Bölüm 634: Korkulacak Bir Şey Yok

avatar
2162 44

Release That Witch - Bölüm 634: Korkulacak Bir Şey Yok




Çevirmen: Lodos

Bir saatin sonunda Roland sonunda bir aydan fazla süren komasında dışarıda neler olduğunu öğrenmişti.


Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu askerlerinin neredeyse hepsi, Yargı Ordusu askerlerinin de neredeyse yarısı öldürüldüğü için Kilise’nin büyük bir darbe aldığına hiç şüphe yoktu. 2000’den fazla kaçan düşmanın çoğu Çılgın haplarından almıştı ve er ya da geç büyülü güç nedeniyle perişan olacaklardı.


Daha da kötüsü Papa ortadan kaybolmuştu ve büyük komutanların çoğu savaşta ölmüştü. Bu savaştan sonra Kutsal Hermes Şehri’nin Gökhisar Krallığı’nın sınırını işgal etme şansı olmasını bırak, Şeytan Ayları’nda bile hayatta kalmasının imkânı olmayacaktı.


Ancak Birinci Ordu da ağır kayıplar vermişti.


Bunun ana nedeni de Blackveil isimli cadının ani saldırısı idi. Onun gözlerine bakan ve Tanrı Gözü’nün İntikamı’nı takmayan tüm askerler bir dereceye kadar etkilenmişti. Verilen 700’den fazla zayiatın %80’i Blackveil yüzündendi.


Roland'ın düşüşü de ordunun moralini büyük ölçüde zayıflatmıştı.


Bu şartların altında da Demir Balta birlikleri geri çekmek için emir vermek durumunda kalmıştı.


Neyse ki o sürede Belediye Binası kusursuz işlemişti. Her yerde uyumlu hareket etmişlerdi sonucunda da herhangi bir problem yaşanmamıştı. Halka yapılan açıklamada Majesteleri’nin savaşta yaralandığı ve yatakta kalması gerektiği söylenmişti. Savaş esnasında ölen Birinci Ordu askerlerinin cenazeleri de Demir Balta ve Barov tarafından organize edilmişti.


Cadıların açıklamasını dinleyen Roland’ın mahkûm safkan cadılara olan ilgisi artmıştı bir anda…


“Az önce dedin ki Kilise’ye karşı o kadar sempati duymuyorlarmış.” diyen Roland, Agatha’ya dönerek sordu: “Ve Isabella adlı cadı da şeytanlara karşı yapacağımız savaşta bize yardım etmeye istekli mi?”


“Ne Vanilla ne de Margie başpiskopos tarafından yetiştirilen cadılar… Onlar sadece manastırdan bu görevi yerine getirmek için seçilmişler. Bülbül de bu bilgileri doğruladı.” diye cevap verdi Agatha: “Isabella şeytanlar yenildiği sürece kime hizmet ettiğini garip bir şekilde umursamıyor. Bu fikri son papadan aldığını söyledi.”


“Senin bu konudaki fikrin ne?”


“Isabella'yı şimdilik tutmayı öneriyorum.”


“Ama o Kilise tarafından yetiştirilen bir safkan cadı! O bizim düşmanımız!” diye araya giren Scroll, kaşlarını çatmıştı: “Eğer o olmasa Zero isimli cadının Majesteleri’ne zarar verme şansı olmayacaktı.”


“Bildiğim kadarıyla Wendy de Kilise tarafından yetiştirildi.”


“O farklı! O, gücünü kimseye zarar vermek için kullanmadı.”


“Isabella da herhangi bir cadıya doğrudan zarar vermedi. Yeteneği sadece Tanrı Taşı üzerinde çalışıyor.” diye reddetti Agatha: “Ayrıca Bülbül de onun yalan söylemediğini doğruladı.”


“Bu doğru mu?” diye soran Roland yatağın diğer tarafına baktı.


Bir süre sonra isteksizce: “Evet.” cevabı gelmişti.


“Asıl önemli olan onun yeteneği…” diye devam etti Agatha: “Isabella, Tanrı Gözü’nün İntikamı taşının oluşturduğu her bir kara deliğin eşsiz bir titremeye sahip olduğunu ve kendisinin de zıt bir titreme yaratarak taşa işlevini kaybettirebileceğini söylüyor. Belki de bu Büyü Avcısı’nın sırrını bulmanın anahtarıdır. Hatta ben Isabella’nın da bir tür doğal Büyü Avcısı olduğundan şüpheleniyorum. Tanrı Taşı ile büyülü güç arasındaki ilişkiyi çözebilirsek diğer cadılar da aynı şeyi yapabilecektir.”


Bunu duyan herkesin bir anda nefesi kesilmişti.


Çoğu için Tanrı Gözü’nün İntikamı taşı çözemeyecekleri bir kelepçeydi. Sırf o taşın kısıtlamaları nedeniyle onca zaman baskıya ve sürgünlere maruz kalmışlar, Kilise’den ve soylulardan bu taş yüzünden kaçmışlardı.


Roland çenesini okşayarak içinden: “Başka bir titremeyi iptal etmek için bir titreme yaratmak mı? Bu esasen bir dalganın temel özelliği… Yani büyülü güç de mi bir dalganın yayıldığı gibi yayılıyor acaba?” diye geçirdikten sonra: “Onu şimdilik tutun. Ben görene kadar beklesin.” dedi.


...


Gayet aşikârdı ki; Neverwinter'da Roland’ın güvenliğinden endişe edenler sadece cadılar değildi. Öğleden sonra; Barov, Demir Balta, Karl ve diğer üst düzey yetkililer haberi alarak birbirleri ardına kaleye gelmişlerdi. Herkes onu gördükten sonra rahatlamıştı. Özellikle de Belediye Yöneticisi Barov… Roland’a sarıldığında hafifçe hıçkırmıştı bile…


Daha yeni uyandığı için devlet işleri ve siyasi meseleler hakkında çok fazla şey sormak yerine onları sakinleştirmek için onlarla rahat bir şekilde sohbet etmişti. Koma nedeniyle yaşadığı uzun süren yokluk Neverwinter’dakileri panikletmişti. Şimdi yapılacak en önemli şey onları neşelendirmek ve herkese krallarının iyileştiğini duyurmaktı.


Akşam kalede görkemli bir şölen düzenlendi. Hemen hemen tüm belediye ve Birinci Ordu görevlileri mevcuttu. Yiyecek dolu masalar avluya kadar bile uzatılmıştı.


Roland ayrıca tüm vatandaşlar bu kutlamaya katılabilsin diye meydana sıcak yulaf ezmesi arabaları da yollatmıştı.


Yenilen akşam yemeğinden sonra yatak odasına gitti Roland.


“Bülbül…” dedi yavaşça…


Kimse cevap vermemişti.


“Bülbül…” diye tekrarladı: “Burada olduğunu biliyorum.”


Hala yanıt yoktu.


İç çekti, döndü ve dışarı doğru iki adım attı. Uzanınca Bülbül’ün orada durduğunu hissetmişti.


Bir anda sisin dışına çıkan Bülbül tam dizleri üstüne çökecekti Roland tutarak durdurdu onu…


Gittikçe gücü daha da yerine geliyordu Roland’ın…


Ama önemli olan bu değildi. Şiddetlice Bülbül’e bakıyordu. Bülbül tam ağzını açmıştı ki Roland söze girdi: “Suçluluk hissettiğini biliyorum. Ama bu senin suçun değil ve ben de artık güvendeyim. Daha fazla suçlama kendini… Anladın mı?”


“Agatha da söyledi bunu… Ama ben hala… Ah Majesteleri…”


Roland birden sarılmıştı Bülbül’e…


İlk defa kendisi sarılıyordu.


Buraya gelmeden önce birçok cümle hazırlamıştı. Ancak tam ağzını açacakken fikrini değiştirmişti. Bülbül’ün neye ihtiyacı olduğunu biliyordu.


Zero’nun ışık demeti kendisine isabet etmeden önce; Bülbül kendi güvenliğini düşünmeksizin Roland’ı kaçırmaya çalışmıştı. Zero’ya karşın Roland’ın önünde durduğu an, daha dün gibi aklındaydı Roland’ın… Bülbül o anda kendisini feda etmeye hazırdı Roland için... Böylesi bir kadından daha fazla ne bekleyebilirdi ki?


“Beni bekle…” diye fısıldadı Roland: “Her şeyi ayarlayacağım.”


“Nasıl her şeyi…”


Roland bu soruya cevap vermedi. Ama Bülbül’ün kendisini anladığından emindi. Hevesli hevesli nefes alıp vermesi de bunun en büyük örneği idi.


Sessizlik genelde görünmez bir yara olurdu.


Ve Roland da madem bunu görmezden gelemiyordu… O halde bu konuda sorumluluk almalıydı.


Her ne kadar bu sorumluluk dikenler arasındaki bir yoldan geçse bile…


Bülbül’ün yavaş yavaş kollarında rahatladığını hissediyordu. Nihayet tamamen rahatlayabildiğinde o eski güçlü Bülbül’e dönmüştü yine…


Biri tamamen savunmasız kaldığında tek bir söz yeterli olurdu.


Bu sayede beklentilerin boşa gitmeyeceği anlaşılırdı.


“Bekleyeceğim…” diyen Bülbül ağlıyordu.


Gözlerinden yağmur gibi akıyordu gözyaşları… Ama tüm üzüntüsü silinip gitmişti Roland’ın verdiği söz sayesinde…


Bu gözyaşları Roland'ın kalbini de kararlılıkla doldurmuştu.


Bülbül ayrıldıktan sonra o gece çok rahat bir uyku çekti.


Gözlerini açtığında o beyaz tavanı tekrar görmüştü.


“Eh… Yine bu berbat rüya…” diye geçirdi içinden…


Rüyadan nasıl uzaklaşacağını çoktan bildiği için bu sefer oldukça sakindi.


Hala ağrıyan ensesini kaşıyarak yatak odasından çıktı. O beyaz saçlı kızı mutfaktan dışarı tabakları taşırken gördü.


“Sonunda kalktın.” diyen kız kaşlarını çatmıştı: “Dün çıldırdın mı sen amca?”


...

Sizce Roland’ın Bülbül’e verdiği söz neydi? Bizim aklımıza bir şey geldi ama… Size de soralım dedik… İlerleyen bölümlerde göreceğiz.

Bu rüya mevzusu da biraz yalama oluyor gibi… Yazar bunu nereye bağlayacak çok merak ediyoruz, sonraki bölümlerde görüşmek dileğiyle…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!



 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44421 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr