Bölüm 482: Zero’nun İsteği

avatar
3329 9

Release That Witch - Bölüm 482: Zero’nun İsteği




Çevirmen: Lodos

Gizli Tapınak’ın üst bölgesi dairesel kütüphaneyi gündüz kadar parlak yapan düzinelerce büyülü taşla donatılmıştı. Buranın yeraltında olduğu kolaylıkla unutabilirdi…


Bu alan Hermes Katedrali’nin yer üstündeki Babil Kulesi’ne eşdeğerdi. Zero’nun en sevdiği yerdi. Tüm Gizli Bölge’yi pencereden rahatlıkla görebiliyordu. Tanrı Gözü’nün İntikamı taşının sütunları üstünde hareket eden figürleri görmüş ve bunca hayatın kendi kontrolünde olmasından dolayı sevinmişti. Sanki Tanrı’nın Krallığı’nın Lordu o idi, diğerleri de o krallığı inşa eden askerlerdi…


Boş zamanı olduğunda raftan Kutsal Birlik’in tarihini ve sırlarını anlatan bir kitap alarak pencerenin yanında okumaya geçerdi. Tabii yanında muhakkak bir fincan öksürükotlu siyah çay da bulunurdu.


Papa olduktan sonra Zero aslında daha da rahatlamıştı. Yaklaşan Tanrı İradesi Savaşı hakkında endişelenmiyor, aksine sabırsızlıkla o savaşı bekliyordu. 200 yıldan fazla süredir yaşayınca hayat epey tatsızlaşıyordu. Rakipsiz oldukları söylenen Kıdemli Şeytanlar heyecanlı ve rekabete değer varlıklar olabilirdi: “Acaba onları Ruh savaşı alanına çekersem orada da öyle korkusuzu ve dehşet verici olabilecekler midir?” diye düşündü.


Her ne olursa olsun daha bu savaşa yıllar vardı. Zaman geçirebilmek için kendisine farklı bir hedef belirlemesi gerekiyordu.


Zero’yu endişelendirebilecek çok az kişi vardı. Roland Wimbledon onlardan biriydi. Şimdiye kadar dikkatini çeken tek ölümlü oydu…


Herkes tarafından küçük görülmüştü. Ancak veliaht seçimlerinde küçük topraklarıyla beraber diğer iki adaya karşı çok iyi mücadele etmişti. Bu çok nadir olabilen bir şeydi. Zero bunların da dışında Garcia’nın anılarında çok ilginç şeyler bulmuştu.


Berrak Su Kraliçesi zamanında Prens Roland’ın yanına zehir vermesi için bir hizmetçi yerleştirmişti. Ama zehir tamamen başarısız olmuş, öfkeli Garcia da zehri yapan simyacıyı öldürmüştü. Devamında Zero, anılarındaki tarife göre bu zehri Gizli Bölge’de yaptırmıştı. Çıkan ürün ise, tıpkı Garcia’ya söz veren simyacının anlattığı gibiydi. Kokusuz, renksiz, suda çözünebilirdi. En önemlisi de vücuda girdikten sonra tedavisi imkânsızdı. Ölüm kesindi…


“Yani… Acaba hizmetçi mi Garcia’yı kandırdı? Yoksa şu andaki Roland Wimbledon önceki Roland Wimbledon ile aynı kişi değil mi?” diye düşünen Zero, edindiği bilgilerden yola çıkarak ikinci ihtimali daha güçlü görüyordu: “Burada asıl soru şu olmalı: Eğer o kişi Prens Roland değilse, kim? Neden kimse onun kimliğinden şüphelenmedi daha önce?” diye düşünüyor ve gittikçe daha da içine çekiliyordu bu sorunun… Tek başına bütün halkının sevgisini kazanmış, batıdaki güç dengelerini değiştirmiş ve Kilise’nin elçi grubu ile çıldırmış ordularını bir anda yeryüzünden silmişti. Böyle bir adamın küçük bir bölgenin Lordu olarak kalması çok yazık olurdu…


Yani Roland Wimbledon’un Kilise’nin bir parçası olması şarttı. Başka bir deyişle; Zero’nun bir parçası olması şarttı… Zero elinde olmadan dudaklarını yaladı. Zaten saldırı şekillerini ve sıralarını değiştirmesinin sebebi de buydu. Tahminlerinin doğru olması halinde Gökhisar’ı fethetmesi halinde eline geçecek faydalar sayısızdı.


Ama elbette Roland Wimbledon, büyük otoriteye sahip bir Lord olarak savaşlarda safların arkalarında yer alacaktı. Zero’nun onu bir şekilde öne çekmesi lazımdı.


Zero tam safları geçerek nasıl Roland Wimbledon’a erişeceğini düşünüyordu ki; Isabella kapıyı açarak içeri girdi.


“Toplantı bitti mi?” diye sordu Zero.


“Evet.” dedikten sonra boynunu ovuşturdu Isabella: “Sen şanslısın. Burada oturup bütün gün çay içerek o yaşlı adamlara yalan söylemek zorunda kalıyorum… Hayır, sadece bir yaşlı adam… Diğer ikisi deli…”


“Bu yalan söylemek değil ki… Kilise’nin çıkarlarını korumak…” diyen Zero, omuzlarını silkti: “Her ne kadar Kilise’nin çekirdeği cadılar olsa da bu adamlar olmadan nihai hedeflerimiz için yeterli kaynağı toplayamayız.”


“Her neyse…” diye esnedi Isabella: “Saldırı için yazın ikinci ayına kadar beklememiz gerekiyormuş. Bu bile iyi bir tahminmiş…”


“Çok uzun bir süre değil, çok kısa da değil… Beklemek işkence gibi olacak. Ama elimize geçen ödül de fazla olacak…” diye düşünen Zero, söze girdi: “Hap üretimi ne durumda?”


“Şu anda depoda yaklaşık 300.000-400.000 hap var.” dedi Isabella: “Sen gerçekten tüm sivilleri şeytanlara karşı savaşa göndermeyi mi planlıyorsun? Milyonlarca insan… Kaynaklar tamamen tükenir… Bir de…” 


“Bir de ne?”


“Bir de… Kazanamayabiliriz.” diyen Isabella, başını iki yana salladı: “O kadar çok insan var ki… Onları nerede konumlandırırsak konumlandıralım illa ki problem çıkaracaklardır… İlk hapları aldıktan sonra günlerinin sayılı olmasından ve zamanlamayı tutturamamamızdan bahsetmiyorum bile… Çok azına hap verirsek bir işe yaramazlar, çok fazlasına verirsek de israf olmuş olurlar… Şeytanların hepsi aynı anda saldırsalar ve onları yensek bile bu insanlar bir daha savaşamazlar.”


“Anlamıyorsun.” diyen Zero, ayağa kalktı. Büyük bir masaya yürüyerek üstündeki örtüyü kaldırdı. Vahşi arazilerin haritası çıkmıştı ortaya: “Çılgın orduları zaten Hermes’i korumak için kullanmayı hiç düşünmüyorum. Son savaşın yapılacağı lokasyon Bereketli Ovalar’da olmalı… Kutsal Taquila Şehri’nin harabelerinde olacağını düşünüyorum. Bize en yakın yer orası çünkü…” diyen Zero, haritada bir yerleri işaret ederek anlatıyordu. 


“Sen… Saldırıyı başlatan taraf mı olmak istiyorsun?” diye soran Isabella, şok içindeydi.


“Maalesef zamanımız yok.” diyen Zero, bir an duraksayıp devam etti: “Şeytanları tamamen yeryüzünden silmek gibi bir şeyi hiç hayal etmedim zaten… Kutsal Kitap, yalnızca Kanlı Ay geldiğinde cehenneminin kapılarının açıldığını ve şeytanların siyah kuleler inşa edebildiğini söylüyor. Ama o kuleler inşa edilmiyor. Aksine… Büyüyor...”


“Sen o kulelerin canlı varlıklar olduğunu mu söylüyorsun?” diye tereddütle sordu Isabella.


“Bu bilgi sadece Kutsal Birlik’in üç şefinin kişisel notlarında geçiyor… Şeytanların genişlemeleri siyah kulelerin kırmızı sis üretme kabiliyetlerine bağlı… Ve şu anda da bu kuleler Tanrı Gözü’nün İntikamı taşı damarlarına yakın bölgelerde bulunuyor. İkinci Tanrı İradesi Savaşı’nın başında bir olağanüstü bir birliği yöneterek yeraltındaki kırmızı sis alanına yaklaşmış… Şaşırtıcı bir şeyle karşılaşmışlar… Muazzam bir canavar, kulenin altında acıdan kıvranıyormuş. Vücudu Taquila Kulesi’nden bile daha büyükmüş…” diyen Zero, yavaş yavaş konuşuyordu: “Bu devasa canavar Tanrı Gözü’nün İntikamı taşlarını öğütüyor ve onları kırmızı sis üreten siyah kristallere dönüştürüyormuş. Hatırlarsan Şeytanların Tanrı Gözü’nün İntikamı taşlarını büyülü taşlara dönüştüren Kaos Canavarları vardı… Böyle bir canavarın olması da çok mantıksız değil yani…”


Isabella ağzını açtı ve biraz bekledikten sonra tükürdü: “Bu iğrenç!”


“Ne yazık ki kuleler bir kez oluştuktan sonra yapılacak küçük şaşırtmacalı saldırılar etkisi olacak. Yani elimizdeki en iyi ihtimal; onlara direkt saldırmak… O kulelerin ne kadar sürede yerden çıktıklarını bilmiyorum. Ama bir gecede olmayacağı da kesin... Bu sürede şeytanlar kırmızı sisi yalnızca yedek kaynaklar sayesinde taşıyabilir. Güçleri de sınırlı olacak haliyle… Çılgın orduları şeytanları yenmeleri ve Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu’na yol açmaları için kullanmamız lazım. Ki bu sayede Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu da yeraltı canavarlarını öldürebilsin…” diyen Zero, çok inançlı bir sesle konuşuyordu: “Eğer şanslıysak bir 400 yıl daha yaşarız…” 









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr