Bölüm 373: Pazardaki İpucu

avatar
3112 17

Release That Witch - Bölüm 373: Pazardaki İpucu



Çevirmen: Lodos 

Ferlin karısının arkasında durmuş o tezgâhtan et seçerken nazikçe gülümsüyordu.

 

Irene'nin arada bir, çok ciddi olduğu zamanlar olurdu.

 

"Aslında...” diye söze girdi Ferlin: “Her et parçası ağırlığına göre uygun fiyatlı. Seçmek için bu kadar zaman şart mı?”

 

“Şart!” diye sertçe çıkıştı Irene: “Yağsız eti sevdiğini bilsem de, yağ olmadan yemeğin tadı olmaz. Yağı da eti de eşit olmalı, çok dikkatli seçmeliyim."

 

Ferlin güldü: “Tamam, acele etme. Ben gidip bir çuval buğday alacağım. Sıra oldukça uzun, işin bitince gel ve beni bul.”

 

“Tamam.” diye cevap veren Irene başını çevirmeden etlere bakmaya devam etti.

 

Çaresizce başını sallayan Ferlin de ucuzluk pazarındaki buğday tezgâhlarına doğru ilerledi.

 

Kar yağmaya başladığından beri Lord Roland, rüzgâr geçirmeyen ahşap barakaları pazara koydurmuş, ayrıca kış olmasına rağmen pazardaki satışların durmayacağına dair bir de duyuru yayınlamıştı.

 

Bu, uzun Şeytan Ayları boyunca Sınır Kasabası’na istikrarlı bir gıda tedarikinin sağlanacağı anlamına geliyordu. Bu da kasaba halkına büyük bir güven vermişti.

 

Et kısmına kıyasla buğday kısmı daha kalabalıktı. Tezgâhın önünde uzun bir kuyruk oluşmuştu. Kuyruğu çevreleyen ve görevi düzeni korumak olan siyah üniformalı iki görevli vardı. Sınır Kasabası’nda onlara ‘polis’ deniyordu.

 

Gün Işığı, Lord Roland'ın her türlü şaşırtıcı işlerine alışmıştı ve isim değişikliği ilginç bir şey değildi. O da adı ‘devriye üyeleri’ olan oluşumun iyice laubalileştiğinin farkındaydı. Belki de bu isim değişikliği iyi olmuştur diye düşünüyordu kendince.

 

"İyi günler Bay Eltek.” diyen kuyruktaki biri onu tanımıştı: “Siz de mi buğday almaya geldiniz? Buyurun benim sıramı alabilirsiniz.”

 

"Hayır, gerek yok.” diyen Ferlin ellerini salladı ve sıranın arkasında durmaya devam etti: “Teşekkür ederim.”

 

Hemen önünde duran orta yaşlı bir adam gülerek: "Çok popülersiniz. Batı bölgesinin ilk şövalyesisiniz ne de olsa…” dedi.

 

Ferlin biraz şaşırmıştı: “Geçmişimi biliyorsunuz...”

 

"Haha, elbette. Bu, Sınır Kasabası’nda bir sır değil.” diyen adam sırıttı: “Oğullarım ve kızlarım sizi çok seviyor. En büyük oğlum Nat, sizin geçmişinizi duyduğundan beri, bize sürekli ne kadar çok şövalye olmak istediğinden bahsediyor.”

 

“O geçmişti…” diyen Ferlin başını salladı: “Majesteleri artık şövalyelere ihtiyaç duymuyor.”

 

“Çünkü artık Birinci Ordu var.” diyen adam hafifçe güldü: “Geçmişte olsa sizinle böyle konuşmaya cesaret edemezdim.”

 

Gerçekten de Dük'ün bir şövalyesi olduğu zamanlarda halk ona doğrudan bakmaya cesaret edemezdi. Onun hakkındaki söylentiler sadece kıskançlık ve hayranlık değil, korku da içerirdi. Halk, ondan korkardı. Onunla göz teması kurmaya cesaret eden ve sosyal statüleri kafasına takmayan tek kişi Irene idi. Tiyatroda gördüğü zaman onun doğru kişi olduğunu anlamıştı.

 

Yenilerek Sınır Kasabası’na esir getirildikten sonra da sadece yeni Lord için kölelik yapacağını düşünse de birçok insana öğretmen olmayı ve geniş bir saygı kazanmayı beklemiyordu.

 

Ona karşı gösterilen saygı, şövalye olduğu zamanlara nazaran tamamen farklıydı. İnsanlar artık ondan kaçınmıyor, onun yerine ona yaklaşıyorlardı. Ferlin önceki saygıya göre bu tür bir saygıdan daha memnundu.

 

“Belki de şövalye olmaya uygun değilimdir…” diye geçirdi içinden.

 

...

 

Çeyrek saatten fazla bekledikten sonra, sonunda onun sırası gelmişti.

 

Tezgâhtar: “Kimlik kartı lütfen.” deyip Ferlin’in yüzüne bakar bakmaz şok olmuştu: "Öğretmenim?”

 

"Betty…” diyen Ferlin, tezgâhın arkasında duran kızın ilk mezunlarından bir öğrenci olduğunu görünce şaşırmıştı. Gülümseyerek: “Belediye Binası’nda çalışıyorsun ha?” dedi.

 

“Evet!” diye ufak bir çığlık atan Betty, hala okuldaymış gibi saygı gösterircesine Ferlin'in önünde eğildi: “Şu anda tarım bölümünde stajyerlik yapıyorum.”

 

Ferlin arkasındaki insanları bekletmek istemiyordu. Bu yüzden acele ederek altı gümüş ile birlikte kimlik kartını gösterdi: “Orta boy bir buğday çuvalı almak istiyorum."

 

“Elbette!” diyen Betty, öğretmeninin adını deftere kaydetti ve arka odaya doğru bağırdı. Bir kapıcı depodan çıktı ve tezgâhın üzerine bir çuval buğday koydu. Buğday bölümünde mal seçimi yasaktı. Her çuval önceden doldurulmuş ve ağırlığına göre büyük, orta veya küçük olarak sınıflandırılmıştı. Küçük bir çuval aşağı yukarı bir ay boyunca iki kişiyi besleyebiliyordu. Gıda fiyatları sabitti ve çok nadir dalgalanmalar yaşanıyordu. Kimlik kartlarının alışveriş sırasında gösterilmesi gerekiyordu ve her müşterinin satın alma hacmi sınırlıydı. Ferlin, bu önlemin amacını anlıyordu. Tek bir kişi bütün yiyecekleri alıp stok yapamayacaktı.

 

"Öğretmenim, vaktiniz olursa evime ziyarete beklerim.” diyen Betty kimlik kartını iade etti.

 

“Tabii ki, neden olmasın?” diye cevap veren Ferlin gülümsedi. Çuvalı da alarak yana kaydı. Böylece kendisinden sonraki kişi satın alabilecekti. Irene hala ortada yoktu.

 

“Muhtemelen diğer ürünlere takılı kalmıştır…” diye düşünen Ferlin, çuvalı da yanına alarak oturulacak kuru bir yer aradı.

 

Tam o sırada, hemen önünden soluk mavi bir figür geçmişti.

 

Gün Işığı korktu ve başını içgüdüsel olarak çevirdi. Bütün vücudunda bir ürperti hissetmişti. Figürün, zarif yüz özellikleri ve nadiren görülen mavi saçları vardı. Güzel bir kadındı. Ferlin kanının donduğunu hissetmişti. Kadının olağanüstü güzelliğinden falan değildi bu… Bu kadını daha önce Uzun Şarkı’daki aile salonunda görmüştü.

 

Gençken, koridordaki duvarların birinde başköşede asılı duran portredeki kişiyi hep çok merak etmişti. Sürekli babasına sormasına rağmen babası her seferinde sessiz kalmıştı. Portre, diğer atalarının hepsinden daha yukarıda asılıydı. Bababsı bir kez sarhoş olduğunda ondan bahsetmiş ve: “Eltek Ailesi’nin kurucusu…” demişti.

 

Nasıl mümkün olabiliyordu böyle bir şey?

 

“Beklettiğim için özür dilerim.” diyen Irene'in sesi yankılandı kulağında: “Biraz yumurta ve küçük bir poşet de tereyağı almaya gitmiştim. Sen buğdayı aldın mı?”

 

"Evet...” diye cevap verdi Ferlin. Ama zihni tamamen farklı bir yerdeydi.

 

Eve vardıklarında bile kadının figürü gözlerinin önünden gitmiyordu. “Sınır Kasabası’ndayken neden Eltek Ailesi’nin bir atasını göreyim ki?”  diye düşünüyordu.

 

Uzun bir süre düşündükten sonra Uzun Şarkı’ya geri dönmeye karar vermişti.

 

Irene'e bu planını anlattığında eşi kaşlarını çatmıştı: “Ailenle aran kötü değil miydi senin? Neden geri dönmek istiyorsun?”

 

“Çünkü…” diyen Ferlin, tereddüt etmişti: “Çünkü bazı meseleler var…”

 

“Verasetle alakalı falan mı bir şeyler?” diye soran Irene başını eğdi: “Yoksa… Yoksa bir kadın yüzünden mi?”

 

“Öyle bir şey imkânsız!” dedi Ferlin.

 

“Ama gözlerinden yalan söylediğin anlaşılıyor.” diyen Irene, Gün Işığı’nı sandalyeye doğru bastırdı: “Bana benim şövalyem olacağına dair söz verdin ve ben de bu sözü bozmayacağına inandım. Bu yüzden bu kadar merak ediyorum... Bana anlatamadığın şey ne olabilir? Uzun Şarkı’nın eteklerindeki çiftliği unuttun mu? Hani birbirimizden hiçbir şey saklamayacaktık?”

 

Ferlin, eşinin açık ve güzel gözlerine baktı. İyilikte ve kötülükte hep yanında o olsun isterdi. Birlikte çok fazla zorluk atlatmışlardı ama Irene hala onun yanındaydı.

 

Ferlin derin bir nefes aldı ve Irene’i kollarından tuttu. Yumuşak bir sesle ona gördüklerini anlattı.

 

"Demek mesele buydu…” diyen Irene, başını salladı: “Git o halde.”

 

"Sen… İnanıyor musun bana?” diye sordu Ferlin. Bir atasının birden çıkagelmesi hiç garipsenecek bir durum değil miydi yani?

 

“Evet, inanıyorum.” diyen Irene, gülümsüyordu.










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr