Bölüm 285: Cevap

avatar
3071 8

Release That Witch - Bölüm 285: Cevap


 

Çevirmen: Lodos

Uyku Adası’nda ortam günden güne iyiye gidiyordu. Tilly, uçarken aşağıdaki yoğun kalabalığı ve canlı pazarı görebiliyordu.

 

Uyku Adası artık gizlice yalnız yaşayan 300 cadının bulunduğu bir yer değildi. Müzakereler ve ticaret anlaşmalarıyla Yeni Ay Kervanı, İkiz Ejder Adası, Günbatımı Limanı ve Sığ Su Kenti, Uyku Adası ile ticaret bağlantısı kurmuştu. Dahası, buraya yerleşmek için yakındaki kalabalık köylerden birkaç sivil de gelecekti.

 

Şimdilik adanın dışında, cadılardan uzakta toplansalar da, Tilly bir gün Uyku Adası’nın önyargısız bir şehir olacağına inanıyordu. Birleşme süreci yavaş bir süreçti. Ama o, sonuç bakımından epey umutluydu. Diğer adalardaki cadıların Uyku Adası’nda onlara katılmaları ya da memleketlerinde halk tarafından kabul edilerek kalmaları arasında bir fark yoktu. Her iki durumda da haberler onun için iyiydi. Bu, Tilly ve adaya göç eden cadılar için daha fazla destek demekti.

 

"Aşağı in, hava rüzgârlı!” diye bağırdı Ashes: “Düşmemeye dikkat et!"

 

"Ben iyiyim!” diye el salladı Tilly. Aniden bir anlığına kendisini kaybetse de bir süre sonra vücudunu tekrar dengeledi: “Ah… Kontrol etmek hala biraz zor.”

 

“Yine çok yükseğe çıktın.” dedi Ashes: “Bari antrenman yaparken daha aşağıdan uç. Şimdi aşağı inmezsen, seni kendim yakalamak için çatıya tırmanacağım!”

 

"İyi, iyi, anladım.” diyen Tilly, rüzgârın güçlendiğini hissetmişti. Durumu zorlaştırmak istemiyordu. Büyüsünü yavaşça geri çekerek yere indi.

 

“Bunu bir daha yapacağın zaman lütfen Molly’yi çağır. En azından büyülü hizmetçisi seni koruyabilir.” dedi Ashes.

 

"Büyü gücü sağladığım sürece düşmem imkansız. Olabilecek en kötü şey gideceğim yönü kontrol edememem olur.” diyen Tilly, mavi büyülü taşı çıkardı ve Ashes’a verdi: “Bunu denemelisin. Uçmak o kadar muhteşem ki… Uyku Adası'na yukarıdan bakmak müthiş bir şey.

 

“Ben almayayım.” diye reddetti Ashes.

 

“Pekala.” diyen Tilly taşı geri aldı: “Arkasındaki prensibi bulmayı ve sonra ona benzer başka büyülü taşlar yapmayı başarırsam harika olacağını düşünüyorum.”

 

“Sence bu taşlar insanlar tarafından mı yapılmıştır?”

 

"Elbette.” diye cevap veren Tilly, tereddüt etmemişti: “Cilalı yüzeyine ve amacına bakılacak olursa bu taşın doğal olarak oluşması pek olası değil gibi. Harabeleri inşa eden insanların derin bir büyü gücü anlayışına sahip olmaları gerekirdi. Ama bize anlaşılması zor bazı belgelerden başka bir şey bırakmamaları gerçekten üzücü.”

 

Tam o anda, aniden gökten kocaman bir beyaz figür düştü. Hızlıca yere çarpınca etrafında bir toz bulutu havalanmıştı.

 

"Maggie?” diyen Ashes kaşlarını kaldırdı.

 

“Ah… Bu acıttı.” Gelen gerçekten de Maggie idi. Ayağa kalktı, başını ovuşturdu ve: “Gözlerim benimle dalga mı geçiyor? Leydi Tilly gökyüzünde mi uçuyordu?”

 

"Doğru gördün. Ben bir süre önce uçuyordum.” diyen Tilly gülümsedi ve kızın yanağını okşadı: “Her neyse… Bizim cadılar Sınır Kasabası’na alışabildiler mi?”

 

“Çok iyiler, çok iyiler. Benden sana bir mektup göndermemi istediler.” diyen Maggie, mektuplarını bulmak için çantasını açtı ve: “Bu Lotus'dan. Bu Evelyn'den ve bu da Majesteleri’nden…” dedi.

 

Tilly şaşırmıştı. Prens’in mektubu yarım parmak kalınlığındaydı. Sanki bir paketmiş gibi sıkıca sarılmıştı. Elinde tutarken biraz ağır olduğunu hissetmişti Tilly. Sadece basit bir mektup olmadığı aşikardı.

 

“Yorgun olmalısın.”

 

Ashes yarım buğday turtası çıkardı ve Maggie'ye küçük bir parça verdi. Ama Maggie başını salladı. Ağzına bir parça kurutulmuş balık koydu ve: “Molly ile oynayacağım.” dedi. Sonra bir kez daha kocaman bir beyaz güvercin haline geldi ve çiçek bahçesinden uçtu.

 

“Daha bir ay geçse de neden onun büyüdüğünü hissediyorum?” diye sordu Ashes.

 

“Ben de aynı şekilde hissediyorum.” diyen Tilly güldü: “Demek ki Sınır Kasabası’nda yaşam gerçekten çok iyi."

 

Tilly odasına döndüğünde Roland Wimbledon'un mektubunu açtı ve sözcüklerle dolu bir mektubun yanı sıra, bir sürü de çok gerçekçi resimler olduğunu fark etti.

 

"Bu nedir?” diye soran Ashes kadar Tilly de şaşırmıştı. Başını salladı ve resimleri birer birer açtı. İçeriklerine inanmak biraz zordu: Arka plandaki batan güneşin kanlı kırmızı ışığının altında, iki korkunç görünümlü canavarın bir grup cadı ile ölümüne mücadelesi. Cadılar belli ki kaybediyordu ve yetenekleri işe yaramaz görünüyordu.. Son resimde de birkaç cadı bir kan havuzunda ölü olarak yatıyordu.

 

Tilly kaşlarını çattı. Önündeki sahneler bir cadı tarafından açıkça çizilmişti. Sadece sihirli güç bu kadar canlı ve gerçek çizimler yapabilirdi. Ama… Bunlar sadece çizimler miydi yoksa gerçekte olan bir olayı mı temsil ediyorlardı?

 

Huzursuzluk hissi ile mektubu aldı ve çabucak okudu.

 

Kısa süre sonra Tilly göğsünde bir sıkışma hissetti. Birçok kez aynı kelimeyi görmekten dolayı elleri titremeye başlamıştı: ‘Şeytan’ kelimesini…

 

"Sorun nedir?” diyen Ashes ellerini tuttu: “Mektupta ne yazıyor?”

 

"Cadı Birliği’nin geçmişi…” dedi Tilly: “Vahşi arazilerde Kutsal Dağ’ı ararlardı… Kutsal Dağ'ı duymuş olmalısın…”

 

Ashes umursamaz bir tavırla söze girdi: “Evet, tüm cadılar için efsanevi bir yer. Cadılar sadece Kutsal Dağ'da gerçek barış ve huzur elde edebilirlermiş. Ama bu sadece bir söylenti. Uyku Adası’nda bizler de barış içinde yaşayabiliyoruz. Şeytani işkence de Kilise’nin yarattığı bir yalandan başka bir şey değil.”

 

“Ama Cara, Kutsal Dağ'ın gerçekten var olduğuna inanmış. Ayrıca Kral Şehri’nin doğusundaki ormanda bazı harabelerde bir kitap bulmuş. Cadı Birliği Geçilmez Dağ’ın eteklerindeyken onları vahşi arazilere doğru yönlendirmiş. Ancak karşılaştıkları şey Kutsal Dağ değil, bir tür korkunç canavarmış.” dedi Tilly alçak bir sesle.

 

"Çizimlerdekiler mi yani?” diye soran Ashes derince bir nefes aldı.

 

"Kesinlikle.” diyen Tilly’nin yüzü kararmıştı: “Mektuba göre, hayal edilemez bir güce sahipler ve son derece de çevikler. Şeytani canavarları kontrol edebiliyorlar ve içlerinden birisi, elinden yıldırım çıkarabiliyor. Tıpkı bir cadının yeteneği gibi. 40'tan fazla cadıdan sadece altısı hayatta kalabilmiş. Başka seçenekleri olmadığı için de altı cadı, Sınır Kasabası Lordunun yardımını istemişler.”

 

“Anlıyorum.” diyen Ashes iç çekti: “Demek mesele buymuş…”

 

"Benim kafamı karıştıran bir şey daha var. O antik kitabın sonunda, dört krallığın dilinde yazılmış özensiz bir deneme var.” diyen Tilly mektubun arkasını kontrol etti: “Kutsal Şehir’den, Şeytanlarla yapılan savaşlardan ve Alice'in Tanrı'nın Cezalandırma Ordusu'ndaki deneylerinden falan bahsediyormuş. Tüm bunlar 400 yıl önce olmuş olmalıydı. Ancak krallık diline aşina olmalarına rağmen neden diğer kitapları ve literatürü oluşturmak için tamamen farklı bir dil kullandılar ki?”

 

Prenses Tilly bunu uzun süre düşündü. Ancak sonuçsuz kalmıştı. Bu yüzden her şeyi bir kenara bıraktı ve Sınır Kasabası'nın Lorduna dair olan incelemeyi okumak için Sylvie’nin mektubunu aldı.

 

Fakat mektubun ilk cümlesini gördüğü anda ‘Şeytan’ kelimesini gördüğünden daha çok şok olmuştu.

 

"Leydi Tilly… Roland Wimbledon'da kamuflaj ya da sihir gücü belirtisi bulamadım. Cadı Birliği'nin yanında kasabada saklanan başka cadılar da yok. Sanırım Roland Wimbledon sizin özkardeşiniz…”

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44808 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr