Bölüm 416: Geri Çekilme

avatar
2995 16

Release That Witch - Bölüm 416: Geri Çekilme




Çevirmen: Lodos

Bülbül, daha önceden bulduğu yolu izleyerek Markiz’in tutulduğu zindana kadar indi.


Spear Passi sesi duyup kafasını çevirince şaşırmıştı: “Nasıl içeri girdin?”


Bülbül sessiz olması anlamında işaret parmağını dudaklarına götürdü. Çelik kapıdan uzaklaşmak için topalladı. Koridordaki iki muhafız kıyafetlerinden anlaşıldığı üzere muhtemelen Kilise’nin takipçileri idi. Sisi kullanıp arkalarına geçtikten sonra ikisinin de hançeriyle hızlıca boğazlarını kesti Bülbül… Zindanda kendilerine saldırı olmayacağından o kadar eminlerdi ki başlarını çevirmeye fırsat bile bulamamışlardı.


Hücreye tekrar dönen Bülbül yarasını inceleme şansı bulmuştu. Soraya’nın onun için yaptığı rüzgâra dayanıklı pantolon kesilmişti. Bir buçuk santim derinlikteki bir yaradan kan fışkırıyordu. Düşmanın sihirli kırbacı pantolonu delip etini kesmişti belli ki… Ama neyse ki herhangi bir kemikte zarar yoktu. Pantolonun sağlam yapısı olmasaydı ciddi bir yara alabilirdi.


"Yaralanmışsın…” diyen Spear, kaşlarını çatmıştı.


"Çok kötü değil. Ölmeden buradan çıkmamız lazım.” diyen Bülbül, Leydi Saint’in Markizi Hermes’e götürme planından bahsetmemişti. Çünkü o ihtimal de en az ölmek kadar kötü, hatta belki daha kötüydü: “Sizi ele geçirmeden önce bir cadı olduğunuzu bilmiyorlarmış. Mağlup Ejder Sırtı’nın kontrolünü ele geçirmek için Kilise’nin kurduğu bir komplo olmalı…”


“Ya kardeşim?”


"Muhtemelen çoktan Kilise’nin kuklası olmuştu zaten… Kaybedecek zamanımız yok. Size yolda açıklamaya devam ederim.” diyen Bülbül, yarasının üstüne bir parça bez bağlayıp sordu: “Tanrı Gözü’nün İntikamı nerede?”


Markiz boynunu işaret etti: “İlk başta bacaklarımı sadece bir zincirle bağlamışlardı. Ama sonra bununla değiştirdiler.”


Bülbül’ün morali başparmak kalınlığındaki metal halkaları gördüğü anda bozuluvermişti. Bu tür bir Tanrı Gözü’nün İntikamı taşı düzeneği epey zorluydu… Büyülü taşları metal bir boruya dolduruyorlar, özel bir teknikle bütün açıklıkları kapatıyorlardı. Birisinin geri açması neredeyse imkânsızdı.


“Kilitleme aletinin nerede olduğunu biliyor musun?” diye sordu.


"Girişin yakınındaki hücrede…”


Markiz'in gerçek kimliğini keşfeden Leydi Saint, olağanüstüler harici bütün cadılara etki edebilen yöntemi kullanmaktan hiç çekinmemişti.


Spear’ı sisine alarak kaçmak istiyorsa bu kilidi açması şarttı.


“Hadi o hücreye gidelim. Benimle gel.” dedi Bülbül.


Bacağındaki yaranın acısıyla savaşarak az önce öldürdüğü muhafızlardan anahtarı alarak hücrenin kapısını açtı.


O anda çan sesleri tüm kilise boyunca yankılanmıştı. Spear panik içerisinde: “Bu Kilise’nin alarmı!” dedi.


“Geleceklerinden emindim…” diye fısıldadı Bülbül: “Hayatta kalmak için tek şansımız düşmandan daha hızlı hareket etmek!”


Alarm aslında işlerine gelmiş bile sayılabilirdi. Bodrumdaki tüm adamlar aynı anda tek giriş ve çıkış olan kapıya koşmuşlardı. Bu da Bülbül’ün hepsini tekte halletmesini sağlayacaktı.


Sisiyle üzerlerine çöktü ve silahını onlara doğrulttu. Mermileri yıldırım gibi çakıyor, hedeflerini birer birer yere seriyordu. Ortalık kan gölüne dönmüştü. Taktıkları Tanrı Gözü’nün İntikamı taşları sayesinde Bülbül, sisin içinden hepsinin yerlerini çok rahat bir şekilde kestirebiliyordu. Öyle hızlı ve kurnazca hareket ediyordu ki adamlar nereye saldıracaklarını bilemeden bir bir düşüyorlardı. Çok geçmeden zindanlarda bir tane bile muhafız kalmamıştı.


Ancak Bülbül, bunların en düşük rütbeli askerler olduklarını ve silahlı bir Yargı ordusu grubunun yakınlarda olduğunu biliyordu. Onlar gelmeden Spear’ın boynundaki kapan çıkmazsa kaçmaları çok çok zor olacaktı.


"Buraya gel!” diyen Bülbül, kilitleme aletini görür görmez Spear’ı da kendisiyle sürüklemişti. İki paslı kelepçeye benzer mekanizmasıyla duvara yaslanmış bir şekilde duruyordu kilitleme aleti… Korkunç bir işkence aletine benziyordu.


Spear boynunu kelepçelere bastırdı. Bülbül de cihazı ona bağlayarak öfkeyle kolu çevirdi. Kasnakların da yardımıyla kelepçeler zıt yönlere çekilmiş ve Tanrı Gözü’nün İntikamı taşında ufak bir açıklığa sebep olmuştu.


Tam o sırada Yargı askerlerinin sesi de kapıdan yankılanmıştı.


"İşte oradalar!” diye bağırdı birisi…


“Nişan alın! Ateş!”


"Hadi gidelim!” diyen Bülbül, Spear’ı sisin içine aldı. Ama askerlerin sıktıkları oklar onlara isabet ederek sizi parçalamışlardı.


Oklarda Tanrı Gözü’nün İntikamı taşları vardı! Bülbül sırtının soğuk soğuk terlediğini hissetmişti. Çünkü şu anda askerlere görünür durumdaydılar. Bu adamların az önceki birkaç muhafıza kıyasla çok daha iyi eğitildiklerini anlamaları çok uzun sürmemişti. Çıkışlarını kapatmak amacıyla ilk posta okları attıktan sonra sadece yarıları saldırıya geçmişti.


Diğer yarısı da iyice ortaya çıkmalarını ve yerlerini tespit etmeyi bekliyorlardı. Onları gördükten sonra ikinci posta okları da atmışlardı.


Bülbül okların uğultusunu duyarak Markizi çekti ve bağırdı: “Eğil!”


Sayısız ok tarafından vurulduğu için Bülbül’ün sırtı yanıyordu. Ama koşmayı bırakmadı.


Bir köşeyi döndükleri anda Bülbül, kan tadı almıştı. Acı içinde dudağını ısırmaktan kanatmıştı muhtemelen. “İyi misin?” diye sordu.


“Ben… İyiyim…” dedi Markiz boş boş bakarken: “Az önce o okları benim için mi yedin?”


"Eğer vurulsaydın muhtemelen ölürdün. Ama ben başarabilirim.” diyen Bülbül sırtına uzandı ve okların hiçbirinin Soraya'nın yaptığı rüzgârlığı delmediğini fark etti. Sırtı yanıyor gibi hissetse de sadece birkaç ezilme vardı, büyük bir hasar yoktu.


Yargı savaşçıları onlara doğru koşuyordu. İkinci posta oklardan sonra cadıların dayanabilmelerini beklemiyorlardı. Bu yüzden aralarında epey bir mesafe vardı şu an…


Oklardan tamamen kaçındıktan sonra Bülbül, Spear’ı tutarak sise tekrar girdi. Yukarı doğru fırlayıp bir dizi parke katı geçtikten sonra kulenin dışındaki toprağa indi. Çantasından bir bambu boruyu aldıktan sonra ucundaki yayları çekiverdi.


Bambu borudan kör edici kırmızı bir ışık gökyüzüne doğru fırlamış ve havada kıvılcımlar saçmıştı.


Majesteleri bunu ona verdiğinde, bir parlama sayesinde yardımına nasıl binlerce askerin koşacağına dair hikâyeler anlatmıştı. Ama şu anda binlerce askere ihtiyacı yoktu, Maggie görsün yeterdi…


Maggie kulenin yanına indi. Kanatlarıyla etraftaki sisleri yararak gelmişti…


“Bu… Bu da nedir?” diye soran Spear, şaşkındı.


"Bu benim arkadaşım…” diyen Bülbül, Şimşek’in de yardımıyla Markiz'i Maggie'nin üzerine bağladı. Son güçle kendisi de Maggie’nin sırtına çıkarak: “Hadi uçalım!” dedi.


Onlara yaklaşmakta olan Yargı askerlerine kükreyen Maggie, kanatlarını çırptı. Ve cadılarla birlikte gecenin karanlıklarında kayboldu… 









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44343 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr