Bölüm 272: Kuzey Yamaç Madeni

avatar
2780 9

Release That Witch - Bölüm 272: Kuzey Yamaç Madeni


 

Çevirmen: Lodos

Madenin içine ilerledikçe hava da bir o kadar rutubetli oluyordu.

 

Sylvie elinde meşaleyle yukarıdan düşen damlalardan kaçarak gruba liderlik ediyordu. Etrafta hiç ışık olmaması büyüsünü etkilemiyordu. Meşaleyi taşımasının tek sebebi büyü gücünü olur olmaz yerde kullanmak istememesiydi.

 

“Yol bir kez daha ayrılıyor.” diyen Bülbül grubun en önünde gidiyordu: “Bu kaçıncı mağara oldu?”

 

“Girişteki ilk yol ayrımını geçtiğimizden beri 23. mağara.” diye cevap veren Şimşek, o sırada notlarına bakıyordu.

 

“Umarım bu sonuncu olur.” diye homurdandı Sylvie. Sonra da büyülü gözünü açtı: “Sol taraf maden bölgesinden ayrılıyor ve hiç cevher yok. Sağ taraf da aynı.”

 

Şimşek bu sonuçları yazdı ve: “O halde göz atmamız gereken son mağaralar bunlar.” dedi.

 

“Hadi!” diyen Bülbül ileri atıldı. Bülbül’ün yeteneği sadece görünmezlik değildi. Sylvie, onun vücudundaki büyü değişimlerini görebiliyor ama yaptığı hareketleri tam olarak kestiremiyordu. Şimşek’in anlattıklarına göre Bülbül savaş konusunda epey iyiydi.

 

Roland’ın grubun önünde Bülbül’ün gitmesini istemesinin sebebi buydu demek ki…

 

Bu madenin bir zamanlar antik canavarların yuvaları olduğuna dair birtakım söylentiler vardı. Hatta birkaç madencinin yıllar içinde ortadan kaybolduğu da olmuştu. Bu keşfe çıkmadan önce Majesteleri sıkı sıkıya dikkatli olmalarını ve en ufak bir belirsizlik halinde direkt çıkıp kendisine haber vermelerini tembihlemişti.

 

 Ama Sylvie bu söylentilerin doğru olduğuna inanmıyordu. Büyülü gözünden kaçabilecek hiçbir canavar yoktu. Duvarın içinde gezinen küçük yılanları dahi fark edebiliyordu.

 

Keşif ekibi dört kişiydi. Sylvie, Bülbül, Şimşek ve Lucia isimli küçük kız. Ne zaman bir madenle karşılaşsalar onları küçülterek özenle paketleyip cebine atıyordu. Sonra da Majesteleri’ne verecekti.

 

Şimşek, madenin haritasını çizmekten sorumluydu. Kendisinin dâhil olmadığı bir maceranın tam bir macera sayılmayacağını söylemişti. Onun bu gururlu sözlerini duyan Sylvie’nin aklına Uyku Adası’ndaki o denizci kâşif adam gelmişti.

mağara madenin en dip noktasındaydı. Sonsuz bir çukur gibi görünüyordu. Biraz gittiklerinde mağara üç kola ayrılıyordu. Her üç kolun sonunda da yine birden fazla dal vardı. Maden alanının neredeyse çıkışına varmışlardı. Daha fazla bir şey bulamamaları halinde keşifleri sona erecekti.

Şimşek’in ‘Hayat Kapısı’ adını verdiği ilk yol ayrımına döndüler. Sylvie büyülü gözüyle tekrardan 23. mağaraya ve ayrılan üç koluna baktı.

 

Büyülü gözünü ne kadar uzak mesafelere bakmak için ya da aynı anda ne kadar fazla şeye bakmak için kullandığında büyü gücü de bir o kadar artıyordu. Bu yüzden üç yolun üçüne de ayrı ayrı bakmaya karar verdi.

 

“Üç numaralı kol… Evet, sonunda maden alanı yok. Orada sanki… ” diyen Sylvie, şok geçiriyordu sanki: “İçinde beş dal var. Bir tanesi uçurum gibi aşağı doğru gidiyor.”

 

“Aşağı mı?” diye sordu Şimşek.

 

“Aynen öyle.” diyen Sylvie tekrardan bakıyordu. O uzun kol aşağı doğru gidiyor birkaç kez sapıyor sonrasında da tekrardan mağaraya dönüyordu. Daha da ileriye bakmaya çalıştığında birden başı döndü ve gözlerini açarak: “Sanırım maden bölgesine geri dönüyor.” dedi.

 

 “Neyse ne. Hadi bir göz atalım.” diyen Bülbül, omzunu silkti.

 

Grup, birbirleri ardına mağaraya girdi. Yaklaşık 15 dakika yürüdükten sonra sonuna varmışlardı.

 

Tünel, Sylvie’nin gördüğü gibi beşe ayrılıyordu. İçlerinden bir tanesi öylesine dardı ki bir insanın oraya girmesi için emeklemesi gerekirdi. Ama Sylvie’nin asıl şaşırdığı yol beşinin de ortasında duruyordu. Sanki derin bir yamaca çıkıyordu bu yol.

 

“Dümdüz aşağı gidiyor gibi.” diyen Bülbül, elinde meşaleyle etrafa bakıyordu: “Bu mağara garip bir şekilde bana Geçilmez Dağ’daki yeraltı mağaralarını andırıyor.”

 

“O zaman hadi hızlıca bitirip dönelim hemen.” diyen Lucia korkmuş bir şekilde Bülbül’ün kolunu tutuyordu: “Burayı sevmedim. Sanki birisi bizi sürekli gözlüyor gibi.”

 

“O mağarada çamurdan başka bir şey yok.” diyen Sylvie de her ne kadar burayı sevmemiş olsa da yeteneği ona tehlike olmadığını söylüyordu: “Sağ ve sol taraftaki dört yol maden alanından epey uzaklaşıyor.”

 

O dört yolu hızla gözden geçirdi ve büyü gücünü ortadaki yola çevirince bir anlığına bayılacakmış gibi hissederek hafifçe inledi.

 

“Sorun ne?” diye sordu Şimşek.

 

“Ben… Daha fazlasını göremiyorum...”

 

“Göremiyor musun?” diye inanamayarak sordu küçük kız: “Çok yorulduğundan dolayı yeteneğinde bir bozukluk oluşmuş falan olabilir mi?”

 

“Hayır. Yeteneğim gayet yerinde.” diyen Sylvie büyülü gözlerini kapattı. Bir süre sonra açtığında hiçbir şey görememişti. Yükselen baş ağrısını umursamadan daha derinlere ve uzağa bakmaya çalışsa da her şey karanlıktı. Orta yoldaki her şey çok karmaşıktı. Tamamen karanlıktı.

 

“Benim büyümü engelleyen bir şey var.”

 

“Burada bekleyin ve bir yere ayrılmayın.” diye emir veren Bülbül iki gümüş silahını çekti: “Ben gidip bir bakacağım ve hemen döneceğim.”

 

“Dur, gitme!” diye bağırdı Sylvie: “Böyle bir etki yapabilen tek bir şey var. Gitsen bile tehlikede olacaksın.”

 

“Neymiş?”

 

“Tanrı Gözü’nün İntikamı.” diyen Sylvie dişlerini gıcırdattı: “Orada Tanrı Gözü’nün İntikamı var. Ve her yeri kaplamış durumda.”

 

 

Roland haberleri duyunca hemen Birinci Ordu’yu madenin etrafına konuşlandırarak mağaranın içine girmelerini sağlamıştı.

 

Birinci Ordu’nun keşfi Sylvie’nin tahminlerini doğrular nitelikte idi. Derin bir çukurun tamamı Tanrı Gözü’nün İntikamı ile kaplanmıştı.

 

Hiçbir tehlike olmadığı onaylanınca Roland, yanında kişisel muhafızlarıyla beraber 23 numaralı mağaraya ilerledi. Madenin dibindeki Tanrı Gözü’nün İntikamı’nı kendi gözleriyle görmek istiyordu.

 

“Lütfen dikkatli olun Majesteleri.” diye bir kez daha hatırlattı Carter: “Hemen önümüzde bir uçurum olacak.”

 

“Burada büyünüzü kullanmanız mümkün değil.” diyen Roland, yanındaki Şimşek, Bülbül ve Anna’ya bakarak konuşuyordu: “Sylvie’den iyice öğrendiniz değil mi?”

 

“Büyüm olmasa bile senden güçlüyüm. Sen gidebiliyorsan ben hayli hayli gidebilirim.” diye cevapladı Bülbül.

 

“Macera nerede, ben oradayım.” diyen Şimşek, göğsünü kabartarak cevap verdi.

 

Anna bir şey söylemeyerek Roland’ın gözlerine bakmıştı. Gözlerinde yanan ateşi gören Roland, sözlerinin bir işe yaramadığını anlamıştı.

 

“Pekâlâ.” diyen Roland iç çekti: “Ama benim yanımda kalın. Çok ayrılmayın.”

 

Yamacın sonuna gelen Roland, baş şövalyesinin ne demek istediğini anlamıştı.

 

Birden önünde beliren derin mağaranın yaydığı ışık gözlerini almıştı.

 

Meşaleler olmasa da etrafı Tanrı Gözü İntikamı taşları aydınlatıyordu. Yerden yükselen epey haşmetli Tanrı Gözü İntikamı’ndan kuleler vardı. Zemindeki çapları yaklaşık 20-30 metreydi. Sanki gökdelenlere benziyorlardı.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr