Bölüm 447: Biçici

avatar
2966 12

Release That Witch - Bölüm 447: Biçici




Çevirmen: Lodos

Ayt korkudan felç olmuştu. Çaresizce canavara baktı. Canavar da başını çevirmiş ona bakıyordu. Dişleri görülebiliyordu…


“Rahat ol. Seni yemeyeceğim.” diye kirli bir insan sesi çıkmıştı canavardan. Bu Ayt’ı daha da korkutmuştu.


Canavarın sırtından atlayan bir kadın da Bronzehill'e doğru yürüdü. Kontrol ettikten sonra canavara döndü ve: “Bu yaşıyor Maggie. Hemen Nana’ya götür bunu…” dedi.


Canavar kadının ne dediğini anlıyor gibiydi. Bronzehill’i pençeleriyle alarak tekrar havalandı. Kanat çırpmaları bir anda etrafta güçlü bir rüzgâr estirmişti. Ayt, gözlerini kapatmak zorunda kalmıştı. Rüzgâr bittikten sonra gözlerini açtı. Hiçbir şey yoktu ortada… Sanki hepsi bir rüya idi…


“Bu bir rüya değil... Kadın hala burada…” diye düşündü.


Karanlıkta kadının figürünü belli belirsiz görüyordu. Etrafta hiç ışık yoktu. Ama kadının gözbebekleri yıldızlar gibi yanıp sönüyordu.


“Sen… Sen…”


“Ben sana yardım etmek için buradayım…” dedi kadın. Bu cevap Ayt’ı çok şaşırtmıştı.


“Ne?” diye soran Ayt bunun, en az bir rüya kadar mantıksız olduğunu düşünüyordu: “Bana yardım etmek için mi buradasın?”


"Evet. Beni buraya Majesteleri Roland gönderdi.” diyen kadın çömeldi. Cesetlerden bir kılıç çıkardı ve üstündeki kanlara ve et parçalarına aldırmadan sağ sola salladı.


Bunu gören Ayt’ın midesi kalkmıştı. İki kez öğürmesine rağmen acı su haricinde bir şey kusamamıştı. Tam o sırada surlarda başka bir savaş çığlığı daha yankılanmıştı. Canavardan korkan düşmanlar geri çekilmişlerdi. Ama uçtuğunu görünce tekrar ortalığı karıştırmaya çalışıyorlardı.


"Majesteleri tarafından derken… Yani Sınır Kasabası’nın Prensi’nden mi bahsediyorsun?” diye soran Ayt, eliyle ağzını sildi.


“Ondan başka Majesteleri Roland mı var?” diye soran kadın diğer bir cesetten daha bir kılıç çekiyordu. Bunu gören Ayt, hemen başını çevirdi.


“Ama Sınır Kasabası’ndan buraya gelmek en az üç gün sürüyor… Majesteleri isyanı nasıl bu kadar çabuk öğrendi?” diye soran Ayt, sertçe yutkundu: “Ve canavar da şimdi...”


“O bir canavar değil. Buraya seni kurtarmaya gelen bir cadı.” diyen kadının, ses tonu soğumuştu: “Tüm sorularına yetecek vaktim yok. Sessiz ol…”


Bu sefer onlara doğru ateşlenen hiçbir kurşun olmadığı için düşmanlar kolayca surlara çıkmışlardı. Meşaleleri yakıp etrafı aydınlattıkları anda da önlerindeki kadını görmüşlerdi.


Çok geçmeden sessizliği kötü bir kahkaha bozmuştu.


Ayt, bu kahkahanın ne anlama geldiğini biliyordu.


“Tetikte olun… Bize tuzak kurmalarına izin vermeyin…”


“Merak etmeyin Lordum… Hallederiz. Ama sonrasında…”


“Benim işim bittiğinde kadını sana bırakırım…”


“Teşekkür ederim Lordum…”


“Ç-Çabuk buraya gel…” diyen Ayt ayağa kalkmak için mücadele ediyordu. Ama o sırada yaşananlar ağzını açık bırakacak türdendi… Gümüş bir ışık geçivermiş ve kahkahalar sona ermişti.


Düşmanların lideri uzun bir kılıç tarafından ikiye bölünmüştü. Kalkanı ve zırhı bir işe yaramamıştı. Kadının saldırısını bile görememişti…


Vücudunun bölünen iki parçası kayıp düşerken diğerlerinin yüzlerindeki gülümsemeler donup kalmıştı.


Ama bu daha sadece başlangıçtı.


Siyah saçlı kız öne doğru ilerleyerek kılıcını savurdu. Ayt, hareketleri net göremiyordu. Ama kemik kırılma sesleri ve çığlıklar duyuyordu. Üç adamın midelerinde açılan yarıklara tepki verme fırsatları bile olmamıştı. Kanla karışmış bağırsakları yere dökülüyordu…


“Sen…” diyen Ayt ağzını açmıştı. Ama ne diyeceğini bilemiyordu.


Ayt’e dönen kadın: “Git ve hayatta kalan silah arkadaşlarını bul. Hepsini surların önünde topla. Birisi sizi almaya gelecek.” dedikten sonra surlardan aşağı atladı.


“Surların boyu en az 10 metreydi…” diyen Ayt, vücudundaki tüm ağrılara katlanarak surların kenarına yaklaştı ve aşağı baktı. Aşağıdaki kalabalığın çok geçmeden bir et yığınına dönüşmesini izliyordu. Kadın, önüne çıkanı katlediyordu. İstediği gibi düşmanların arasında dolaşıyor, kılıcını kusursuz bir şekilde sallıyordu. Sanki buğday hasat ediyormuş gibi teker teker başını alıyordu her bir düşmanın...


Çeyrek saatten daha az bir sürede bütün düşman çökmüştü.


Bir kurttan daha hızlı, bir boz ayıdan daha güçlü olan böylesine şiddetli bir rakiple hiç karşılaşmamıştı düşman… Kılıcının karşısına geçen her birisi donakalıyor ve hiç hareket edemiyordu. Soylular hızla geri çekilmişti. Ve bütün kuşatma sadece bir kişi tarafından sonlandırılmıştı işte…


Kaçmakta olan kalabalığı takip ediyordu kadın… Arkasında kanlı bir iz bırakıyordu. Bunları gören Ayt, kendisini tekrardan yavaşça yere bıraktı ve sırtındaki soğuk terleri hissetti.


“Bir cadı mıydı bu?” diye geçirdi içinden: “Ama her neyse… Hala yaşıyorum!”


*******************


Uzun Şarkı Kalesi, dört ailenin orduları tarafından sıkı sıkıya kuşatılmıştı. Kalenin dört bir yanında yakılan ateşler etrafı iyice aydınlatmıştı.


Bir gece ve gündüz savaştıktan sonra, kalenin ikinci katı fethedilmişti. Hanımeliler kalenin en tepesine çekilmişlerdi ve orada hem açlıktan hem de korkudan dolayı acı çekiyor olmalıydılar.


Jacques Medde, heyecanlı bir şekilde önünde uzanan kaleye bakıyordu.


Babası öldükten sonra ta Kral Şehri’nden buraya sadece reislik unvanını alabilmek için gelmişti. Ama şu an daha iyi bir şans vardı elinde…


Timothy gizli mektupta ondan Kral Şehri adına Uzun Şarkı’yı fethetmesini istemişti. Karlar eridikten sonra ordusunu buraya getirecek ve isyankâr Roland Wimbledon’u kendisi ortadan kaldıracaktı. Roland ortadan kalktıktan sonra da muhtemelen batıyı yönetmeyi ona bırakacaktı.


Hanımeli Ailesi’nin de toprakları sayesinde Jacques Medde hem bir dük unvanına ulaşacak hem de dük arazilerine sahip olacaktı.


“Dük Medde! Ne harika bir isim! Bu kaleyi de kendi evim yaparım artık!” diye geçirdi içinden.


"Lordum… Altıncı birlik geri döndü…” diye haber verdi bir şövalye: “Düşmanda çok az çakmaktaşı tüfeği olduğunu söylediler. Oraya demir zırhlı birlikleri göndermenin zamanı geldi mi?”


Evet dercesine başını salladı Jacques Medde: “Git ve ayarla…”


Demir zırhlı birlikler çakmaktaşı tüfeklerine karşı savaşmak için özel olarak hazırlanmışlardı. Savaş esnasında üç dört askerlik ekipler kurulmuştu. Bu ekiplerin her birindeki iki asker diğer iki üyeyi daha kaplayacak şekilde demir kaplamalı ahşap kalkanlar taşıyorlardı. Bu kalkanlarda nişan alma ve ateş etme delikleri de vardı. Bu kalkanlardan daha fazla yapabilmek için bir düzine şövalye zırhının eritilmesi gerekmişti. Biraz zor bir karar olsa da bu kararı vermişti Jacques… Ama bu kalkanların bir dezavantajı vardı. Taşıması epey zordu ve tüm ekibin çok yavaş hareket etmesi gerekiyordu. Düşman için çok açık hedef oluyorlardı.


“Neyse ki Hanımeliler artık dayanamaz…” diye düşünen Jacques gülümsüyordu: “Kalenin içinde kapana kısılmış durumdalar. Böyle zor bir savaşı uzun süre sürdürmeleri imkânsız… Prens Roland’ın haber alması da en az birkaç gün sürer… Acaba Roland Wimbledon’a hediye olarak Petrov’un kafasını mı yollasam?”

 









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr