Bölüm 506: Kimse Kaçamaz

avatar
2867 17

Release That Witch - Bölüm 506: Kimse Kaçamaz




Çevirmen: Lodos

Bir anda sokakta bir toz ve kül bulutu fırlamıştı havaya… Atış sesleri başladığı anda düşmanlar oldukları yerde kalakalmışlar ve bir anda kan torbalarına dönmüşlerdi. Yoğun mermi yağmuru uyuşturulmuş askerlerin ileri doğru hareketlenmelerini engelleyen görünmez bir duvar gibiydi.


“Süper!”


“Ölün canavarlar! Geberin!”


Nail heyecan içinde ellerini sıktı. Düşman zırhlarından ağır makineli tüfeklerin atışları sonucu kıvılcımlar patlıyordu. Altıpatlara kıyasla ağır makineli tüfekler çok daha verimli ve güçlüydü. Kafaya veya göğse tek bir atışla adamı öldürebiliyorlar ve kolayca diğer organlarda ciddi yaralanmalara neden olabiliyorlardı. Bir altıpatlar ise birisinin saldırısını zar zor engelleyebiliyordu. Hepsinden iyisi ise ağır makineli tüfeklerin her atışı arasında bir aralık olmamasıydı. Birkaç atış hedefi kaçırsa bile bir şekilde sonraki atışlarda isabet bulunuyordu.


Namludan beyaz iplikler şeklinde dumanlar çıkıyor ve atış sesleri her yerde yankılanıyordu. Ağır makineli tüfeklerle rekabet edemeyen çılgın ordu panik içinde geri çekildi. Geride çok sayıda ceset bırakmışlardı. Mermilerin isabetinden kritik yaralar alanlar inleyerek ve ağlayarak zemine serilmişlerdi. Savaş kabiliyetlerini tamamen kaybetmişler, daha fazla hasar almamak için uzağa sürüklenmeye çalışıyorlardı. Nail onların gözlerindeki dehşeti görebilmişti.


Birlik lideri: “Silahlar havaya!” diye bağırdı.


Az önce önünde vücudu yarıya kesilmiş arkadaşını düşünen Nail, hiçbir tereddüt etmeden serinkanlı bir şekilde silahını kaldırdı.


Yol temizlendikten sonra ordu nihayet ilerlemeye başlamıştı.


Beş komando saray kapısına geldiğinde eğitimde öğrendikleri gibi hemen bir atış alanı oluşturdular. Aynı zamanda sokaklardaki hareketleri de izliyorlardı. Düşmanlardan gelecek bir pusuyu önlemek için iç şehri almaktan sorumlu olan ordu üç kola bölünmüştü. Her bir kol üç ana caddeden birinde yürüyecek ve bir diğer kol için bir kanat görevi görecekti. Bu şekilde de Birinci Ordu her yönden gelen düşmanlara karşı savunma yapabilecekti.


Ancak Nail, gerçek savaşın eğitimden çok daha karmaşık olduğunu fark etmişti. Güney caddesi alevler tarafından yutulmuştu ve geçmeleri neredeyse imkânsızdı. Öte yandan kendi birliği de enkazdan dolayı engellenmiş ve savaş devam ettikçe daha da çok dağılmıştı. Bu arada askerler karşılaştıkları karşı saldırıların baskısı altında boğulmuş ve Bayan Şimşek’ten gelecek bayrak sinyallerine dikkat edemez olmuştu. Nail’in kolunda olması gereken bir komando kayıptı ve iç şehirde her yerden bir silah sesi geliyordu.


Neyse ki toplama yerine gelen ilk kol onlardı.


Bir saat sonra diğer kollar da birbirleri ardına gelmişlerdi. Arkalarından da saha topçuları geliyordu.


Sıcak hava balonu bir kez daha sarayın üstünde görünmüştü. Dört bomba bahçe duvarını ve demir kapıyı yere yıkarken müstahkem kalenin son fırtınası başlamıştı.


*******************


“Ekselansları! Çoktan saray kapısındalar! Lütfen! Hayatınız için kaçın!” diyen imparatorluk muhafızı Osborne, endişeli bir şekilde bağırıyordu: “Geriye çok vakit kalmadı!”


Timothy sessizce yatağının başında oturuyordu, tamamen hareketsizdi. Burası tam olarak babasının yıllar önce kendi hayatını aldığı yerdi. Şimdi sıra Timothy’ye geçmiş gibi görünüyordu.


En büyük rakibi olan Prens Gerald’ın gücünü ele geçirmiş, onu Kral Wimbledon III’ün ölümünde günah keçisi yapmış ve tahta çıkmıştı. Kral olduktan sonraki bir sene içerisinde kuzey ve doğuyu başarıyla birleştirmiş, Garcia’yı sürgün etmiş ve kısa sürede ülkedeki en güçlü adam olmuştu.


Batıyı da işgal ederek tüm Gökhisar’ı birleştirmesinin an meselesi olduğunu düşünmüştü. Ancak durumun aniden bu kadar kötüleşmesini beklemiyordu. Öyle kötüleşmişti ki tamamen hazırlıksız yakalanmıştı.


İlk olarak çılgın ordu Sınır Kasabası’na saldırmış ama başarısız olmuştu. Sonrasındaki beklenmedik patlama güvenini daha da sarsmıştı.


Sadece üç günlük bir zaman diliminde tüm avantajları ortadan kalktı.


Kızıl Su Şehri’nden mesajı aldığında hazırlanmak için sadece üç gününün olacağını hiç düşünmemişti. Kuzeyde karlar daha erimemişti. Çiftçiler daha ekin işleriyle uğraştığı için de askerliğe başlayamazdı Timothy... Hemen yardım için doğu bölgesindeki yeni Dük'e bir mektup göndermişti. Ancak Dük'ün mektubu daha yeni almış ve hala okuyamamış olması daha yüksek bir ihtimaldi.


En nihayetinde bir telaş içinde düşmanlarına karşı savaşmak zorunda kalmıştı Timothy. Kral Şehri’ndeki şövalyeler, paralı askerler, devriye ekipleri ve yakınlardaki soyluların muhafızları ve yaverleri de dâhil olmak üzere birçok iyi eğitimli savaşçının yardımına sahipti. Ama bütün bunların yanında o çok inandığı surlar, savaşın ilk gününden çökmüştü.


“O**spu çocuğu!” diye haykıran Timothy aniden komodinin üzerindeki şamdanı alarak tüm gücüyle yere fırlattı: “Seni şerefsiz piç seni! Cadılarla işbirliği yapıp şeytanlara teslim olmadıysan beni nasıl yenebilirsin!?”


“Ekselansları!”


“Evet, şeytanlar!” diyen Timothy’nin öfkeli sesinde bir titreme vardı: “Kilise tamamen saçmalık! Cadıları öldürmeye söz verdiler! Ama bunun yerine Roland Wimbledon'u rahat bıraktılar! Cadıların yardımı değilse ateşli silahlarını benimkinden çok daha güçlü yapan başka ne olabilir? Nasıl oldu da gökten kolayca saldırabildi? Benim çok daha fazla işçi ve simyacım var ve ondan yüzlerce kat daha zenginim! Bunların tek bir olası açıklaması var: Cehennemdeki şeytanlar ona yardım ediyor!”


O sırada sarayın altında iki patlama olmuş ve pencereler titremişti. Dışarıda belli belirsiz bağırışları duyuyordu. Bu, muhafızlarının düşmanı tutmak için verdikleri son direnişin sesiydi.


“Hayır! Ben ölemem!” diye düşündü Timothy: “İntihar edersem iyilik yapmış olurum! Cehenneme gitmesi gereken kişi kardeşim!”


“Gizli tünele girelim.” diyen Timothy, ayağa kalkmaya çalıştı. Ancak bacakları öylesine titriyordu ki ağırlığını bile taşıyamıyordu.


“Emredersiniz Ekselansları!” diyen Osborne, rahatlayarak içeri girmiş ve Timothy’ye destek vermişti. Sırtına alarak kapıdaki muhafızlara seslendi. Hep beraber ocağa doğru yürüdüler.


Gizli tünelin hem bir tuzak kapısı hem de bir sabit kapısı vardı. Sabit kapı kapatıldıktan sonra tünelin girişi kalıcı olarak bloke olmuş olacaktı. Yeraltı labirenti Tanrı Gözü’nün İntikamı taşları ve gizli tuzaklarla doluydu. Tünelin yapısının karmaşıklığı nedeniyle Timothy tam olarak keşfedebilmiş değildi burayı. Bu tünelin saraydan önce bile burada var olması mümkündü.


Altı kişilik grup tüneldeki geniş salona geldiğinde, Timothy durmalarını ve dinlenmelerini emretti. Zaten kaçmak için fırsat kolluyorlardı.


Tünelin birçok çıkışı olsa da en uzak olup dış şehre götüreni güpegündüz kullanmak çok riskli olurdu. Timothy, Roland'ın gökyüzüne barut çıkarabilecek bir cadısının olduğunu çok net bir şekilde öğrenmişti geçmişte…


En güvenli seçenek tünelden çıkmadan önce etrafın karanlık ve sessiz olmasını beklemekti. Tünel, Tanrı Gözü’nün İntikamı taşları tarafından tamamen korunuyordu. Yani içeri cadıların gizlice sızması imkânsızdı.


“Ekselansları! Gece yarısına kadar yola çıkmayacağımıza göre lütfen burada biraz kestirin.” diyen imparatorluk muhafızı sandıktan bir battaniye alarak yere serdi.


Timothy uzandı. Nemli, küflü battaniyenin kokusunu almak kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Endişeli ve kaybolmuş hissediyorken uykuya dalması biraz zordu.


“Şimdi nereye gitmeliyim? Kuzey Bölgesi mi yoksa Doğu Bölgesi mi?” diye düşündü.


Her iki bölgede de onu destekleyen soylular vardı ve oradaki Dükler de yeni atanmışlardı. Ama acaba Kral Şehri'nin düştüğünü öğrendiklerinde hala eskisi kadar itaatkâr olurlar mıydı?


“Yoksa Kilise’ye mi gitsem?” diye geçirdi içinden.


Yardım için Kilise’ye gitme fikri aklına geldiği an bir daha ayrılmayacak gibi zihnine yapışmıştı. Her neyse… O soyluların büyük çoğunluğu dalkavuktu. Kardeşinin cadılarla işbirliği içinde olduğunu bilseler bile tıpkı Uzun Şarkı’daki soylular gibi Roland’ı kollarlardı. Ama Kilise… Kilise’nin tek bir cadıya tahammülü yoktu. Bir sürüsünü yanında barındıran bir soyluya tahammülleri ise hiç olmazdı.


Her ne kadar bu Kilise alçakları kibirli ve aptal insanlar olsa da en azından Şeytanlar ile işbirliği yaparak onların güçlerini Gökhisar’a yaymıyorlardı.


Kilise onu destekleyebilseydi babasının krallığını feda etmeyi bile düşünebilirdi Timothy…


Pes etmeyecekti… Roland Wimbledon'u giyotine gönderip o lanet cadılara işkence edene kadar asla pes etmeyecekti!


Loş meşale ışığının altında Timothy kararını vermişti.


Gece yarısından sonra ekip tünelin en uzun kolu sayesinde Kral Şehri’nden kaçmıştı.


Tünelden çıkarak sessizce şehrin eteklerinde ilerlemeye koyulmuşlardı. Ancak daha yarım mil ilerlemeleri gerekiyordu. Tam o esnada etraflarında yüzlerce meşale yanmıştı.


“Ekselansları! Kaçın…” diyen Osborne'un bir anda nutku tutulmuştu sanki…


Herhangi bir açıklamaya gerek yoktu. Anlaşılan; düşmanlar her şeyi daha önceden planlamışlardı. Mükemmel bir pusu kurarak altı kişilik ekibi kuşatmışlar ve kaçabilecekleri herhangi bir boşluk bırakmamışlardı.


Timothy'nin kalbini bir ürperti kaplamıştı. Kaçamayacağını anlamıştı…


...

Sarayda büyük bir panik havası var. Ee… Bi zahmet olsun yani… Yazar Timothy’nin yaptıklarını bir kez daha anlatarak Roland’ın ne kadar haklı olduğunu tekrar göstermeye çalışmış. Sanırım Roland dünya üzerindeki her okuyucunun isteklerini duymuş da Timothy’ye ona göre saldırıyor!

Timothy de kaçamayacağını anladı. Bakalım sonraki bölümde neler olacak? Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44250 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr