Bölüm 592: Beklenmedik Bir Değişiklik

avatar
2075 30

Release That Witch - Bölüm 592: Beklenmedik Bir Değişiklik




Çevirmen: Lodos

Roland, cepheden gelen haberleri dinlerken ofisinde oturuyordu.


“Gümüş Şehrin… biiip… Asma köprüsü aşağı indi… biiip… Kilise’ye… biiip… Giriyoruz… biiip…”


“Anladım. Dikkatli olun.” diye yanıtladı Bülbül.


“Anlaşılan en fazla iletişim menzili bu kadarmış…” diyen Roland, haritayı yaydı ve Gümüş Şehrin üstüne bir daire çizdi: “Doğu ve Kuzey Bölgeleri ile doğrudan iletişim kurmak için şurada bir aracı istasyon kurmalıyız.”


Dinleme Mührü’ne sahip olduklarından beri Roland, uzaktaki durumları da tam olarak kontrol edebilmek için felaket bir takıntı edinmişti. Hızlı bilgi alışverişi onu modern çağlara geri götürmüş gibiydi. O anda kendisini bir komuta salonunda oturmuş savaşın her anını kontrol ediyormuş gibi hissediyordu.


Tıpkı geçerli menzilinden sonra takip edilemeyen İzleme Mührü gibi Dinleme Mührü de geçerli menziliyle kısıtlıydı. Bir mühür ile diğeri arasındaki mesafe fazlaysa ses, netliği ve stabilliğini koruyamıyordu. Komutlarını tüm ülkeye yayabilmek için Roland’ın; en az bir tane transfer istasyonuna ihtiyacı vardı.


“Ama mühür sayısı yeterli değil. Sadece dört çift yapıldı ve Diş Sökme Harekâtı gibi bir operasyon bile en az iki çifte ihtiyaç duyuyor. Bir şeytanı iki kez yakalamak kolay değil…” diyen Bülbül, dudaklarının arasına bir parça kurutulmuş balık yerleştirdi.


Roland da bu sorunu fark etmişti. Mühür yalnızca tek yönlü bilgi iletimi sağladığı için her iki tarafın da ikişer mühür taşıması gerekiyordu. Birisi bilgi yollamak diğeri bilgi almak içindi…


Ama bir taşıyıcı güvercin veya bir insan haberciye kıyasla son derece etkili olduğu kesindi.


Agatha'ya göre mühürler daha da geliştirilebilirdi.


Mühürlerin kalitesi, üretim sürecinde karıştırılan kanın büyülü gücüne bağlıydı. Örneğin Anna tarafından üretilen Dinleme Mührü daha iyiydi. İşlem esnasında Anna’nın kanı bir kıdemli şeytan kanı ile karıştığı için tek seferde tüm Gökhisar’ı kaplayacak kadar güçlü olan iki çift mühür yapılabilmişti.


“biiip… Yanlış giden bir şeyler var... biiip… Bir dakika bekleyin…”


Sylvie aralıklı olarak söylemişti bunları… Bunu duyan Bülbül ve Roland anında alarma geçmişlerdi.


“Safkan cadılar mı? Ya da hareket eden büyülü güç kara delikleri mi?” diye soran Bülbül, kurutulmuş balık parçasını yutmuştu aynı anda…


Safkan cadılara direkt saldırabilirlerdi. Ama ikincisi, ya Kilise’nin Tanrı Taşı giyen inananları ya da büyülü güce direnebilen Tanrı’nın Cezalandırma Orduları ile ilgilenmek zordu.


“Hayır… biiip… Tanrı Taşları’na dair… biiip… Hiçbir reaksiyon görmedim… biiip…”


“Tanrı Taşları yok mu?” diye soran Roland, kaşlarını çatmıştı.


“Hayır, Kilise’de… biiip… Bir şey yok… biiip…” Ses bir an duraksadıktan sonra devam edebilmişti: “Biz giriyoruz… biiip… Bodrum boş…”


Bülbül ve Roland suskun şekilde birbirlerine bakıyorlardı. Kilise’nin terk edilip edilmemiş olduğunu düşünüyorlardı.


“Bu mümkün.” diyen Roland, bir an üzülmüştü: “Ben çok temkinli davrandım.”


O an itibariyle Birinci Ordu ülkedeki en durdurulamaz kuvvet idi ve hiçbir soylu, doğrudan kralın ateş hattına dalacak kadar aptal değildi. Ancak bazıları hala Kilise’ye gizli mesajlar gönderebiliyordu. Kilise için; bütün malzemeleri toplayarak şehirlerden çekilmek çok doğal bir karardı. Uzun Şarkı ve Mağlup Ejder Sırtı Savaşları’ndan farklı olarak soylular bu savaşta yalnızca seyirci kalmayı tercih edeceklerdi yüksek ihtimalle… Roland Kızıl Su Şehri’ni ele geçirdikten sonra diğer şehirlerdeki kiliseler güvercinler aracılığıyla şu mesajı almış olmalıydı: ‘Prens Roland, Tanrı Gözü’nün İntikamı Taşları arıyor.’


“Orduyu üç gruba bölerek aynı anda üç şehre saldırsaydık hepsini alırdık.” dedi Roland.


“Biraz zor… Ne de olsa yalnızca Sylvie düşmanların pusularını görebiliyor. Bir grup güçlü safkan cadıyla karşılaşmaları halinde bile ağır kayıplar yaşanırdı. Senin kararın kötü değildi.” diyen Bülbül, Roland’ın ağzına bir parça kurutulmuş balık uzattı.


Bir an boş bulunan Roland, kurutulmuş balığı ısırdı: “Şimdi de beni teselli ediyorsun ha…”


Sinsice sırıtmıştı Bülbül: “Şimdi daha iyi hissediyor musun? Hissetmiyorsan omuzlarına masaj yapabilirim. Wendy insanı çok rahatlatacak bir masaj tekniği öğretti bana…”


“Wendy mi?”


Kaşlarını kaldıran Bülbül, söze girdi: “O çok yönlü bir insan. Sen de biliyorsun; Cadı Birliği çok uzun yollardan geçmiş ve çok acılar çekmiş bir topluluk. Kız kardeşlerimizle ilgilenen ve ekibi dengede tutan kişi Wendy idi. Kimse ondan daha iyi değildi. Eğer o olmasaydı Cara; öfkesi sayesinde etrafındaki herkesi uzaklaştırırdı.”


Bir süre çenesini ovuşturdu Roland. Şu anda ilgilenilecek bir hükümet meselesi yoktu. Birinci Ordu da başarılı bir şekilde Gümüş Şehir’e girmişti. Bunları göz önüne alınca bir mola vermenin zamanının geldiğini düşünmüştü.


Tam Bülbül’ün masaj teklifini kabul edecekti ki kollarındaki büyülü taşlar tekrardan aktifleşmişti.


Bu sefer ses, sanki kulaklarının dibinden geliyormuş gibi çok netti.


“Şimşek konuşuyor! Şimşek konuşuyor! Anlaşıldı mı?”


Cadılar hâlihazırda pek eğlenme fırsatı bulamadıkları için Roland, onların çalışmalara olan şevklerini artırmak ve kültürlerini zenginleştirmek adına onlar bazı hikâyeler anlatmıştı. Şimşek ise gökyüzünün pilotlar tarafından fethedilebileceğini duyduğundan beri pilotların o gelişmiş diline bağımlı olmuştu.


Ancak Roland ise bu şekilde iletişim kurmaktan dolayı biraz garip hissediyordu. Bülbül bir başka büyülü taş grubunu aktive ettikten sonra boğazını temizleyen Roland: “Anladım. Konuş lütfen…” dedi.


“Kar dağının arkasındaki kırmızı sis kayboldu... Hayır, kayboluyor!”


Roland ile Bülbül aynı anda haykırmışlardı: “Ne? Emin misin?”


“Evet. Maggie de burada. Ona sorabilirsiniz!”


“Kırmızı Sis gerçekten soldu!”


“Hayır, öyle değil. Önce ‘Maggie konuşuyor!’ deyip sonra rapor vermelisin.” diye araya girmişti Şimşek.


“Şu an neredesiniz? Şeytan Kasabası’na yaklaşmayın ve hemen geri dönün.” dedi Roland. Şimşek ve Maggie’nin içindeki keşif dürtülerini elinden geldiğince kontrol etmeye çalışıyordu. Meseleyi araştırmak için doğrudan Şeytan Kasabası’na uçarlar ve orada kıdemli bir şeytan ile karşılaşırlarsa başları gerçekten belaya girerdi.


“Anladım!” diye hızla cevap verdi Şimşek.


Bülbül’e bakan Roland emir verdi: “Agatha’yı getir. Neler olup bittiğini biliyorsa bir tek o biliyordur.”


Cadılar Büyü Avcısı’nı öldürdüğünden beri Roland, karla kaplı dağların arkasındaki şeytanları izliyordu. Kızıl Su Nehri’nin kaynağına dört beş sefer git gel yapan kömür taşıyıcı gemilerin her birinde bir haberci hayvan vardı. Ayrıca Roland, Şimşek ve Maggie’ye de olası bir şeytan saldırısına karşın karlı dağlar ile Gizli Orman arasında seferler yapmalarını emretmişti.


Ancak şeytanlar intikam almaya kalkışmamışlardı. Şimdi de kırmızı sisleri solup gidiyordu.


Agatha kısa bir süre sonra ofise gelmişti. Şimşek’in raporunu dikkatlice dinledikten sonra şaşkına dönmüştü: “Kutsal Birlik nadiren bir şeytan kasabasına yaklaşabilirdi. Ben de onların savaşlarda, hatta on yıllar süren mücadelelerde bile geri çekildiklerini hiç duymadım.”


“Şimdilik onları izlemeye devam edin.” diye son kararı vermişti Roland: “Belki kırmızı sis geri gelecektir. Dikkatli olmalıyız.”


Şimdilik herhangi bir cadının hayatını riske atmak istemiyordu.


----


Beş gün sonra Şimşek karlı dağların arkasındaki kırmızı sisin tamamen yok olduğunu bildirmişti.



...

Şu Dinleme Mühürleri kesinlikle çok iyiymiş! Daha geniş alanlara yayılsa çok daha iyi sonuç verecektir…

O kadar fetihlere falan odaklanmıştık bir anda şeytan kasabasında olanlara çevirdi yazar rotayı… Yalnız kırmızı sis nasıl kaybolabiliyor pek anlamış değilim. Yazar ileride sebebini açıklayacaktır kesinlikle…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr