Bölüm 304: Beklenmedik Ama Güzel Bir Sürpriz

avatar
3134 7

Release That Witch - Bölüm 304: Beklenmedik Ama Güzel Bir Sürpriz


 

Çevirmen: Lodos 

May, Sınır Kasabası’na doğru yola çıkmaktan bu kadar heyecan duyacağını hiç düşünmemişti.

 

Kızıl Su Nehri’nin kıyılarındaki ağaçlar sarıya dönmüştü. Hafif serin bir rüzgâr esiyordu. Parıldayan nehrin dalgaları ayaklarının altında fokurduyordu. Ağaçtan kopan yapraklar nehirde geziyordu.

 

Önceki gelişinde yaşadığı huzursuzlukları ve rahatsızlıkları şu an hissetmiyordu. O yüzden etraf bir şiirden ya da bir tablodan çıkmış gibi görünüyordu, manzaranın tadını çıkarıyordu May.

 

“Bayan May…” arkasından saygı dolu bir ses geldi: “’Cadı Günlüğü’ oyununu Majesteleri’nin size özel olarak yazdığı doğru mu?”

 

May arkasını döndüğünde bir grup kadın oyuncunun toplaştığını gördü. En önlerinde duran kişinin yüzü epey gergindi. May, adının ‘Kırlangıç’ olduğunu hatırladı.

 

“Özür dilerim…” diyen Irene, elini salladı. Eğildi ve özür dilercesine gülümseyerek: “Bu soruyu nasıl cevaplayacağımı bilemedim. O yüzden size yönlendirdim.”

 

“Şapşal…” diye düşünen May, Irene’e kibirli bir bakış attı. Eskiden olsaydı hiç bunlara katlanmayarak çekip giderdi. Ama Irene ile o kadar vakit geçirdikten sonra daha da sabırlı bir insana dönüşmüştü May: “Hayır. Majesteleri benim için yazmadı. Zaten o oyunu yazan Eğitim Bakanı Leydi Scroll idi.”

 

“Öyle mi?” diye merakla göz kırptı Kırlangıç: “Bella ile tartıştığınız zaman doğru söylediğinizi düşünmüştük.”

 

“Majesteleri bizzat yazdı.” ve “Majesteleri bizzat benim için yazdı.” gibi iki farklı cümleyi nasıl karıştırabiliyor bu insanlar?” diye düşünen May: “Hem senaryo konusundaki hem de nasıl oynamamız gerektiği konusundaki son sözü Majesteleri söyledi. Yani tartışmayı kazanmak için Bella’yı kandırdığım falan yok.”

 

“Majesteleri’ni hiç gördünüz mü siz?”

 

“Kraliyet ailesinden olduğu için uzun gri saçları varmış ve çok yakışıklıymış. Doğru mu?”

 

“Doğuştan romantik bir insan olarak gelmiş dünyaya! Bir sürü sevgilisi varmış!”

 

“Gerçekten öyle miymiş?”

 

“…”

 

Küçük kızlara bakan May, içinden kendisine küfretti. En başta hiç girişmemeliydi konuşmaya.

 

“Tamam bu kadar yeter! Bayan May’i biraz rahat bırakalım.” diye araya giren Rosia, May’e özür dileyerek bakıyor bir yandan da kızları gönderiyordu.

 

“Sorun yok.” diyen May, manzarayı izlemeye geri döndü: “Kendim kaşındım.”

 

“Anlamadım…” diyen Rosia başını kaşıdı: “Giderken neden onları da almak istediniz ki? Oradaki 35 kişiden 26sı doğru düzgün tiyatro eğitimi bile almamıştı. Onlar sizin tabirinizle ‘civciv’ bile sayılmazlar, yumurtadan çıkmaları lazım daha… Majesteleri’nin onları kabul edeceğini düşünmüyorum. Bella’ya misilleme yapmak istiyorduysanız daha yetenekli insanlar bulsaydınız bari…”

 

“Hepsini oynatmayacağım ki...”

 

“Ha?” diyen Rosia, donup kalmıştı.

 

“Senaryo okuyabiliyorlar mı?” diye soran May güldü: “Sahneye çıkmaları için daha çok yolları olsa da en azından senaryo okuyup yazabilirler. Bundan haberinin olmadığını söyleme bana. Majesteleri’nin şu anda tam da böyle insanlara ihtiyacı var.” Bir an duraksadıktan sonra: “Sen Majesteleri’nin bizi sadece oynamamız için mi işe aldığını düşünüyorsun?”

 

“Bu…”

 

“Lord Petrov olsaydı bu sorunun cevabı evet olurdu. Uzun Şarkı’nın başına geçmeden önce mutlaka her hafta tiyatroya girerdi. Ama Majesteleri Roland, ilk açılış oyunu haricinde hiç izlemeye gelmedi. Tiyatroyu kurmasının sebebi kendi zevki için değil. Aksine fikirlerini bu şekilde kitlelere yaymak istiyor. O cadıların kötü olmadıklarını yayan ilk oyunlara kıyasla yeni oyunlar olan ‘Yeni Çağın Eşiği’ ve ‘Yeni Gün’ oyunlarında da işçilik ve çalışmanın önemi anlatılıyor.”

 

“Demek işin aslı bu ha? Hiç böyle düşünmemiştim.” diyen Rosia’nın nutku tutulmuştu.

 

“Bir oyunu iyi oynamak istiyorsan sadece iyi rol yapman yetmez. O hikâyeyi anlaman ve karakterleri bir kıyafet gibi üstüne giyebilmen lazım. Bunlar aynı zamanda iyi oyuncuların de değişmez özelliklerindendir.”

 

“Teşekkür ederim!” diye eğildi Rosia.

 

“Rahat ol.” diyen May, gülümsüyordu: “Daha fazla oynamak falan istemediğin sürece bir işe girebilirsin.”

 

 

Gemi kasabaya vardığında May, Ferlin Eltek’in iskelede beklediğini fark etti. Doğal olarak Irene’i görmek için gelmişti. Irene’ın koşup Ferlin’e sarıldığını gören May, hafifçe iç çekti.

 

“Şuradaki Günışığı mı?”

 

“Majesteleri onu sürgün etmemiş…”

 

“Batının ilk şövalyesi gerçekten harika görünüyor.” dedi Kırlangıç: “Onun, tiyatronun yıldızı ile berab-”

 

“Öyle saçmalayan kim?” May’in soğuk sesi herkesi susturmuştu: “Hadi şu bagajlarınızla ilgilenin. Ghent ve Rosia kaydolmanız için sizi Belediye’ye götürecek. Geri kalan her şeyi onlar ayarlayacak.”

 

“Emredersiniz.” diye saygıyla eğildi hepsi.

 

Ellerini eşinin boynuna dolamış bir halde ona doğru geldi Ferlin: “Bayan May, Irene bana tiyatrodaki sıkıntıdan bahsetti. Teşekkür ederim.”

 

“Bana teşekkür etmenize gerek yok. Karşı taraf Irene’e sataşıyor olsa da aslında bana laf sallamak istiyordu.”

 

“Yine de teşekkür etmek isterim.” diyen şövalye güldü ve: “Eğer siz olmasaydınız Irene, çok üzülebilirdi.”

 

İkisi gittikten sonra May, bagajıyla beraber tek başına oturduğu eve doğru yürümeye başladı.

 

Eski hislerini barındırmıyor olsa da bu sahneyi görmek onu yine de biraz üzmüştü. O beklediği kişi de mektubunda yazdığının aksine gelmemişti. Ama tabi o Majesteleri’nin bir numaralı adamıydı. Öyle Ferlin gibi istediği zaman sağda solda gezemezdi…

 

Eve geçince bagajını yere bırakan May, uzun zamandır hissetmediği kadar rahat hissetti. Derin bir nefes aldı. Tam kendisine bir kadeh şarap koyacaktı ki kapı çaldı.

 

Kapıyı açtığında karşısında Carter Lannis’i gördü.

 

“Yarım saat erken gelmeni beklemiyordum.” diyen şövalye alnındaki terleri sildi: “Uzun Şarkı’dan gelen geminin vardığını duyar duymaz kışladan koştum geldim.”

 

“Bu adamı gördüğümde neden birden moralim yerine geliyor benim?” diye içinden geçirdi May.

 

“Bir şeyler içelim mi?”

 

“Maalesef hayır. Bu öğleden sonra çalışmam gerekiyor hala.” diye elini salladı Carter.

 

“Peki o halde.” diyen May, başını salladı: “Devlet işi beklemez. Kolay gelsin.”

 

“Buraya gelmemin sebebi sana bir hediye vermek.” diyen Baş şövalye cebinden beyaz ahşaptan bir kutu çıkardı ve May’e verdi.

 

“Bu Ucuzluk Pazarı’ndaki son çıkan ürün mü yoksa?” diye merakla sordu May. Ahşap kutunun kapağını kaldırdı. Sarı renkli bir yüzüğün kutunun en altında durduğunu gördü. Tepesinde parlak ve şeffaf bir taş vardı. Üstüne düşen sonbahar güneşini çok güzel bir şekilde yansıtıyordu.

 

Çok pahalı olduğuna hiç şüphe yoktu. Ucuzluk Pazarı’nda falan satılıyor olamazdı yani. Ve bu hediyenin anlamı belliydi… Meseleyi biraz geç kavrayan May, eliyle ağzını kapattı.

 

“Benimle evlenir misin?” diye hevesli bir şekilde sordu Carter.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44235 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr