’yı yıkıp kurt iblisini serbest bıraktığım zamandan başlamak lazımdı. Onu serbest bıraktığımda terk edip gideceğini ve nefretini gömeceğini sanmıştım. Bu kurt iblisinin bu kadar inatçı olabileceğini kim bilirdi ki.. o saklanmayı bırak, Liubo’yu yenebilmek için onlara kin besleyen iblislerden grup toplamıştı.

 

Liubo da kiler Kurt iblisin planından haberdar olunca yenilmeyi bekleyecek değillerdi. Manastıra ait olan ana gruplar çağırılmış ve bir savunma planı yapmışlardı.

 

Chang’an ın hikâyesi bu kısımdan başlıyordu. Liubo da ki küçük rahipler bir sonraki gün olacak ziyafete hazırlanıyorlarken benden güzel Dayak yiyen Changwu ise hala yatakta dinleniyormuş. Sıkıntıdan olsa gerek ziyafet için hazırlanan meyvelerden yemek isteyip sorun çıkarmış. Bunun için Chang’an dan yardım istediği halde Chang’an dürüst bir çocuk olduğu için hayır diye cevaplamış. Evet hayır evet hayır darken küçük kavga büyümüş, en sonunda kendine hâkim olamayan Chang’an Changwu ‘yu iteklemiş.

 

Yere düşen Changwu zaten önceden yaralı olduğu için kafasındaki yarası patlamış. Bu sahne oradan geçen bir yetişkin tarafından görülmüş. Changwu’nun ağlama krizi karşısında Chang’an kendini savunmaya kanıt bulamamış…

 

O yüzden de şimdi benim yanımda bulunuyordu.

 

Moxi’nin eski haline benzeyen bu suratın gözyaşı ve sümükler içinde ağladığını görmek benim için çok üzücüydü. Onu yatıştırmak için her yolu denedim, hatta onun öcünü alacağıma bile söz verdim. Sonunda ağlamayı kesti, uzunca bir süre burnunu çektikten sonra bana sordu: ‘Sen…sen beni yiyeceğin için bu kadar iyi davranıyorsun değil mi?..’’

 

Bunu duyunca afiften dudağım seğirdi. Gerçektende bu çocukların ustalarının onların beynine ne çeşit bilgiler soktuklarını merak etmeye başlamıştım. Tombik yanaklarını mıncırıp oyuncu bir şekilde sırıttım. ‘Tabii ki. Ama bu sana değil senin şu saygıdeğer ustana yapmak istiyorum’

 

‘Saygıdeğer, saygıdeğer usta…’

 

Ellerimi kalbimim üstüne yerleştirip duygusal ve etkileyici bir sesle: ‘Evet o, seninde güzel gözüktüğün doğru ama benim için çok gençsin. Diğer yandan senin saygıdeğer ustan kalbimi çalalı uzun zaman oluyor. Kalbim ona olan duygularla zihnimse ona ait düşüncelerle dolu. Uyumadan önce onun sesini düşünüp uyandığımda onun suratının hayalini kuruyorum. Onu göremediğimde delicesine özlüyor, gördüğümdeyse kalbim deli gibi çarpıyor. Kalbimin ne kadar zamandır ona ait olduğunu cennet biliyor. Ona tutuldum ve nasıl duracağımı da bilmiyorum. Sadece ona nasıl hissettiğimi anlatmak istiyorum…’

 

Chang’an : ‘Saygıdeğer usta’ diyerek eliyle bana işaret etti.

 

Arkama baktığımda tek gördüğüm, beyaz uzun cüppe eteğinin yerdeki karlı çiçekleri havaya kaldırarak yok olduğunu gördüm. Öyle acele ayrılmıştı ki vücudunu görememiştim bile.

 

‘Yoksa o senin saygıdeğer ustan mıydı? Saygıdeğer Zhong Hua?’

 

Chang’an evet dercesine kafasını salladı, biraz düşünüp ekledi: ‘Burayı terk ettiğinde suratı kırmızıydı.’

 

Şaşırmıştım, iç geçirip hafifçe mırıldandım: Moxi, Moxi, bu hayatta nasılda işe yaramaz birisi oldun çıktın? Tek yaptığım sana aşkımı itiraf etmekti…’’

 

Burada geceleri soğuk olsa da dondurucu soğuk değildi. Hep Wangchuan’da yaşamış birisi olarak soğuktan korkmuyordum. Ama Chang’an farklıydı. Ne kadar yetenekli ve güçlü olursa olsun halen insandı. Küçük kulübe de ona bir yatak serdim ateşi yaktım ve geceyi dışarıda geçirdim.

 

Neden mi dışarıda geçirdim? Belli ki çocuk beni yanında gördüğünde uykusu kaçıyordu da ondan!

 

Nede olsa ben ruhani bir varlıktım.

 

Bir sonraki sabah uyandığımda Chang’an üzerime bir örtü serdiğini görünce şaşırdım. Benim gözlerimi açtığımı görünce birden ürküp yaprak gibi titredi ve gerilemeye başladı. Birkaç adım atıp sakarca yere düştü. Yere çömelip elimi uzattım ama daha da geriye kaçtı.

 

Uzattığım elimdeki damarlar mora dönüştüler. Kızgınlığımı bastırmaya çalıştım ama beceremedim. Dilimin ucuna bir küfür gelmişti ki başını uzatıp bana şöyle dedi: ‘umm… umm, bu gece içerde kalabilirsin. Dışarısı çok soğuk…’’

 

Bir süre sessizce baktıktan sonra ona: ‘Benim adım Sansheng.’ dedim.

 

Gözlerini kırptı. Uzunca bir aranın ardından adımı söylemeyi denedi: ‘San…Sansheng’

 

Memnun olmuş bir halde kafamı salladım ve geçen gün Zhong Hua’nın gönderdiği kitaplara bakmak için eve yöneldim. Bir ağacın gövdesine yaslanıp rahatça kitabımı okumaya başladım. Romantik bir kavuşmanın hikâyesiydi, kırılan bir aynanın parçalarının zamanla birleşmesi gibi. Tamda bu durumdaydım bu yüzden de hikâyeye dalmıştım.

 

Chang’an ı umursamadım oda beni rahatsız etmeye cesaret edemedi. O gün huzurlu bir şekilde geçti… gece ki ziyafeti saymazsak tabii.

 

Kurt iblisin intikamının yaklaşmasıyla, Liubo’nın ana grupları toparlamak için düzenlediği ziyafet bu geceydi.

 

Akşama doğru kitabımı bitirdim. Kafamı kaldırıp baktığımda Liubo dağının ışıkla yıkandığını gördüm. O kadar aydınlıktı ki gökyüzüne bile yansımıştı.

 

Zhong Hua’nın büyüsüyle yaptığı koruma kalkan alanı o kadar iyiydi ki kaçacak delik bulamadım. Moxi’yi kendime âşık etmekten ayrı 2.ci en büyük ilgim olan bitene kulak vermekti. Elimde boş geçen öyle çok zamanım vardı ki erik ağacı bahçesinde yürüyüş yapmaya karar verdim. Fakat kaçacak delik bulamayınca vazgeçtim ve yatmak için geri döndüm.

 

Tam o anda 2 beyaz figürün bahçenin arka kapısından süzüldüğünü fark ettim. Merakla yakından baktım. Hey! Bunlar Saygıdeğer Zhong Hua ve bana kurdeleyi saran Usta kadın değil miydi….?

 

O sırada kadın Zhong Hua’nın kıyafetinin kolunu tutuyordu. Yüz ifadesinde bir panik vardı ama Zhong Hua’nın suratı gölgede kaldığı için göremiyordum. Hayal gücümün çalışmasına neden olmuşlardı…

 

İçten dişlerimi sıkıp ellerimi yumruk yaptım.

 

Siz ikiniz ne yapmaya çalışıyorsunuz?!

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44353 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr