Bölüm 446: Dev Canavar Geliyor

avatar
3146 13

Release That Witch - Bölüm 446: Dev Canavar Geliyor




Çevirmen: Lodos

Uzun Şarkı, Kızıl Su Nehri tarafından ikiye ayrılmıştı. Nehrin batısı yerleşim alanlarıyken, doğusu geniş tarım arazileriydi.


Diğer büyük şehirlerin aksine Uzun Şarkı’nın surları hem yerleşim alanını hem de tarım arazilerinin bir kısmını kuşatmıştı. Şeytani canavarlara karşı değil, insanlara karşı savunma yapmak için inşa edilmişti bu surlar... Ancak Uzun Şarkı, kuşatma altında olsa dahi yine de tarım yapmaya ve halkına erzak sağlamaya devam edebilecekti.


Bu yüzden Uzun Şarkı’nın surları Kızıl Su Nehri’nin ikiye bölündüğü gibi ikiye bölünmüştü. Surların ikiye bölündüğü yer arasında bir kol boyu olacak şekilde birkaç tane ağır zincir asılmıştı. Düşmanlar nehirden saldırmaya karar verirlerse bu zincirler onları geri püskürtebilecekti.


Neyse ki batı bölgesinin iç topraklarının bir filo tarafından saldırıya uğradığı hiç görülmemişti. Yani bu zincirler neredeyse hiç kullanılmamıştı ve bu sefer de kullanılmayacaktı. Suyun üstünde Roland’ın filosu rüzgârları yara yara ilerliyordu. Alacakaranlık arasında kalenin silueti az da olsa seçilebiliyordu. Yakılan işaret alevlerinin şeritleri belli belirsiz görülüyordu.


“Düşmanlar çoktan Lord’un kalesine ulaşmışlar. Bir de surların kuzey kapısındaki muhafızlarla savaşan bazı askerlerimiz var.” diyen Şimşek, yukarıdan gördüğü her şeyi detaylı bir şekilde Prens’e rapor veriyordu: “Kaleye saldıran yaklaşık 200 kişi var. İlk denemelerinde başarısız oldular. Bizim çakmaktaşı tüfeklerine benzeyen silahları var ama tamamen farklı görünüyorlar.”


"Petrov iyi mi?” diye soran Roland, biraz endişeliydi. Kendi görevlisinin güvenliği onun için epey önemliydi şu anda…


“Biraz korkmasının haricinde iyi… Ama…”


“Ama ne?”


“Ailesinin hepsi öldürülmüş…” diye yanıtlayan Şimşek’in ağzı seğiriyordu: “Petrov Ekselansları, babasını kaleye gelmesi için uyarmış. Ancak Kontes de dâhil olmak üzere bütün aile üyeleri rehin alınmış. İlk başta fidye için dört aile onları tutuyormuş ama sonra her birisini tek tek idam etmiş.” diyen Şimşek, bir süre duraksadıktan sonra: “Bizim geldiğimizi söylemek için yanına gittim hızlıca. Sizden sadece tek bir isteği var…”


“Nedir?” diye sordu Roland.


“Kana kan!”


Soylular arasında yazılı olmayan bir kural vardı. Unvanı olanlar savaş sırasında öldürülmezlerdi. Hanımeli Ailesi’ndekilerin çoğunun bir unvanı vardı. Ama gel gör ki; dört aile bu kuralı hiçe saymıştı. Roland’ın desteklediği Hanımeli Ailesi’ne bilenmekle kalmamıştı bu dört aile… Aynı zamanda tamamen yeni bir politik güç tarafından yönetiliyorlardı.


Bunları da öğrenen Roland, bu politik gücün Timothy Wimbledon olduğundan artık emin olmuştu. Daha fazla merhamet göstermemesi ve önüne çıkanı ezmesi gerektiğinin farkındaydı Roland. Kararlı ve tok bir sesle emir verdi: “Doğrudan şehre gidiyoruz ve iskeleyi alıyoruz!”


*******************


Ayt, surların altındaki ayak seslerini duymuştu.


Hissiz bir şekilde çakmaktaşı tüfeğini kaldırarak aşağıdaki karanlığa nişan aldı. Şehir surlarına içeriden tırmanmanın tek yolu buydu. Düşmanlar şehir kapısını ele geçirdiğinden beri birkaç sefer saldırmışlar ancak yine de surların kuzey kısmını ele geçirememişlerdi.


Savaş bir önceki günün öğle saatlerinde başlamıştı ve hala devam ediyordu. Bu tempoyla bu soğukta bu kadar durmayı beklemiyordu doğrusu… Silah arkadaşlarının birer birer yıkıldığını gördükten sonra odaklanabileceği tek şey savaşmaktı.


“Tekrar mı geliyorlar?” diye soran kişi, uzun namlulu silahıyla beraber Ayt’ın yanında beliren birlik lideri Bronzehill idi…


“Onları duyabiliyorum…” dedi Ayt: “Ama karanlıkta kaç kişi olduklarını kestiremiyorum.”


“Onlar da bizim sayımızı bilmiyorlar.” diye tesellide bulundu Bronzehill.


“Peki biz… Kaç kişi kaldık?”


Bir an tereddüt eden Bronzehill cevap vermek zorunda kalmıştı: “Yalnızca beş… Raven da az önce son nefesini verdi.”


“Muhtemelen yarınki güneşi göremeyeceğiz...” diyen Ayt, ilk başta korku ve panik hissetse de zaman geçtikçe hissizleşmişti. Zamanında eğitmenlerin söylediklerini şimdi anlıyordu: ‘Sadece gerçek bir savaş sizi bir anda adam eder!’ Ancak bunu anlamış olmak işleri daha iyi yapmıyordu. Üç birlikten geriye sadece beş kişi kalmıştı. Düşmanlar sura giremeseler bile açlıktan ya da soğuktan öleceklerdi: “Hala teslim olabilir miyiz?” diye sordu.


“Teslim olmak mı?” diye homurdandı Bronzehill: “Savaş naralarını duymadın mı? ‘Asileri öldürün!’ diye bağırıyorlardı. Bizim önümüzde bundan sonra ölümden başka bir şey yok. Elimizden geldiğince onların sayılarını azaltmaya bakmamız lazım…”


Ayt, birlik liderinin haklı olduğunu biliyordu. İkinci Ordu’dan olup yakalanan askerlerin hepsinin kafası kesilmişti. Ne de olsa onlar soylu değillerdi ve kimse onlar için fidye ödeyemezdi. Ama Ayt, burada ölme fikrinden nefret ediyordu.


Eğitmenleri onlara Sınır Kasabası’ndaki hayatın ne kadar huzurlu olduğundan bahsetmişti. Şeytan Ayları bittikten sonra İkinci Ordu’da kendisini kanıtlamış askerler Birinci Ordu’ya transfer olacak ve orada ücretsiz konutlar elde edeceklerdi. Sınır Kasabası’nda bol miktarda yiyecek, rahat akan su ve ateş yakma derdi olmadan ısınan odalar vardı…


Hayatta kalmayı ve bunları görmeyi çok istiyordu Ayt...


Tam o sırada “İşte geliyorlar!” diye bağıran Bronzehill, hemen arkasına da tetiği çekmişti. Namludan çıkan ateş sonucu Ayt, bir anlığına ortaya çıkan düşmanı görebilmişti. 6-7 kişi surlara dayanmışlar, kalkanlarını tutarak ilerliyorlardı. Gözlerindeki dehşeti görebilmişti Ayt…


Bronzehill, ıskalamıştı. Ama yine de tamamen uzağa gitmemişti attığı kurşun ve hedefin yerini kestirebilmişlerdi.


Düşman figürlerine nişan alarak tekrar ateş etti.


Ahşap bir kalkana çarpan mermi boğuk bir ses çıkarmıştı. Hemen ardına da merdivenlerden aşağı ağır bir şey yuvarlanmış ve bir çığlık sesi gelmişti. İfşa olduklarını fark eden düşmanlar da hep birden açık alana doğru koşmuşlardı.


Bronzehill silahını yeniden yüklemeye çalışıyor ancak soğuktan donmuş elleri onu büyük ölçüde yavaşlatıyordu. Ayt açık çukurdan geriye atlayarak barut çuvalına ilerledi. Hiç barut kalmadığı anda dünya başına yıkılmıştı…


Eğitimine göre artık süngüleri takmanın zamanı gelmişti…


Süngüyü çıkardı ve bıçağı silahının önüne tutturmaya uğraştı. Korkuyla dişlerini gıcırdatmış, bıçağı takmaya çalışıyordu. Düşman aradaki boşluğu geçip kendisine yaklaştığı anda takmayı başarmış ve tüfeğini kaldırmıştı.


O anda da ateş eden Bronzehill ilk adamı indirdi. Ama hemen arkasında bir kişi daha vardı ve kılıcı Bronzehill’in göğsüne saplamayı başarmıştı.


Şoka uğramıştı Ayt… Ve eğitimlerde öğrendikleri bir anda vücudunun kontrolünü ele aldı. Refleksle süngüsünü ileri itti. Ama sadece düşmanın kalkanına çarpabilmişti. Düşman onu kolaylıkla yere indirerek silahını da elinden alıvermişti…


“Gerçekten burada mı ölüyorum?” diye düşündü. Umutsuzluk içinde gökyüzüne bakıyorken hemen üstünde kara bir figür görmüştü.


Normalde o kara gökyüzünde pek bir şey fark etmezdi. Ama gölge epey yakındı ve hızla yaklaşıyordu. Kara bir perde gibi ona doğru düştü.


Ayt'ın gözleri büyümüştü. Devasa bir canavardı bu! Hatta sadece kâbuslarda görülen bir canavardı. Kocaman kıpkırmızı ağzı tamamen açıktı. Bir boğadan daha büyüktü ve surların neredeyse tüm uzunluğunu kaplayan kanatları vardı…


Ayt’ın hemen önüne inen devasa canavar açık alandan çıkıp hücuma geçmiş olan tüm düşmanları parçalamıştı!


Öyle bir kükremişti ki… Sanki ölüleri uyandırmaya çalışıyordu!










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr