Bölüm 277: Tiyatro’daki Çatışma  

avatar
2867 8

Release That Witch - Bölüm 277: Tiyatro’daki Çatışma  


 

 

Çevirmen: Lodos

Uzun Şarkı, Tiyatro Salonu

 

Seyircinin ıslıkları ve tezahüratları devam ederken perde kapandı. May alnındaki teri sildi ve Irene’in ona nasıl heyecanlı bir şekilde baktığını gördü. Kafasını gururla iki kez salladı.

 

Aldıkları bu geri dönüş Irene’i çıldırtmıştı. Perde tamamen yere iner inmez koşarak May’in boynuna atlamıştı.

 

“Oynayabiliyorum! Gerçekten oynayabiliyorum!”

 

May kibirli bir bakış atarak Irene’i itti ve: “O kadar süre geçti! Bi zahmet artık!” dedi.

 

Rosia çekine çekine: “Bayan May… Y-Ya ben nasıldım..?” diye sordu.

 

“Senin işin uzun.” diye tereddütsüz cevap verdi May: “İfadelerin katı, hareketlerin cansız ve hiç duygu katmıyorsun. İkinci sahne sırasında iki hatan vardı. Dördüncü sahnede de tamamen yanlış yerde durdun. İşte, senaryoyu ezberlemezsen böyle şeyler olur…”

 

“Heh heh… Bayan May biraz mükemmeliyetçi bakıyor sanki…” diyen Gheit garipçe ensesini kaşıdı: “Ama seyirci epey beğendi… Hala alkış sesi geliyor, baksanıza…”

 

“Bu insanların çoğu hayatlarında ilk defa tiyatro gören cahil halk.” diye araya girdi May: “Eğer bu gösteri sıradan bir şov olsaydı, yani izleyenler soylular olsaydı, o yaptığınız birkaç hatadan dolayı çoktan bizi protesto etmeye başlamış olurlardı. Eğer bir oyuncu olacaksanız bu geçici başarılardan tatmin olmamanız lazım. Sürekli sahneye çıkmalısınız ve sadece oynamalısınız. Başarılar sizi rahatlatmamalı.”

 

Diğer oyuncuların hepsi başlarını eğdi ve hep bir ağızdan: “Teşekkür ederiz!” dediler.

 

May içini çekti. Bu grubun hocası olarak görülmek istemiyordu. Ama en sonunda biraz düşündü ve amaan diyerek konuşmaya başladı: “Tamamdır millet! Çalışmaya devam! Cadı Günlüğü, Eylül sonuna kadar gösterilecek. Kendimizi geliştirebileceğimiz büyük bir boşluk var önümüzde. Bu çok nadir ve değerli bir fırsat, iyi değerlendirin!”

 

“Emredersiniz!”

 

Bir ay önce May, Eğitim Bakanlığı’ndan tiyatro ekibinin Uzun Şarkı’ya giderek gösteri yapması gerektiğini belirten bir talimat almıştı. Bu ekiple Sınır Kasabası’na yaptığı yolculuk sayesinde tanışmıştı.

 

Belki de Majesteleri Roland ve Vekil Dük Petrov tiyatro hakkında bir anlaşma yapmışlardı. Bu yüzden de hem o eski oyuncu ekibiyle hem de yeni katılan yeteneksiz birkaç kişiyle, işte Uzun Şarkı’nın en büyük sahnesinde gösteri yapmışlardı. Normal zamanlar olsa May dışındakiler figüran olarak bile seçilemezlerdi… Ama işte az önce batının yıldızıyla oyun sergilemişlerdi… Kader, gerçekten çok garip işliyordu.

 

May, sahne arkasına geçtiğinde kaşları hala çatıktı.

 

Bekleme salonunda bir grup oturmuş, sesli sesli birbirleriyle konuşuyorlardı. May’in içeri girdiğini görür görmez içlerinden bir kadının yaptığını yapıp bir anda ayağa kalkıp etrafını sardılar.

 

Bunların hepsi diğer grubun oyuncularıydı. May, bu gruba öncülük eden kadını da hatırladı. Adı Bella Dean idi. Biraz ünlü biriydi. Bazı soylular bu kadın ile May’i batının yıldızı olma konusunda yarıştırıyorlardı. Ama May hem şöhret hem de oyunculuk açısından bu kadını çok rahat ezip geçebileceğini biliyordu.

 

“Kimleri görüyorum burada?” diyen Bella, May’i geçerek yavaş yavaş Irene’e ilerliyordu: “Kaçak göçek Sınır Kasabası’na sığınmış bir grup yeteneksiz oyuncu...”

 

“Ne dedin sen?” diye afallamış bir halde sordu Irene. Gheit, Rosia ve diğer herkes bir anda ciddileşmiş ve iki adım geri çekilmişti.

 

“Tüh…” diyen Bella yalandan ağzını kapattı: “Daha kendisinin kim olduğunu bile bilmiyor.” Bu kelimelerden sonra gruptan birkaç kişi güldü: “Açık konuşayım o halde… Uzun Şarkı gibi büyük bir şehirde senin gibi küçükler oynayamaz. Bir de Uzun Şarkı Tiyatrosu böyle adi ve üçüncü sınıf oyunları kaldırmaz. Cadı Günlüğü de ne be? Birkaç sokak köpeği ağlıyor sanki. Böyle iştah kaçıran bir oyunu kim izlemek ister ki? Ne kadar erken defolup Sınır Kasabası’na gidersen o kadar iyi olur.”

 

“Sen!” Irene kızarmıştı: “Sen neye üçüncü sınıf diyorsun!?! Seyircinin alkışlarını duymadın mı!?!”

 

“Seyirci mi?” diyen Bella alaycı bir kahkaha attı: “Gün boyu tarlalarda, bokun çamurun içinde çalışan insanlara seyirci mi diyorsun sen? Güldürme beni! Önlerine hoplayıp zıplayan birkaç tane maymun koysan yine öyle alkışlarlar! Biletler ücretsiz olmasaydı sence para verip izlerler miydi?”

 

“Ben…” diyen Irene ağzını açmıştı ama ne cevap vereceğini bilemiyordu.

 

“Tiyatro zaten sizin ücretsiz gösterileriniz yüzünden büyük gelir sıkıntısı yaşıyor! Bir de bu iğrenç insanlar geldikçe bu binaya soylular niye gelmek istesin ki?” diyen Bella sesini yükseltti: “Kim yağlı, pis ve çamurlu sandalyelerde oturmak ister ki? Ben de sizin gibi iğrenç insanların bıraktığı yere gelip oyun oynamak istemem tabii!”

 

May, Bella’nın kavga çıkarmaya geldiğini düşünüyordu. Evet, belki bu ekip geldiğinden beri soylular tiyatroya gelmek istemez olmuşlardı ama May, Bella’nın bu konudan dolayı çok sıkıntı çektiğini de düşünmüyordu. Etraftan duyduklarına göre May, Uzun Şarkı’dan ayrıldıktan sonra tiyatro kasten Bella’yı yeni yıldız yapmaya çalışmıştı.

 

Bella’nın niyeti ortadaydı aslında. Irene’e ve diğerlerine saldırıyor gibi görünse de asıl hedefi May idi. Eğer bu insanlar geri çekilirlerse May de Cadı Birliği’ni tek başına oynayamayacağından dolayı utanç içinde Sınır Kasabası’na geri dönecekti. Yani Irene ve diğerlerinin kaybetmesi halinde May de kaybetmiş olacaktı. Tabii bir de eğer bu grup oyunlara devam ederse May de batının yıldızı olarak kalabilecekti. Devreye girmesi gerekiyordu.

 

 “Tiyatronun gelirleri mi düşüyormuş?” diyen May arkasını döndü ve saygısızca konuşmaya başladı: “Tiyatro sırf ücretsiz bilet dağıtıyor diye nasıl böyle saf bir cevaba ulaşabilirsin, anlamıyorum. Tiyatro yöneticisi ile Majesteleri Roland ve Vekil Dük Petrov bir anlaşma yaptılar. Ücretsiz dediğin biletlerin hepsinin parası Sınır Kasabası tarafından karşılanıyor. Bu saçma bir evcilik oyunu değil ki! Ticari bir sözleşme var ortada. Sırf boş boş konuşabilmek için hayal gücünü kullanmayı bırakıp biraz araştırsan iyi edersin!”

 

“Sen… Sen sadece saçmalıyorsun!”

 

“Eğer bir gelir azalması olmuşsa bu sen ve senin grubun yüzündendir.” diyen May bir kahkaha attı: “Bir keresinde Kral Şehri’nde bir oyun oynayacaktım. Tiyatro da açık havaya kurulmuştu. Şanssızlık bu ya! Tam da o gün yağmur yağdı! Ama soylular yine de tıklım tıklımdılar. Buradan şunu anlıyoruz: Sen diyorsun ya hani, sıradan halk buraya geliyor diye soylular gelmiyormuş. Güzelim onunla bir alakası yok! Tek sebebi sizin gibi maymunların hoplayıp zıplamasını beğenmiyorlar! Ondan gelmiyorlar!”

 

“…”

 

Ortalığa bir anda sessizlik çökmüştü.

 

“Son olarak da sen ‘Cadı Günlüğü’nü üçüncü sınıf ve adi olarak sınıflandırmıştın değil mi? Birkaç sokak köpeği ağlıyor falan demiştin…” May, gülümsüyordu. İnsanın kanını donduracak bir sesle konuşmaya başladı: “Sana söylememiş olabilirim ama senaryoyu yazan bizzat Majesteleri Roland Wimbledon. Yani sen Majesteleri’nin fikirlerinin adi ve üçüncü sınıf olduğunu mu iddia ediyorsun? Kraliyet ailesinden birine hakaretin cezası dilinin kesilmesi olur. Hala aynı görüşte misin?” Bunları diyen May, Bella’nın arkasındaki gruba baktı ve: “Ya siz? Siz hangi görüştesiniz?” dedi.

 

May’in bakışlarından korkan grup üyeleri birer birer geriye çekiliyorlardı.

 

 

“Yeter!” diye haykıran Bella dişlerini gıcırdatıyordu: “Madem Sınır Kasabası’na gittin, hiç geri dönmemeliydin! Bilmiyorum mu sanıyorsun May? O aptal kasabaya gitmenin tek sebebinin Gün Işığı Ferlin’i görmek olduğunu bilmiyorum mu sanıyorsun?”

 

Şaaak!

 

Bella’nın sesi May’in tokadıyla yarıda kesilmişti. Bella’nın yanağında kırmızı bir el izi çıkmıştı. Yanağına dokundu. İnanamıyordu: “Sen bana vurmaya nasıl cüret…”

 

Bella’nın arkasından iki ekip arkadaşı öne çıktı ve Bella’yı tutarak: “Çok ileri gittiniz Bayan May.” dedi.

 

Gruptan bir başkası da: “Madem iyi ve saygıdeğer bir oyuncusun, o zaman özür dile.” dedi.

 

“Özür mü? Haklı olduğum halde neden özür dileyecekmişim?” diye düşünen May kahkaha atmaya başlamıştı. Ciddi bir kavgaya hazırlıyordu kendini.

 

Sakin bir ifadeyle Bella’nın arkasında duran iki adamı süzmeye başladı. O sırada da aklına Carter Lannis’in söyledikleri geldi: “Bir adamın gücüne bakma. Gücü olduğu kadar da zayıflığı vardır herkesin. Gözlerine ya da gırtlaklarına yapılacak bir darbe onları etkisiz bırakır. Tabi bir de bacak arasına… Hızlı ve mantıklı hareket ettiğin sürece senden kat kat güçlü bir adamı bile yenebilirsin.”

 

Carter’ın söylediklerini tam olarak uygulayamayacağından korksa da ayağını hücum pozisyonuna aldı. Sadece o iki adamın yaklaşmasını bekliyordu…

 

Tam o sırada bekleme salonunun kapısı yıkılarak açıldı. Zırhlı bir şövalye ve birkaç asker ellerinde mızraklarla odaya daldılar. Mızraklarını kalabalığa yöneltmişlerdi.

 

“Duyduğuma göre birileri Majesteleri’ne iftira atıp hakaretlerde bulunuyormuş!”

 

May gözlerine inanamıyordu. Gördüklerinden emin olmak için birkaç defa gözünü açıp kapattı. Ama hiçbir şey değişmemişti. Baştan beri gördüğü şey doğruydu. O hınzırca gülümseyen zırhlı şövalye Carter Lannis idi.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44316 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr