Bölüm 291: Uyarı Mektubu

avatar
2942 8

Release That Witch - Bölüm 291: Uyarı Mektubu


 

Çevirmen: Lodos 

Gökhisar Kraliyet Sarayı’nda…

 

Timothy, asasını sıkıca kavramış bir halde kalabalığın arasında bir hayli mutlu görünen Baş simyacı Rayleigh Kenneth’a bakıyordu.

 

“O hainlerin çıkardığı simya formülünü bulabildin mi?”

 

“Elbette Majesteleri… Bu Simya Birliği’nin son ürettiği kar tozu. Müsaadeniz olursa ufak bir gösteri yapayım.” diyen Rayleigh eğildi.

 

Kral’ın onay verdiğini görünce elini arkasındaki kalabalığa doğru salladı ve iki öğrenci ellerinde bir torbayla öne çıktılar. Yere iki parça beyaz kâğıt serip kar tozunu iki şerit halinde yaydılar. Bir tanesi gri kül renginde, diğeri ise siyah kül rengindeydi.

 

“Lütfen dikkatli bakın Majesteleri. Açık renkli olan kar tozu şimdiye kadar hep o törenlerde kullandığımızdan. Ama diğeri yeni buluşumuz, çok daha hızlı yanabilen bir kar tozu.” diyen Rayleigh bir çakmak taşıyla kâğıtların üzerindeki barutu tutuşturdu. Açık renkli kar tozu yavaşça yandı ve sonrasında etrafa duman yaydı. Diğeri ise bir anda patlama gibi yanıvermiş ve bütün kâğıda sıçramıştı.

 

“Bu da ne demek?” diye kaşları çatık bir şekilde sordu Timothy: “Garcia’nın elindeki şey bir kâğıt parçasından daha fazlasını yakıyordu!”

 

“Muhakkak öyledir Majesteleri…” diyen Rayleigh gülümseyerek konuşmaya başladı: “Çıkan duman miktarını fark ettiniz mi bilmiyorum. Kar tozu ne kadar hızlı yanarsa duman da o kadar hızlı çıkıp dağılıverir. Bu da büyük patlamalara sebebiyet verir. Başka bir deneyle bunu kanıtlayacağım.”

 

Bu sefer de iki yumruk büyüklüğünde parşömen torbalar vardı. Sıkıca bağlanmışlardı. Öğrenciler torbanın içine giren ince bir ipi yakıp etrafına bakır bir kâse kapattılar. Kıvılcımlar ipten geçerek kâseye ve torbaya doğru gidiyordu.

 

“Dikkatli olun Majesteleri. Bu sefer ses epey gürültülü çıkacak, kulaklarınızı kapatsanız iyi olur.”

 

Simyacının uyarısı bittiği anda büyük bir patlama sesi duyuldu. Bakır kâselerden biri takla atarak yere düştü, diğeri ise tavana kadar sıçrayıp yere düştükten sonra birkaç kez daha sekti.

 

Timothy korkuyla yutkundu. Neredeyse asasını fırlatacaktı korkudan. Bu aptal neden son saniyede uyarmıştı ki…

 

Öğrencilerden biri yerde seken kâseyi alıp Kral’ın önüne götürdü. Timothy de bu sayede öfkesini bastırıp kâseyi incelemeye çalıştı. Ne de olsa Rayleigh, Baş simyacı idi. Ona bir şey yapması halinde simyevi silahlar yapması mümkün olmazdı.

 

O anda da kâsenin şeklinin değiştiğini fark etti. Sanki biri devasa bir çekiçle vurmuştu kâseye…

 

“Birden fazla yaptığım testlerde fark ettim ki kar tozunun gücü dumandan değil bu gazdan kaynaklanıyor. Bu aynı zamanda o hainlerin de kullandığı taktik.” Rayleigh salonun tam ortasında durmuş kendinden emin bir şekilde konuşuyordu: “Eğer kar tozunu toplayıp sıkıştırırsanız zırhları delecek, vücut organlarını parçalayacak kadar güçlü bir şey elde edersiniz. Er ya da geç bu kar tozu, kılıçların ve kalkanların yerini alacaktır. İyi eğitimli bir şövalye, sadece kar tozuna sahip olan bir sivil karşısında dayanamaz.”

 

Bu cümle kalabalıktan büyük bir uğultu yayılmasına sebep olmuştu. Timothy’nin şövalyelerinin çoğunun yüzü düşmüştü. Çelik Yürek Weimar bile öne çıkıp simyacı ile tartışmak istiyor gibiydi. Bunları gören Timothy, asasını hızla yere vurarak bağırdı: “Sessizlik!”

 

Kalabalık hep birden saygıyla eğilince Timothy tekrar Rayleigh’e baktı: “Senin formülün o hainlerin formülünün aynısı mı?”

 

“Hayır Majesteleri.” diyen Rayleigh başını salladı ve küçümser bir şekilde konuşmaya başladı: “Her ne kadar güherçile simya laboratuvarlarının olmazsa olmazlarından olsa da biraz hızlı tükenen bir madde. Kar tozu yapmaya çalışırken rastgele buldukları bir şey olmalı. Malzemesi kısıtlı olduğundan dolayı da çok test yapamamıştır. Ama benim bu hızlı yanıcı kar tozum çok fazla testten geçti ve şu an en iyi halinde. Şans eseri üretilmiş bir şeye kıyasla çok çok kaliteli…”

 

“Bunu bilmek güzel.” diyen Timothy biraz daha rahatlamıştı. Garcia’nın her yerde adamı olduğunu biliyordu. Ama kendi simya laboratuvarına köstebek sokabileceğini hiç düşünmemişti. O hainler, her işlerini çok düzgün planlamışlardı. Kaçarken de birkaç çırağı yanlarına almışlardı. Böyle bir şey normalde çok büyük bir sorun olmazdı. Her ne kadar büyük simyacılar dünyada nadir olsalar da Kral Şehri’nde en az 20 tane vardı. Normalde biri kaçsa çok sorun olmazdı. Ama bu sefer sorundu. Çünkü kaçarken yanında kar tozu formülünü de götürmüştü.

 

Sonucunda Timothy’nin casusları ve askerleri sadece geride kalan birkaç küçük figüranı yakalayabilmişlerdi. Hain grubunun hepsini değil… Timothy, haberi alır almaz Başbakanı’nı çağırmış, ülke genelinde ne kadar güherçile varsa hepsinin alınmasını ve hemen kar tozu yapımına başlanmasını emretmişti. Ve işte bugün, iki ay sonra alınan sonuçlar Timothy’yi epey tatmin etmişti.

 

Düşüncelerini toparlayan Timothy boğazını temizledi ve konuşmaya başladı: “İyi iş çıkarmışsın. Sana ödül olarak 25 kraliyet altını veriyorum. Ayriyeten iç şehirde sırf kar tozuna özel bir laboratuvar açacağım. Kar tozunun seri üretimine hemen başlanması lazım. Ama işi sıkı tutacaksın, gevşekliğe gelemeyiz. Eğer gerçekten dediğin gibiyse ve artık kılıçların kalkanların bir önemi olmayacaksa seni bir unvan ve araziyle ödüllendirmek hiç sorun olmaz.”

 

“Çok teşekkür ederim Majesteleri, sağ olun!”

 

Simyacı salondan çıkınca kendini daha faza tutamayan şövalye Weimar ayağa kalktı ve konuşmaya başladı: “Majesteleri! Her ne kadar o gösterdiği şey korkutucu olsa da bir sivilin bir şövalyeyi yenmesi imkânsız. Sizin de gördüğünüz gibi ateşlenmesi gerekiyor ve menzili en fazla bir metre. Öyle bir mesafede karşımda kim durursa dursun çok rahat öldürebilirim. Yakınıma girseler dahi ipin yanma süresinde çok rahat öldürüp oradan uzaklaşabilirim. Rayleigh’in konuşmalarından hiç savaş görmediği anlaşılıyor...”

 

“Biz de aynı şekilde düşünüyoruz Majesteleri!” dediler diğer şövalyeler.

 

“Bu yüzden daha iyisini yapmasını sağlayacağım. Mesela yanma zamanını kısaltmak ya da düşmana doğru atılabilecek bir şey olması gibi falan... Hem merak etmeyin. Hangi silahı kullanırsa kullansın bir çiftçinin bir şövalyeden daha kötü olacağına eminim.”

 

Timothy böyle konuşsa da aslında içinden tam tersini düşünüyordu. Her ne kadar sivil halk normalde korkak ve çekingen olsa da haplarla kontrol edilip kar tozunun kullanımı öğretilirse çok büyük bir silaha dönüşürlerdi. Bir şehir kapısı ya da bir suru geçmeleri gerektiğinde ellerinde kar tozu olan birkaç tane askerini gönderir ve hemen büyük bir boşluk açabilirdi düşman savunmasında.

 

Tam o anda dışardan koşan birinin ayak sesleri duyulmaya başlandı. Çok geçmeden de muhafızlardan biri koşarak içeri girdi ve Kral’ın önünde eğilerek konuşmaya başladı: “Majesteleri! Sınır Kasabası’na gönderdiğiniz birlikler yenilmiş. Sağ kalanların bazıları şimdi döndüler. Birçok insanın haberi oldu şimdiye: Yanlarında bir de uyarı mektubu getirmişler.”

 

“Ne?” diyen Timothy’nin gözleri yerinden fırlayacak gibiydi: “Çenelerini kapamalarını sağla ve hepsini buraya getir!”

 

 

Bir dizi asker yırtık pırtık kıyafetleriyle diz çökmüş aman dileniyorlardı: “Majesteleri merhamet edin! Bize biraz hap verin yoksa dayanamayacağız.”

 

“Sizi zavallılar sizi… Tek göreviniz düşmana yapılacak saldırı esnasında geberip gitmenizdi… Hayatta kalmışsınız ve boşa nefes alıp veriyorsunuz. Bir de utanmadan hap mı istiyorsunuz?” diye içinden geçirdi Timothy. Sonrasında da askerlere soğuk bir bakış atıp alçak bir sesle konuşmaya başladı: “Nasıl oldu da yenildiniz? Savaşın nasıl olduğu hakkında bana doğru düzgün bir şeyler anlatabilen olursa hapı alır.”

 

Askerlerin hepsi aynı anda konuşmaya başladı: “Daha gemideyken saldırıya uğradık. Bütün filoya kaos çöktü bir anda. Baş Şövalye karaya çıkıp sıraya girmemizi söyledi. Ama karaya çıktığımız anda da bitmek bilmeyen arbalet oklarıyla karşılaştık. Öyle yoğundu ki karşılık vermeye fırsat bile bulamadık. En başta teslim olanlar şövalyelerdi. Onların diz çöktüğünü görünce biz de silahlarımızı atıp diz çöktük…”

 

“Peki şövalyelere ya da baş şövalyeye ne oldu?”

 

“Bilmiyorum. Bizi kampa götürdüler ama hiç şövalye görmedik.”

 

Timothy kaşlarını çattı. Sesi daha da soğuklaşmıştı: “Siz nasıl geri dönebildiniz?”

 

“Prens Roland serbest bıraktı bizi.” diye atıldı içlerinden biri: “Size iletmemizi söylediği bir de mektup verdi bize.”

 

“Hepinize mi?”

 

“Evet! Bende de var bir tane.”

 

“Bana da bir tane verdi Majesteleri!”

 

Askerler bir yandan bağırırken bir yandan da ayağa kalkıp ceplerindeki mektupları çıkarıyorlardı.

 

“Kahrolsun! Herkese mi vermiş?” diye düşünen Timothy mektupların hepsini toplayınca hepsinde aynı şey yazdığını fark etti:

 

“Bu aptal hareketlerinden dolayı senin adına üzülüyorum Timothy Wimbledon. Batıya yaptığın bu saldırılar aslında bedelini çok ağır ödeyeceğin büyük hatalar dizisi. Sonbaharın ilk ayının ilk günü Kral Şehri’ne saldıracağım! Düşündüğün kadar rahat ve güvende olmadığını göstereceğim sana! O gün geldiğinde bütün dünya tahtının sallandığını görecek!”

 

-Roland Wimbledon.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr