Bölüm 509: Kral Olmak

avatar
2792 17

Release That Witch - Bölüm 509: Kral Olmak




Çevirmen: Lodos

Saray zindanı Prens Roland için bir çocukluk kâbusuydu. Taş merdivenlerden aşağı inerken hisleri canlanıyordu sanki…


Anılarında dolaşmaya başlamış ve çok geçmeden bu korkusunun nedenini bulmuştu.


Bir gün Timothy, Gerald, Garcia ve küçük Roland'ı saray salonunun altındaki bodrumu beraberce keşfetmeye çağırmıştı. 12 yaşındaki Roland sonunda kardeşlerinin arasına katılma şansını elde ettiği için çok heyecanlıydı. Ancak sonrasında olacakları hiç beklemiyordu. Timothy muhafızlardan anahtarları çalmış, Ronald'ı bir hücreye kilitlemiş ve gülerek diğer kardeşleriyle beraber kaçmıştı.


Küçük Roland karanlık odada yalnız kalmıştı. Bir muhafız zamanında Roland’a ara sıra zindandan gelen bağırma seslerinin hayaletlerin çığlıkları olduğunu söylemişti. Dişleri korkuyla birbirine çarpan Roland, hayaletleri üstüne çekmekten korktuğu için sesli sesli ağlayamıyordu. Bunun yerine bir köşeye çekilmiş, başını dizlerinin arasına alarak kontrolsüz bir şekilde hıçkırmaya başlamıştı. Timothy, Gerald ve Garcia onun ne durumda olduğunu görmek için geri döndüğünde bütün yüzü sümük ve gözyaşıyla kaplanmıştı.


Bu olaydan sonra Prens Roland, sarayın bodrumuna bir adım dahi atmaktan hep korkar olmuştu. Ama şimdi anlıyordu o bağırışların hayaletlerden değil de bodrumda sorgulanan ve işkence gören mahkûmlardan geldiğini…


Timothy Wimbledon bodrumun en alt katındaki küçük bir hücredeydi. Dış ve iç şehirdeki hapishanelerle karşılaştırıldığında burası oldukça iyiydi. En azından fare ve hamamböceği yoktu, kötü de kokmuyordu. Aynı zamanda kuru ve temizdi. İşte küçük Roland’ın bir gece boyunca kapalı kaldığı hücre tam da bu hücreydi.


Durumlar ironik bir şekilde tersine dönmüş, Timothy ile Roland yer değiştirmişti.


Beklenmedik sesler duyan Timothy, sessizce duvara yaslanmış oturuyordu. Gözlerini açarak Roland’ı gördü.


Prens Roland'ın geçmişte en çok korktuğu kardeşi olan Timothy, tıpkı eskisi gibi görünüyordu. Wimbledon ailesinin diğer tüm evlatları gibi, gri gözlü ve gri saçlıydı. Babasının burnunu ve yakışıklı yüzünü almıştı. Saçları kısa ve kıvırcıktı. Çok andırıyordu Wimbledon III’ü… Ancak uzun ve dar gözleri meşalenin altında biraz korkunç görünüyordu.


Prens Roland daha önce kardeşinin gözlerine bakmaya hiç cesaret edememişti. Ama şimdi Timothy sadece çaresiz ve savunmasız bir yabancıydı.


Bir süre birbirlerine baktılar. Meşalelerden çıkan çıtırtılar haricinde hiçbir ses yoktu. En sonunda Timothy dayanamayarak saldırgan bakışlarına devam edememişti. Bir işe yaramayacağını fark etmişti herhalde... Gözlerindeki bakış değişmişti. Sanki… Sanki dehşete düşmüş gibiydi.


“Sen de kimsin?” diyen Timothy sessizliği bozan kişi olmuştu.


Kuru ve duygusal sesi bodrumda yankılanmıştı. Roland rahatlıkla korktuğunu anlayabilmişti. Tilly’ye kıyasla Timothy’nin, Prens Roland ile daha fazla yaşanmışlığı vardı. Roland’ın geçmişteki can sıkıcı ve pervasız davranışlarında çok büyük etkisi vardı Timothy’nin… Dolayısıyla bir şeylerin farklı olduğunu sezerek bu soruyu sorması gayet doğaldı.


“Ben Roland Wimbledon.” diyen Roland, yere çömelerek Timothy ile aynı seviyeye geldi ve gözlerine baktı: “Beni hatırlayamıyor musun yoksa?”


“Hayır. Sen o değilsin.” diyen Timothy’nin sesi titriyordu: “O bana asla böyle bakamazdı. O gözlerimin içine doğrudan bakmaya cesaret edemezdi.” dedikten sonra ağır bir nefes aldı ve devam etti: “Ben biliyorum... Sen gerçek Şeytansın! Krallığımı çalmak için vücut bulmuş haldesin!”


Roland, Timothy gibi ölümü yakın olan bir adama açıklama yapmak istemiyordu: “Öyleyse ne olacak? Sen kendini şeytanlardan daha mı iyi sanıyorsun? Babamızı öldürdün. Masum ağabeyimize tuzak kurdun ve gasp ettiğin tahtı elinde tutmak için onu idam ettin. Babamızın en çok nefret ettiği şey olan Kilise ile işbirliği yaptın. Masum insanları Prenses Garcia'nın bölgesine saldırmak için zorladın. Sadece bir yıl içinde birçok şehri fethettin ve yok ettin! Bütün Krallığı kaosa sürükledin ve insanları evinden ettin! Şeytanlar bile yapmazdı bunu!”


Timothy aceleyle çıkıştı: ''Hayır! Babamızı ben öldürmedim o kendini öldürdü. Tıpkı senin gibi şeytanlar tarafından kontrol ediliyordu!''


“İntihar mı?” diye soran Roland, kaşlarını çatmıştı.


“Evet! Her zamanki gibi yatağında yatıyordu. Yüzünde bir gülümseme ile kalbine bir hançer sapladı!”


“Cadılar değil miydi?” diye sordu Roland.


“Hayır. Tanrı Gözü’nün İntikamı giyiyordu! Kahretsin!” diyen Timothy, kısık bir sesle bağırdı: “Bir anda olup bitti ve ben de hiçbir şey yapamadım!”


Roland kendisine hafifçe başını sallayan Bülbül’e baktı.


“Bağlı büyü türünden bir cadı olmalı. Büyüsünü bir kere yaptıktan sonra Tanrı Gözü’nün İntikamı’ndan etkilenmemeli…” diye düşündü Roland: “Diğer cadılara kıyasla Kilise’nin safkan cadıları krala yaklaşma fırsatına daha kolay ulaşabilir.” Tam o sırada yaklaşık yarım yıl önce mültecileri tahliye ederken olan olayı hatırlamıştı. Bir cadı görünüşünü değiştirerek Wendy’ye suikast düzenlemek için kampa sızmıştı. Bu olay Kral Wimbledon III'e olanlara bağlandığında cevap ortaya çıkıyordu.


Bu olaylar Kilise’nin başının altından çıkıyorsa eğer; ülkeyi kaosa ve karmaşaya sürükleyen varis olma yarışının sebebi de açıklığa kavuşmuş olurdu. Ama Roland’ın bu şüphelerini doğrulayacak birisine ihtiyacı vardı. Kral Şehri’nin başrahibinden bir şeyler çıkarabileceğini düşünüyordu.


“Ancak bu Gerald'ı suçlamanın ve savaşı her yere yaymanın gerekçesi olamaz.” dedi Roland: “Kilise ile komplo kurdun ve çılgın ordulara sahip olmak için çılgınlık haplarını kullandın. Bundan dolayı kaç insanın öleceğini hiç düşündün mü?”


“Ben hapları kullanmasaydım Garcia'nın da kullanmayacağından nasıl emin olabilirdim? Eğer beni ilk başta meşru kralları olarak tanısalardı neden onları acımasızca yok edeyim ki?” diyen Timothy, sürünerek parmaklıklara tutundu: “Ve bütün bunların senin gibi bir iblisle ne alakası var? Benimle nasıl uğraşmak istiyorsun?”


“Suçlarını ifşa etmek, seni yargılamak sonrasında da giyotine göndermek istiyorum. Gerald’a yaptıkların gibi yani… Ancak şu fark var; Sen öyle büyük suçlar işledin ki… İdam bile adaleti sağlamaz!”


“Hayır! Beni öldüremezsin! Senin gibi Şeytanlar asla ön planda duramazlar. Güçlü tanrılar seni yok eder. Gökhisar Krallığı’nı istiyorsan bana dayanmalısın!” diye bağırdı Timothy.


“Tanrılar mı?” diye soran Roland sırıtmıştı: “Kilise’yi mi kastediyorsun sen?”


“Onları tanımıyorsun! Ellerindeki gizli güçler… Anlaması zor şeyler... İnanılmaz şeyler var… Babam da notlarında o inanılmazlıklardan bahsetmiş. Kilise’ye karşı gelmeme kararını verme sebebi onlar zaten!” diyen Timothy, bağıra bağıra konuşuyordu: “Haplar onların zor yöntemlerinden sadece bir tanesi! Eğer kimliğin ortaya çıkarsa senin için bir kaçış olmaz!”


“Hayır Timothy Wimbledon… Düşündüğünden çok daha fazlasını biliyorum. Önümdeki yol hakkında da çok net fikirlerim var. Zor bir yol… Ve insanları parlak bir geleceğe götürme yeteneğine sahip değilsin sen…” diyen Roland, yavaş konuşuyordu: “İşlediğin suçlardan ötürü hayatın sona ermeli… Ama endişelenme… Cehenneme gidecek tek kişi sen değilsin sonuçta…”


Bu sözleri de söyleyen Roland ayağa kalktı ve arkasına bile bakmadan hapishaneden çıktı. Timothy ise tekrardan ağlamaya başlamıştı. 



...

Tamam, Roland’ın gençliği ve küçüklüğü de harika değildi ama kardeşlerinin bu yaptıkları biraz kötü olmuş.

Bölümün genelinde ise kardeşler arasında bir çekişme görüyoruz. Her ne kadar Timothy, Roland’ın gerçek kardeşi olmadığını bir nebze anlamış da olsa… Şu an elimizde olmadan üzüldük biraz Timothy’ye… Neyse… Bakalım ilerleyen bölümlerde neler olacak?

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr