Bölüm 435: Tutuklu

avatar
3146 16

Release That Witch - Bölüm 435: Tutuklu




Çevirmen: Lodos

“Bunu neden bana vermek istiyorsun?” diye soran Tilly, pandayı yere bırakmıştı.


“18. doğum gününde ne olduğunu hatırlıyor musun?” diye yavaşça sordu Roland.


Dudaklarını büzen Tilly: “Onu sen mi yaptın?”


“Hayır. Timothy ve Garcia idi…” diyen Prens hikâyeyi anlattı: “Ama suçu biraz da üstlenmeliyim. Babama söylemiş olsaydım onlar yaşanmazdı…”


“Sonra da onlar seni döverdi…” dedi Tilly: “Bu yüzden söylememen daha mantıklı olmuş…”


“Böyle bir şey bir daha asla olmayacak.”


“Kafandaki o ekstra alanın bilgiler için kullanıldığını düşünürdüm.” diyen Tilly, konuyu değiştirdi: “Ama öyle görünüyor ki durum böyle değilmiş. Bu ‘panda’ dışında yeni olan başka bir şey var mı?”


Bu garip kelimeye dilinin pek dönmediğini gören Roland gülümsemesini engelleyememişti: “Sayısız şey… Fırsatım olduğunda sana daha fazlasını anlatırım…”


Tilly'nin akıllı olduğuna hiç şüphe yoktu. Roland, bütün hikâyeyi anlatmasa bile Tilly’nin anlayacağına inanıyordu.


Bir anlık duraksayan Tilly, düşünceli gözlerle Roland’a bakıyordu. Tam o anda kapıdan Andrea’nın sesi gelmişti: “Leydi Tilly! Size bir hediye vermek istiyorum! Ya sen bir gitsene şuradan!”


Hemen arkasından Ashes’ın sesi gelmişti: “Asıl sen git! Önce ben geldim!”


“Hayır, ilk ben geldim!”


Roland güldü ve ayağa kalktı: “Gerçekten de daha önce pek hoş olmayan şeyler yaşandı. Ama geçmiş geçmiştir. Ne yaşanmışsa yaşanmış olsun sen-ben ve Sınır Kasabası ile Uyku Adası kötü anılarla birbirine bağlanmış olmamalı… Gelecekte herhangi bir sorun olursa istediğin zaman bana gelebilirsin. Sonsuza kadar senin ağabeyinim…” diyen Roland, bir süre duraksadıktan sonra: "Mutlu yıllar Tilly…” dedi.


Kapıyı açtı. Şaşkına dönen iki cadı kafaları karışmış bir şekilde birbirlerine bakıyordu.


Gülümsedi Roland: “Kavga etmeyi bırakın… İlk ben geldim.”


*******************


Otto, Andrea'nın sözleri hala aklında yankılanırken üzgün bir şekilde sokaklarda dolaşıyordu.


“Quinn Ailesi’nin leydisi beş sene önce öldü. Zaten babam da bunu istiyor…”


Onunla aynı fikirde değildi Otto… Ama ona herhangi bir şey de söylememişti. O günlerde Sınır Kasabası’nı gözlemlemenin yanı sıra pazarın yakınlarında dolaşıyor ve Andrea’yı tekrar görmeyi umuyordu. Ama sonuç hayal kırıklığı olmuştu…


Otto meydanın yanındaki taş banka gitti. Üstündeki karları hafifçe sildikten sonra yavaşça oturdu.


Kalbinde kabaran o düşüncelere rağmen buraya geliş sebebini unutmamıştı. Askeri birlikler hariç kasabanın her bir köşesini gezmiş ve etrafa kapsamlı bir şekilde hâkim olmuştu. Mesela halkın hayatı başta çok da iyi değildi. Ama bütün bu değişiklikler Majesteleri Lord Roland Wimbledon tarafından yapılmıştı. Halkı şeytani canavarlara karşı birleştirmiş, onların öncüsü olmuş ve hayatlarını iyileştirmek için çeşitli büyülü makine ve araçlar icat etmişti.


Otto, maden alanında çalışan siyah makineleri görmüştü. Sadece iki veya üç tanesi onlarca insanın işini halledebiliyordu.


Ayrıca Kızıl Su Nehri’nin yanındaki yüksek kulelerin de halkın evlerine su gönderdiğini öğrenmişti.


Çok kısa bir sürede inşa edilen surlar, konutlar ve rıhtımlar da vardı.


Bütün bunlara ek olarak kazılan hendekler ısıtma ekipmanlarının kurulumunu kolaylaştırmak içindi. Halkın daha fazla soğuktan korkması gerekmeyecekti. Bu tür haberler her gün meydanın ortasındaki panoda görülebiliyordu… Daha şaşırtıcı olan ise halkın bu panoda yazanları anlamasıydı…


Otto gözlemledikçe daha da şaşırıyordu. Sınır Kasabası’nın her yerinde hayal edemeyeceği değişiklikler oluyordu…


Not defterini çıkaran Otto, bugünkü yeni keşifleri yazmayı amaçlamıştı. Tam o anda kalemi tutan elini tutmuştu birisi…  


Otto’nun önünde siyah üniformalı iki muhafız vardı: “Gümüş Göz sen misin?”


Bu isim, Otto’nun sahte ismiydi. Sakin bir şekilde cevap veren Otto etrafa baktı. Meydanın iki tarafındaki siyah üniformalı muhafızları görmüştü. Ona yaklaşmıyorlar, durdukları yerde bekliyorlardı…


“Benim için buradalar…” diye düşündü.


Otto'nun morali fena düşmüştü bir anda… Ama buradaki devriyeler diğer yerlerdekiler gibi değillerdi. Yani Otto, başının çok belaya girmesini beklemiyordu.


“Sorun nedir?” diye soğuk bir sesle sordu. Bu insanlarla karşı karşıya geldiğinde çok da sevecen davranıp onların altında ezilmesine gerek yoktu. En kötü ihtimalde bile soylu kimliğini kullanabilirdi.


Ancak aldığı cevap Otto’yu epey şaşırtmıştı: “Aldığımız raporlar doğrultusunda casusluk yaptığınızdan şüpheleniyoruz. Şimdi ellerinizi arkanda tutun ve talimatlarımıza uyun… Herhangi bir direnç göstermeniz halinde güvenliğinizi garanti edemeyiz…”


"Casusluk mu? Ne garip bir sebep... Kendilerine bir şamar oğlanı arıyor olabilirler mi?” diye düşünen Otto, söze girdi: “Ne dediğinizi anlamıyorum. Ben Parıltı Kenti’ndeki Luoxi Ailesi’nden bir soyluyum… Şafak Krallığı’ndan bir soylu…” diyerek elini salladı.


Elini salladığı anda, karnına sert bir yumruk yemişti. Ağzına gelen asidik bir tatla beraber iki büklüm olan Otto, hemen ardından da soğuk karların içine düşürülmüştü. İki muhafız ellerini halatla bağlıyordu.


"Bir soylu mu? Birkaç gün önce de bir işadamı olduğunu söylemiştin…” diye dalga geçti içlerinden birisi.


"Sana direnmemeni söylemiştim.” diyen diğer adam ona bir sert tekme daha attı: “Bunu sen istedin.”


"Birkaç gün önce mi? Yani bir süredir beni takip mi ediyorlar? Bu imkânsız... İlk iki gün beni kimse fark etmedi ki…” diye düşünüyordu Otto.


“Ben gerçekten bir soyluyum… Çantam…” diyen Otto bir süre mücadele etse de adamlar onu görmezden geliyordu.


"Mazeretlerini Ekselansları Carter'a sakla…” diyen iki adam onu kaldırd: “Eğer dürüst isen hayatta kalabilirsiniz…”


...


Bir gün hapiste kalan Otto açtı ve susamıştı. En sonunda birisinin Ekselansları Carter'ı çağırdığını gördü.


Şövalye daha bir kelime söylemeden demir parmaklıkları kavrayan Otto, söze girdi: “Ben gerçekten Şafak Krallığı’nın Parıltı Kenti’ndeki Luoxi Ailesi’ndenim. Şafak Kral’dan aldığım görev sonrası Gökhisar Krallığı’na müttefik aramak için geldim. Ben, beni suçladığınız o casus değilim… Lord Majesteleri Roland Wimbledon ile görüşmek istiyorum.”


Hapislerde olanları çok duymuştu. Devriye askerleri ve sokak fareleri hapisteki yabancıların ayağını kaydırıp onları günah keçisi olarak kullanırlardı. Yani Otto’nun önemsiz bir yabancı olduğuna karar verildiği an hayatı sona ererdi.


Şok olan Carter: “Sana daha hiçbir şey sormadım.” dedikten sonra başını çevirdi: “Cevabım ne olmalı sence?”


Sonra Otto'yu şok eden bir şey oldu. Gölgelerin içinden bir kız çıkmıştı. Bembeyaz bir elbisesi ve yüzünü gizleyen bir kapüşonu vardı. Siluete bakan Otto, onun kendi ‘Parıltı Çiçeği’nden çok da farklı olmadığını fark etmişti.


“Söyledikleri doğru...” diyen kız, omuzlarını silkti.


"Gerçekten mi? Yani gerçekten Şafak Krallığı’ndan gelen bir elçi mi?” diye soran Carter elini alnına koymuştu: “Anlaşılan Majesteleri’ne biraz sıkıntı çıkarmışız…”









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44344 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr