Bölüm 242: Yeni İnşaat Alanı

avatar
2969 7

Release That Witch - Bölüm 242: Yeni İnşaat Alanı


 

Çevirmen: Lodos

Ödül töreni öğleye kadar sürmüştü. Hem programın sahibi olarak hem de konuşmacı olarak orada bulunan Roland, epey yorulmuştu. Neyse ki gün ortasında bitmişti program. Kaleye ter içinde gelip ofisinin bulunduğu üçüncü kata çıktığında Anna’nın ofisin kapısına yaslanır bir halde onu beklediğini gördü.

 

“Neler oluyor?”

 

“İçeri geldiğinde öğrenirsin.” diyen Anna, Roland’a göz kırptı.

 

Roland bir tuzak falan mı var diye düşünüyordu ki kapıyı açtığında donakalmıştı. İçeride 20 cadı iki sıra şeklinde dizilmiş onu bekliyorlardı. Wendy ve Scroll ise en önde idi. Prens’in girdiğini gören cadılar aynı anda eteklerini tutarak saray selamı verdiler.

 

“Eee… Ne yapıyor-“

 

İlk konuşan Scroll idi: “Majesteleri bugün gösterdiğiniz performanstan sonra bize söylediğini her şeyin her kelimesinin doğru olduğuna inandık. Size minnettarız. Lütfen size sonsuza kadar hizmet edebilelim.”

 

“Demek buymuş.” diye düşünen Roland, rahatlıkla iç çekti: “Ben de hepinizin gitme kararı aldığını ve bana veda etmeye geldiğinizi düşünmüştüm.”

 

Wendy gülmekten kendini geri tutamadı ve: “Öyle bir şey nasıl olur Majesteleri? Burası, cadıların asırlardır aradığı Kutsal Dağ. Siz bizi kovmadığınız sürece biz sonsuza kadar burada yaşamak isteriz.”

 

“Benim de görmek ve duymak istediğim tam olarak buydu… Ama ben sadece size yardım etmiyorum ki. Aynı zamanda kendime de yardım etmiş oluyorum. Ayrıca bu kadar resmi olmanıza da gerek yok. Ben hepinizi en rahat olduğunuz halde görmek isterim.”

 

“İşte! Ben bu kadar resmi olmamamız gerektiğini söylemiştim.” diye çıkıştı Lily: “Gördüğünüz gibi, şimdi de fazla resmi olduğumuzu düşünüyor!”

 

“Bunu nasıl söyleyebilirsin? Sen de katılmıştın bu fikre…” diye fısıldıyordu Gizemli Ay: “Hain!”

 

“Tamam o zaman. Millet hadi yemek salonuna! Majesteleri’nin üstünü değişmesi gerekiyor.” Scroll elleri belinde emir veriyordu herkese: “Ha bir de Majesteleri… Anna’dan duyduğumuza göre geceleri çok geç yatıyormuşsunuz. Lütfen kendinize dikkat edin. Hedefimize ulaşmadan sizi kaybetmek istemeyiz.”

 

“Telaş etme.” diyen Roland, gülümsedi: “Sağlığım gayet yerinde.”

 

Cadılar birbirleri ardına odadan çıktılar. Geriye Anna kalmıştı.

 

“Sen niye kaldın, sen de mi minnettarlığını belirtmek istiyorsun?” diye yaramazca sordu Roland.

 

“Ben de onların dediğini demek isterdim.” diyen Anna iç çekti ve: “Benim minnettarlığımı hiçbir kelime ifade edemez.” dedi.

 

“Sen de… Sen de Sınır Kasabası’nda kalmak isityorsun, değil mi?”

 

“Hayır. Sürekli değil.”

 

Bu beklenmedik cevap Roland’ın kalbini yerinden fırlatacaktı: “O neden ya?” diye bir soru çıktı ağzından.

 

“Çünkü sen de Sınır Kasabası’nda kalmayacaksın.” diyen Anna başını Prens’e yaklaştırdı ve hafif bir sesle: “Sen nereye gidersen ben de oraya geleceğim.” dedi.

 

Roland’ın kalbine bir sıcaklık yayılmıştı. Anna’yı tanıdığı günden beri Anna bu sözüne sadık kalmıştı. Ne olursa olsun hep Roland’ın yanında kalmıştı.

 

Tam o anda Anna, iki adım yaklaştı ve Roland’a nazikçe sarıldı.

 

“Dur! Çok terliyim.” diyen Roland onu uyarmaya çalıştı.

 

Ama genç kadın bir cevap vermek yerine boynunu Roland’ın omzuna koydu ve sanki Roland’ın kokusunu hafızasına kazımak istercesine derin derin nefes aldı. Roland da daha fazla karşı çıkmak yerine kollarını açtı ve Anna’yı sarmalayarak uzunca bir süre bırakmadı.

 

 

Öğle yemeğinden sonra Roland, soğuk bir duş aldı ve kendini hemen çalışmaya attı.

 

Karl van Bate’i yanına çağırmıştı. Masanın üstünde Sınır Kasabası’nın detaylı bir haritası duruyordu. Kızıl Su Nehri’nin yakınlarında bir yeri işaret ederek: “Buraya bir köprü yapmanı istiyorum.” dedi.

 

“Bir dubalı köprü değil mi?” diyen Karl bir süre düşündükten sonra konuşmaya başladı: “Majesteleri, haddimi aşarsam bağışlayın. Ama gösterdiğiniz kısmın genişliği yaklaşık 100 metre. Oraya taş bir köprü yapmamız imkânsız. Bir kemerli köprü yapacak olsak bile en fazla 30 metre uzunluğunda yapabiliriz. Dahası Kızıl Su Nehri’nin akış gücü de aşırı fazla. O kadar dayanacak ayaklar inşa edemeyiz. İnsan boyunda kazıklar kullansak bile nehir alıp götürürdü. Dubalı köprüler de kesin değil ama… Onların haricinde bir köprü inşa etmemiz imkânsız.”

 

“Taş köprü olmayacak. Çelik köprü inşa edeceksin.” diye cevap verdi Roland: “Nehri geçebilmek için üç ana ayak kullanmamız lazım. Ortadaki ayağı cadılar halledecek. Senin sadece köprübaşlarını önceden hazırlaman lazım. İki ucuna da yükselti eklemen lazım ki hem yüksekliği fazla olsun hem de altından gemiler geçerken sürtünme olmasın.”

 

“Öyle bir köprünün gökyüzüne değmesi gerekmiyor mu?” diye şaşkınlıkla sordu Karl.

 

“Yerin altı yedi metre üstünde olması yeterli olacaktır.” diyen Roland hemen çizdiği şemaları çıkardı: “Sağlam bir şey yapmamız lazım ki gemiler altından geçebilsin. Bu mesele çok önemli. Dubalı köprüler yapmamız halinde o geçişi sağlayamayız.”

 

Birinci Ordu, Kral Şehri’ne nehir vasıtası ile gitmişti. Bu sayede de Roland, nehir hakkında pek çok bilgiye sahip olmuştu. Şu anda, Gökhisar Krallığı’nda nehirler her yolu açıyordu. Büyük şehirlerin hepsinin de yakınında muhakkak bir nehir vardı. İleride yapacağı askeri operasyonlarda gereken ateş gücünü artırarak şehirler kuşatması ya da fetihler gerçekleştirmesi durumunda ağır silahlı gemiler taşıması gerekecekti.

 

Ünlü savaş gemilerinin topları normal kara toplarından çok daha büyük oluyordu. Eğer daha fazla gemi üretmek istiyorsa sağlam iskeleler üretmesi gerekecekti. Bütün bunların doğrultusunda da köprü yapımı şarttı.

 

“Ama öyle köprüler inşa etmeye dair hiç tecrübem yok…” diyen Karl kendinden pek emin değildi.

 

“Benim de yok.” diyen Roland sadece omuz silkti: “İlk seferimiz olduğu için yavaş yapsak da bir şey olmaz. Başta nehir dışında bazı testler, prototipler yapıp onları devamında nehrin üstüne taşırız.” bunları diyen Roland, devamında da kolaylıkla nakledilebilen birtakım prefabrik ve plastik maddelerden bahsetti: “Tıpkı su kulesinde olduğu gibi. Sinekkuşu ağırlıkları azaltır. Anna ölçümlere ve inşasına yardım eder. Bu yolla çok da zor olmamalı.”

 

“Emredersiniz Majesteleri.” dedi Karl.

 

“Bunun haricinde sana vereceğim çok önemli bir proje daha var.” diyen Prens, parmağını kalenin olduğu bölgede gezdirdi: “Arka bahçeyi genişletmeyi düşünüyorum. Etrafındaki bütün yüksek noktaları kaplamasını ve bir de üç katlık bir bina inşa etmeni istiyorum.”

 

Her şeyin yolunda gitmesi halinde önümüzdeki ay Tilly, beş cadı gönderecekti. Kalede de daha fazla oda kalmamıştı. Pek tabii bütün odaları üçe de bölebilirdi. Zaman içinde cadıların sayısı azalmayacak aksine artacaktı. Bir şeyleri değiştirmesi gerekiyordu. Rahat bir konaklama imkânı ve lüks fırsatlar tanımak, cadıların burada kalmalarını sağlayacak etkenlerdendi. İstedikleri kadar yabani hayat yaşasınlar… Kim lükse alıştıktan sonra bırakabilirdi ki?

 

“Üç katlı… Tuğla ev mi?”

 

“Tamamen tuğla değil.” diyen Roland gülümsedi: “Doğru adı güçlendirilmiş beton yapı. Kolonlar ve ana yapılar güçlendirilmiş tuğlalardan yapılacak. Bu da bize istediğimiz takdirde kat sayılarını dörde, beşe hatta altıya çıkarma olanağı verecek.’’

 

“Güçlendirilmiş… Beton mu?” diye soran Karl’ın kafası karışmıştı.

 

“Çimento, kum ve taşın karışımından olacak. Aynı zamanda içinden çelik borular da geçecek.” diye açıklıyordu Roland: “Tabii ki sağlamlık açısından hangi maddenin ne kadar kullanılacağı tamı tamına belirlenmeli. Ama her türlü normal taştan sağlam olacağı kesin.”

 

 “Eee… Onu da kendim mi keşfedeyim peki?’’ diye dayanamayarak sordu Karl.

 

Roland gülümsedi: “Hayır. Onu ben öğreteceğim.”

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44241 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr