Bölüm 548: Şeytanları Tuzağa Düşürmek

avatar
2767 28

Release That Witch - Bölüm 548: Şeytanları Tuzağa Düşürmek




Çevirmen: Lodos

Farsight, Wendy ve Sylvie'yi Dönen Deniz’e taşırken Şimşek ve Maggie de sepetin etraflarında geziniyor, gerektiğinde onları almak için bekliyorlardı.


Görevleri şeytan kasabasını araştırmak olmadığı için çok yüksekten uçmuyorlardı. Karlı dağları azıcık aştıkları anda Sylvie’nin kayalar ve uçurumların içerisinden bakarak Siyahtaş üstündeki Göz İblisi’nin görüşüne girmesi gerekecekti.


Agatha'ya göre Göz İblisleri insanları gerçekten ‘görmek’ zorunda değillerdi. Bir kere fark ettikten sonra düşmanlarını hissedebilir ve bulabilirlerdi. Kimse onlardan kaçamazdı. Ne görünmez olan bir kişi, ne de gökten inen ilahi varlıklar… Göz İblisleri, bu nedenle Kutsal Ordu’ya çok zayiat vermişlerdi.


Diğer bir seçenek de Göz İblisleri’ne bakmaktan kaçınmaktı. Ama Göz İblisleri kamp alanının en yüksek yerinde konumlandığı ve çok dikkat çektiği için bunu başarmak bir hayli zordu.


“Ne durumdasın, gördün mü?” diyen Şimşek hafifçe sepete doğru uçtu.


“Biraz daha yaklaşmam gerekiyor. Aksi halde çok iyi tutunamıyorum.” diyen Sylvie, gözlerini ovuşturuyordu. Büyülü gözü ile fiziksel engellerin içinden bakmak ona epey büyülü güce mal oluyordu. Onun görüşü de epey kısıtlıydı yani… Her ne kadar görüşünü tek bir çizgiye indirgemiş olsa dahi uçurumdaki parça parça kayaların ayrıntısı onun başını döndürüyordu.


“Görüyorum…” diyen Wendy bir rüzgâr çağırdı: “Bekleyin…”


Kayalar yavaş yavaş netleştikçe ince kırmızı sis de yavaş yavaş görüş alanlarına girmişti. Havası açık bir gün olmasına rağmen uçurumun etrafında hala bir sis bulutu vardı. Ancak son gördükleri zamana kıyasla rengi daha açıktı.


Sylvie gözlerini bir kez daha sis üzerinde sabitledi. Bu kez nihayet yoğun sisin ardından bazı kara parçaları görebilmişti. Kule şekilli birkaç uzantıyı seçebiliyordu. Manzara sanki ıssız bir kara parçası gibi görünüyordu…


Çok geçmeden en büyük Siyahtaş kulesini fark etmişti.


Geçen seferki rastgele saldırıya kıyasla bu operasyon dikkatlice planlanmıştı. Önce şeytanları korkutacaklar sonra da saldırmaları için onları çekeceklerdi. Her zaman enerjik olan Şimşek’in aksine Sylvie yalnızca sıradan bir hayat yaşamak istiyordu. Hiçbir şekilde bir kâşif olmak istemiyordu. Ama Tanrı İradesi Savaşı’nda yer almak kaderinde var olduğu için de her ne kadar savaşlardan nefret etse de yapacak bir şeyi yoktu. Nasıl zamanında Tilly’nin emriyle Sınır Kasabası’na Roland’ı kontrol etmeye gelmiş ve aradan geçen zamanın sonucunda da Majesteleri Roland’ın saldırı planlarını gözü kapalı kabul etmişse bu da öyle bir şeydi. Yok demeyecekti sadece… Zamanında Uyku Adası'ndaki tüm cadıların yararı için Roland'ı kontrol etmeye gelmişti. Ama şimdi Cadı Birliği ile beraber Majesteleri ve onun tüm krallığı için savaşıyordu.


Derin bir nefes alan Sylvie, görüşünü yukarı kaydırdı.


Bir anda yüzlerce gözbebeği girmişti görüş alanına! Siyah jöle benzeri canavar her zamanki yerinde oturuyordu. Vücudu sanki taştan fırlamış gibi kulenin tepesiyle kaynaşmıştı. Tüm gözlerini aynı anda Sylvie'ye çevirmişti! O siyah parıltılı gözbebeklerinin içerisine kendi yüzünü bile görebiliyordu Sylvie!


Bir anlığına vücudundaki tüm tüyler diken diken olmuş ve omurgasından aşağı bir ürperti inmişti.


Gücünü geri çeken Sylvie: “Geliyorlar!” diye son sesiyle haykırdı.


“Hadi gidelim!”


Hemen devasa bir şeytani canavara dönüşen Maggie, sepetin altında pozisyon almıştı. Sylvie, sepetten atlayarak sertçe Maggie’nin geniş sırtına oturdu. Şimşek ise Wendy’i sırtına alarak Puslu Orman’a doğru uçtu. Geçen seferki panik yaptıkları seferden farklıydı bu… Bu sefer tamamen hazırdılar. Plana göre Şimşek boş hidrojen balonunun yanına dönerek şeytanları tuzaklarına doğru daha da fazla çekecekti.


O esnada Sylvie de dönerek arkasına bakmıştı.


Uçurumun üzerinde beş siyah nokta görünmüştü. Bu sayı her ne kadar Agatha'nın tahmin ettiğinden yüksek olsa da yine de güvenli sınır içerisindeydi. Ama Sylvie, büyülü gözünün yardımıyla biraz olağandışı bir şey fark etmişti.


Beş düşmandan sadece dördü şeytani canavarlara binmişti ve ikisi normal Deli İblisler’den çok farklılardı. Ne büyük bir vücut yapıları ne de güçlü kolları vardı. Deli İblisler’in giydikleri gibi hayvan derileri ya da zırhlar giymiyorlardı. Ama gökkuşağı gibi parlayan renkli bir örtünün içindeydiler. Sylvie örtünün ilk başta ne olduğunu anlayamasa da örtünün altında çok sayıda engerek gibi şeylerin hareket ettiğini görebiliyordu.


Bu iki iblisin kafaları sıradan Çılgın İblisler’den daha büyüktü. Ancak gözleri ve burunları farklı değildi. Yüzleri ise Sylvie’nin şimdiye kadar gördüğü en ürkütücü şekilli yüzler idi. Hemen ortalarında kırmızı çizgilerden dolayı büyük bir yara gibi görünüyorlardı.


Gözlerini son şeytana çeviren Sylvie hayrete düşmüştü.


Şeytan ağır ama zarif bir zırh giymişti ve sırtında da ağır bir kılıç vardı. En ufak bir yavaşlığı falan yoktu ama yine de dört şeytanın arkasından geliyordu.


Yüzü tamamen bir kaskla kaplıydı. Çılgın İblisler’in normalde giydikleri kafatası kaskının aksine bu özel kask, zırhıyla mükemmel uyum içerisinde olan bir metalden yapılmaydı ve her iki tarafında da karmaşık desenler kazılıydı. İlk bakışta Siyahtaş kulelerine benzeyen birkaç keskin boynuz üstten dışarı çıkmıştı. Gözlerinin olması gereken kısım kırmızı ışıkla parlıyordu. Bu da iblisin korkunç ve saldırgan görünmesini sağlıyordu.


“Ne tür bir iblis bu?” diye düşünen Sylvie’nin kalbine bir korku inmişti. Agatha bu durumla nasıl başa çıkılacağını hiç söylemediği için orijinal planı takip etmesi gerekip gerekmediğinden emin olamıyordu. Çok huzursuz hissetmişti kendisini…


Wendy'yi ormanın derinliklerine kadar takip etti. Maggie'nin sırtından indiği anda altın renkli bir figürün havaya fırlayarak balona doğru muazzam bir hızla uçtuğunu görmüştü.


Şimşek’i durdurması imkânsızdı.


Biraz tereddüt eden Sylvie, Agatha'ya mutlaka haber vermesi gerektiğini hissetmişti. Maggie’nin kanatlarından tuttu ve: “Beni pusu alanına götür!” dedi.


“Ne oldu?” diye soran Wendy ona doğru yürüdü: “Birinci Ordu ile buluşmamız gerekmiyor mu bizim?”


Provalar ve taktik çalışmaları sırasında Wendy ve Sylvie’ye şeytanları pusuya düşürdükten sonra mümkün olan en kısa sürede ana savaş alanını terk ederek Birinci Ordu ile buluşmaları talimatı verilmişti. Çünkü ikisi de şeytanlarla savaşacak kadar güçlü değildi.


“Bazı garip şeytanlar gördüm.” diyen Sylvie başını salladı: “Düşmanlar sadece Çılgın İblisler’den oluşmuyor! Herkese söylemeliyim!"


“Ama pusu alanı oldukça büyük!” dedi Maggie: “Gitsen bile onları bulman biraz zaman alabilir.”


"Sorun değil. Sadece beni oraya götür.” diyen Sylvie, Maggie’nin sırtına atladı ve Wendy'ye döndü: “Sen nehir kıyısında ordu ile buluşmaya git! Ben hemen dönerim.”


...


Şimşek olabildiğince hızlı uçuyor, rüzgâr kulaklarında ıslık çalıyordu. Yeryüzünün, ormanların, nehirlerin ve plajların hızla küçülerek koyulaşmasını, çeşitli renk bloklarına ve çarpık çizgilere dönüşmesini izliyordu.


Şeytanlar ulaşamadan kendisinin hidrojen balonuna ulaşması gerekiyordu. Düşmanların dikkatini çekmek için aceleyle kaçıyormuş gibi davranması şarttı.


Uçsuz bucaksız okyanus yavaş yavaş onun görüş alanına girdiğinde çok geçmeden Farsight’ı görmüştü. Tabii şeytanları da… 


...

İşte bundan korkuyordum ben de… Bir şeyler illa ki ters gidiyor her seferinde… Bakalım bizim cadılar bu meseleyi nasıl halledecek?

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr