Bölüm 773: Üçüncü Sınır Şehri

avatar
1324 38

Release That Witch - Bölüm 773: Üçüncü Sınır Şehri




Çevirmen: Lodos

Mağaranın girişi Neverwinter'ın kuzeyindeydi. Şehir ve sıradağlar arasındaki kesişme noktasında bulunabiliyordu. Yakındaki yamaçta da sürekli çalışan maden ve fırın alanları vardı.


Dağın eteğine yakın bir yerde herkesin önünde sağlam bir beton duvar belirmişti. Halen yapım aşamasında olan birçok tesis olsa da burası şimdiden Neverwinter'da en çok korunan alan halindeydi. Her köşesinde birer gözetleme kulesi ve tepesini çevreleyen telli ağlar vardı. Kapının her iki yanında da birer makineli tüfek koruganı vardı.


Muhafızlar kapıdan avluya giren Roland'ı selamladılar.


Avluya girdiğinde sanki modern dünyaya geri dönmüş gibi hissetmişti kendisini…


Burada gördüklerinin kesinlikle bu çağda var olmaması gerekiyordu. Girişi betonla kaplı kocaman bir mağara vardı. Mağara, 10 metreden geniş ve 5 metreden yüksekti. İki büyük demir kapı, girişe göre fazla büyüktü ve kalınlıkları da şaşırtıcı şekilde bir metreye ulaşıyordu. Katı olarak kalıba dökülmemişlerdi de bunun yerine birkaç kat çelik levha ile birleştirilmişlerdi. Bu, modern askeri kalelerdeki birçok kapı ile aynı seviyedeydi.


Demir kapılar çok ağır olduğu için girişin değiştirilmesi ve kapıları desteklemek için zemine kızaklar yerleştirilmesi gerekiyordu. Kızaklarla bile sadece insan gücüyle açılamıyordu bu kapılar…


Bu nedenle kapıları hareket ettirme amaçlı itici güç sağlamak için bahçedeki iki buhar makinesinden biri kullanılacaktı.


Şeytani canavarlar Taquila cadılarının kurduğu savunma hattını aşarlarsa tanrı kalıntıları geri çekildiği sürece bu iki kapı dışarıdaki şeytani canavarları engelleyebilirdi.


Çok katmanlı bir bina kadar büyük olan bu kapıların önünde duran Roland, sağlamlıklarını hissedebiliyordu. Neverwinter'ın kış çeliği üretiminin neredeyse üçte biri bu iki kapıyı inşa etmek için kullanılmıştı. Basit dikdörtgen şekillerini üretmek kolay görünebilirdi belki… Ancak sırf boyutları bile tek başına yüksek bir beceri istiyordu.


Kapıların takıldığı gün Roland açılıp kapanmalarını izlemişti. Buhar makinesinin donuk kükremesini, kayan raylardaki sert sürtünmeyi dinleyen ve yavaşça kapanan kapıları izleyen Roland, kendilerini kıyametten koruyan girişin başındaymış gibi hissetmişti.


İki demir kapının her iki yanında da yarım satır kelimeler vardı. Bir araya geldiklerinde ‘Üçüncü Sınır Şehri’ ismini oluşturuyorlardı.


Roland ve peşindeki insan kalabalığı mağaraya girdi. Işık aniden kararmıştı.


Phyllis, Işık Taşı'nı çıkardı ve ekibin önüne geçerek derin mağaraya doğru öncülük etmeye başladı.


“Majesteleri… Buraya neden Üçüncü Sınır Şehri dediğinizi tam olarak anlamıyorum.” dedi Wendy şaşkınlıkla: “Eğer dışarıdaki Sınır Bölgesi ilk Sınır Şehri ise… O halde İkinci Sınır Şehri nerede?”


“Çünkü ‘üçüncüsü’ demek daha uygun bir başlık oldu.” diye yanıtladı Roland.


“Ha?”


“Üç rakamı sence de bir kale için güzel uymuyor mu? Ayrıca… Ona hangi adı verdiğimiz önemli değil. Önemli olan insanların bunu hatırlayabilmesi…” dedi Roland ellerini uzatarak.


“Peki… Siz nasıl beğeniyorsanız…” dedi Wendy dudaklarını kıvırarak…


Onlar konuşmayı bıraktıktan sonra mağaradaki tek ses yankılanan ayak sesleri ve yere düşen su damlaları olmuştu.


Beton püskürtücü araçların olmaması nedeniyle mağaranın sadece tabanı betonla kaplanabilmişti. Zeminin iki yanında bir hendek ve bir de maden demiryolu vardı. Malzemelere ve yiyeceğe ihtiyaç duyulması halinde bunlar; girişteki diğer motor tarafından çekilen arabalarla taşınacaklardı. Roland, Phyllis'ten Tanrı'nın Cezalandırma cadılarının bir keresinde makinenin gücünü ölçmekle ilgilendiklerini duymuştu. Beşi bile bir ipe birlikte asılmış olsalar da buhar makinesi onları yine de peşinden sürüklemişti.


Mağaranın duvarları ve tavanı betonla kaplanamadığından sızıntı doğal olarak kaçınılmaz hale gelmişti. Şans eseri dağın içindeki sıcaklık çok düşük değildi de içindeki su donmayacaktı. Tüketici solucanın ileri doğru sürünürken geride bıraktığı mukus izi kuruduğunda duvarların ve tavanın yüzeyine bir macun tabakası sürüyormuş gibi toprağı birbirine yapıştırıyordu. Bu nedenle mağaranın çökme tehlikesi de yoktu.


Yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşten sonra mağara daha parlak hale gelmişti.


“Neredeyse geldik.” diyen Phyllis yavaşladı: “Majesteleri… Acaba ihtiyacınız olan…”


Roland, Phyllis’in ne demek istediğini anlayarak sözünü kesti: “Sorun yok. Beni hemen oraya götür.”


Tanrı'nın Cezalandırma cadısı geri döndü ve anlamlı bir şekilde Roland'a baktı: “Peki… Anlıyorum.”


Dar mağaradan çıktıktan sonra büyük ve geniş bir mağaraya girmişlerdi. Önlerinde futbol sahası büyüklüğünde geniş bir kubbeli bina vardı. Mağara boyunca onlarca ışık huzmesi kubbeye yansıyor ve zeminde parlak noktalar oluşturuyordu. Bu ışığın yardımıyla insanlar dağların derinliklerinde olsalar bile bu bölgede baskı altında hissetmeyeceklerdi. Cadıların yanı sıra, burayı korumak için Birinci Ordu da gönderilmişti. Askerlerin her biri Roland'ın en güçlü destekçileri olduklarından emin olunmaları için Bülbül tarafından kişisel olarak sorgudan geçirilmişti.


Kubbenin derinliklerine indikçe bu ışıktan da o kadar uzaklaşıyorlardı. Geniş kubbenin ortasında sadece birkaç eşkenar dörtgen şekilli büyülü çekirdek vardı. Onlar üç Taquila kıdemli cadısıydı. Ya da başka bir deyişle… Orijinal taşıyıcılardı.


Roland yüzünde bir gülümsemeyle üçüne doğru yürüdü. Sağ elini önde duran yumru canavara doğru uzattı: “Sonunda tanıştık. Siz Pasha olmalısınız, değil mi?”


O anda Roland, arkasında birinin nefes nefese kaldığını ve omzunda bir elin olduğunu hissetti. Kuşkusuz bir şey ters giderse Bülbül onu anında sisin içine sürükleyiverecekti.


Yumru bir süre sessiz kaldı ve sonra tanıdık bir ses duyuldu: “Şaşırdım Majesteleri… Şimdiye dek sadece Yanılsama Çekirdeği aracılığıyla iletişim kuruyorduk. Belki de yanılsama görüntüleri o kadar korkutucu değildi. Ama şu anda benim önümde gösterdiğiniz bu sakinlik gerçekten hayret verici. Dürüst olmak gerekirse bu kabuğu gören ve sanki hiçbir şey olmamış gibi tepki veren ilk kişi sizsiniz. Taquila cadıları bile benim bu formumu ilk gördüklerinde sizin kadar sakin kalamamışlardı. Merak ediyorum da… Hiç mi korkmuyorsunuz?” diyen Pasha bir an duraksadı, dokunaçlarından birini uzattı ve Roland'ın elini nazikçe kavradı: “Bu arada doğrusunuz. Ben Pasha. Taquila cadılarını desteklediğiniz için teşekkürler.”


“O bizi desteklemedi. Gönderdiği sıradan insan ekibinin bize yardım etmek için mi yoksa denetlemek için mi geldiklerini söylemek zor.” diye araya daldı soğuk bir bilinç: “Karlı Dağ’ı keşfetmeyi bitirdikten sonra ona söylemek için çok geç olmayacak.”


“Alethea! Bir anlaşma yapmıştık!” diye araya karıştı üçüncü bir ses…


“Pekâlâ… Susuyorum.”


Anlaşılan diğer ikisi genellikle Pasha'nın yanında görünen Alethea ve Celine idi. Roland seslerini önemsemedi. İlk olarak bu kadim cadılar, cadıların üstün olduğu bir çağda yaşamışlardı ve bu yüzden zihniyetlerini değiştirmeleri zor olacaktı. İkinci olarak ise tutumlarının değişmesini umursamaya kıyasla bazı önemli kazanımlar elde etmeyi daha çok istiyordu Roland.


Gülümseyerek söze girdi: “Fjordlar’ın en ünlü kâşifi, korkunun bilinmeyenden kaynaklandığını söylemişti. Siz nasıl görünürseniz görünün; ruhlarınız Taquila cadılarına ait. Ve ben de Taquila cadılarına çok yabancı değilim. Agatha, Cadı Birliği’nin sevilen, güvenilir ve olmazsa olmaz üyelerinden biri…”


Roland, Pasha'nın dokunaçlarının oldukça kaba olduğunu ve yüzeyinin göründüğü kadar kuru olmadığını fark etti. Nemli bir yüzeyi vardı. Belki de sürekli toprağa girdiği içindi. Roland teninin altındaki sıcaklığı açıkça hissedebiliyordu. Önündeki bu devasa yumru şüphesiz yeni bir yaşam formuydu.


“Anlıyorum…” diyen Pasha'nın sesi duygusal geliyordu: “Haklısınız. İşbirliğimiz uzun zaman önce başlamış.”


“Şeytanların tehditleriyle karşı karşıya kalan herkes geçmiş önyargıları bırakmalı ve el ele vermek için çabalamalı.” diyen Roland bu kısa havadan sudan sohbetin ardından ana konuya geliyordu: “Tanrı kalıntıları geldi, değil mi? Acaba insanlığın hayatını belirleyen o şeylere… Bir de ben göz atabilir miyim?”


Pasha başının üstündeki ana dokunaçlarını salladı: “Elbette. Benimle gelin.”


...

İyi bir ilk karşılaşma gibi oldu ha, siz ne dersiniz? Alethea bir an yükseldi de yine de kesinlikle Roland’ın düşündüğü şekilde düşünüyoruz biz. Böyle küçük şeylere takılmamalı ve bir an önce önümüze bakmalıyız. İlk adım atıldı. Bakalım nasıl ilerleyecek olaylar, okumaya devam!

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!


 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr