Bölüm 296: Şeytan

avatar
2828 7

Release That Witch - Bölüm 296: Şeytan


 

Çevirmen: Lodos 

Maggie, sırtındaki Bülbül ile beraber savaşa tekrar girdiğinde işler tersine dönmüştü.

 

Sürekli kaçıp kurtulan Şimşek’i kovalamaktan yorulan Şeytan kükredi ve direkt aşağıdan gelen Maggie’ye doğru dalışa geçti. Hala büyümemiş olan kolunu zorladı. Çatırtı sesleri arasında bir mızrak daha çekti. Etrafa kırmızı bir toz bulutu yayıldı.

 

Neredeyse bütün gücünü harcamıştı ama çıkarabildiği mızrak eskisi kadar kuvvetli değildi. En azından Bülbül artık mızrağın izlediği yolu görebiliyordu.

 

“Maggie!” diye bağıran Bülbül, sisin içine atladı. Tam o sırada da Maggie değişim geçirerek bir güvercine dönüştü. İki hedef de ortadan kaybolunca haliyle mızrak isabet edemeden denize doğru yollandı. Sonrasında da Bülbül, sisten çıktı ve Maggie de canavar formuna geri döndü. Bütün bu kaçınma hareketini çok rahat yapmışlardı.

 

Şeytan acıyla karışık kükredi. Kolu çatırdayarak kırılmıştı. Ama sol eli hala dizginlerdeydi ve onlara doğru geliyordu. Aldığı pozisyona bakılırsa onlarla beraber yere çakılmayı yeğleyecek gibiydi. Geri dönmeyi kafasından atmıştı artık Şeytan.

 

Ama Maggie, onun bu isteğini yerine getirmeyecekti. Tam çarpışacakları anda bir anda alçalıverdi ve Şeytan üstünden geçip gitti. Dengesini tekrar kazandığında Bülbül’ün sırtında olmadığını fark etti.

 

Bülbül, tıpkı bir hayalet gibi Şeytan’ın arkasında belirivermişti. Şeytan hızla eline bağlı olan ipi çözmeye çalışıyordu. Ama Bülbül’ün bu fırsatı ona veresi yoktu.

 

Sanki bütün öfkesini serbest bırakırmışçasına tetiği çekti. Mermi, Şeytanın sırtındaki kabuktan girerek göğsünden çıktı. Birkaç kez nefes almaya çalıştı Şeytan. Boğuk sesler çıkarıyordu.

 

En son da Şimşek, efendisi ölmüş canavarı kendi saldırılarıyla denizin dibine yolladı.

 

Parlak Bulut, nihayet sahile inmişti.

 

Bülbül endişeyle Anna’ya: “Şimdi ne yapacağız?” diye sordu. Savaş sırasında soğukkanlılığını koruyabilen tek kişi Anna gibiydi.

 

“Çok uzaktayız. Durmadan uçsak bile en erken gece yarısına varırız.” diye açıklamaya koyuldu Anna: “Bu yüzden Şimşek ve Maggie’nin Majesteleri’ni önden kasabaya taşımaları lazım.”

 

“Hiç sorun değil!” diye cevap verdi canavar formundaki Maggie.

 

“Evet evet sorun değil. Hallederiz biz…” diyen Şimşek’in yüzü epey stresli görünüyordu. Muhtemelen iyi bir kâşif olmadığını falan düşünüyordu. Sırf o savaşmadığı için işleri daha da zorlaşmıştı.

 

Bülbül başını okşadı: “Kimse en başta iyi değildir. Senin hatan yok, endişelenme.”

 

Cadılar hep birlikte hala kendine gelmemiş olan Roland’ı Maggie’nin sırtına bağladılar. Şimşek de hazırlandı. Sonra da Sınır Kasabası’na gitmek üzere havalandılar.

 

“Ya biz?” diye sordu Wendy: “Çok fazla büyüm kalmadı, birazdan biter.”

 

“Gidebildiğimiz kadar gideceğiz. Düşman ikinci bir birlik yollayabilir belki. Hala onlara çok yakınız. Mümkün olduğunca uzaklaşmamız lazım. Güvenli bir yere ulaşınca saklanıp kamp yaparız.”

 

Anna’nın bu kararı diğer tüm cadılar tarafından uygun bulundu.

 

Parlak Bulut tekrar havalandığında sepette sadece beş kişi vardı.

 

“Şeytanlar bizi nasıl bulabildi ya?” diye sordu kafası karışan Soraya: “Hem sepet hem de balon gökyüzü kamuflajındaydı. Ayrıca 2000 metrelik bir yüksekliği dürbünle bile görmek çok zor.”

 

“Şaşırtıcı bir Şeytan vardı.” dedi kaşlarını çatmış olan Sylvie: “O siyah kulelerden birisinin üstüne çökmüştü. Vücudundan daha büyük bir kafası vardı. Sayısız göz vardı kafasında. Ona ufak bir bakış attım. Bütün gözlerini direkt bana çevirdi. Ve birden yüzlerce Şeytan, kulenin üstüne yükseldi.”

 

“O kadar çok var mıydı?” diye soran Soraya’nın nefesi kesilmişti.

 

“Çok vardır. O iki binek de çok garipti.” dedi Anna: “Mermiler isabet ettiğinde kanları siyah değil de koyu mavi akıyordu. Şeytan Ayları’nda karşılaştığımız melez canavarlardan kesinlikle farklılar.”

 

“Ama diğer yandan Şeytanlara da yakınlar.” diye cevapladı Soraya: “Bülbül’ün de ilk vurduğu Şeytandan koyu mavi kan çıktığını gördüm ben.”

 

“Onlar da canavar değil mi en nihayetinde?” diye sordu Sylvie.

 

“Onu bilmiyorum. Ama Maggie’nin onlara dönüşmesi çok iyi oldu.” diye heyecanla konuşuyordu Wendy: “Eğer Bülbül’ü kurtarmasaydı hepimiz büyük tehlikedeydik.”

 

“Yeteneği evrim geçirdi.” diye söze girdi Bülbül: “Vücudundaki fırtına şeklinde olan büyünün şekli değişti. Bembeyaz bir çift kanat olarak görünüyor artık.”

 

*

 

Majesteleri’nin kolunu tutan Şimşek’in kalbi suçluluk duygusuyla dolup taşıyordu.

 

“Şeytan’ın bir tek görünümü korkunçtu. Yoksa o kadar hızlı tepki veremiyordu. Eğer en başta onu engellemeye gitseydim Majesteleri şimdi bu durumda olmazdı…” diye düşünüyordu Şimşek.

 

Cesur olup yanındakileri korumak bir kâşifin olmazsa olmaz bir özelliği idi. Fjordlar’da iken Yıldırım ne zaman bir keşfe çıksa herhangi bir tehlike durumunda hemen yanındakileri korurdu. Tehlike ne olursa olsun hiç de geri adım atmazdı.

 

Şimşek ilk defa o an fark etmişti. Büyük bir kâşif olabilmesi için daha çok çalışması gerekiyordu. Babası ona becerilerin çalışarak, zihinsel becerilerin ise düşünerek ve kabullenerek elde edildiğini söylemişti.

 

Kesin bir çözüm bulmuştu ama bunun için Majesteleri tamamen iyileşene kadar beklemesi gerekiyordu. Ondan özel bir silah isteyecek ve Bülbül’den de onu eğitmesini isteyecekti.

 

“Majesteleri nasıl?” diye mırıldandı Maggie. Güvercin halindeki sesine göre şimdiki sesi epey sert ve kalındı: “Vücudu gitgide soğuyor gibi hissediyorum.”

 

Küçük kız Maggie’ye doğru döndü.

 

Gözleri kapalıydı Roland’ın. Dudaklarında hiç renk yoktu. Saçı da o haldeyken sanki gerçekten ölmüş gibiydi. Kıyafetindeki kanlar sertleşmişti. Anna’nın dağladığı yer ayan beyan ortada idi. Şimşek elini yavaşça Prens’in boynuna koydu. Bir parça nabız hissetti. Bu hayatta olduğunu göstergesiydi. Ama vücudu felaket soğuktu.

 

“Ne kadar büyün kaldı?” diyen Şimşek aklından kabataslak bir hesap yaptı: “Hızlanmamız lazım!”

 

Kükredi Maggie.

 

İki cadı Sınır Kasabası’na vardığında gözünün önünü görecek durumda değildi Şimşek. Son hızında uçmak büyü gücünü bitirmekle kalmamış fena halde de yormuştu onu. Dişlerini gıcırdatarak son bir güçle kalenin bahçesine uçtu ve muhafızlara bağırdı: “Çabuk Nana’yı getirin! Prens’iniz yaralandı!”

 

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44235 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr