Bölüm 239: Gece Atıştırması

avatar
2916 7

Release That Witch - Bölüm 239: Gece Atıştırması


 

 Çevirmen: Lodos

Yemekten sonra Anna koca bir Kuş Gagası mantarı torbasını mutfağa taşıyordu.

 

Beyaz mantarlar Gizli Orman’dan Maggie tarafından toplanmıştı. Sıradan mantarlara kıyasla Kuş Gagası mantarları ağaçların üstünde yaşardı ve ağaçlardan beslenirlerdi. Kuşlar da bu mantarları çok severdi. Gerçekten çok lezzetli olurlardı. Ama çok yaygın değildi çünkü insanlar tırmanıp toplama zahmetine pek girmiyorlardı.

 

Annesi hep Anna’nın doğum günlerinde toplardı ve birçok çeşit mantarlı yemekler yapardı. Yulaf lapası ile beraber çok iyi giderdi bu mantarlar. Artık herhangi bir yemek sıkıntısı çekmiyor olsalar da bu iki özel ve yöresel yemeği yaparak Majesteleri’ne götürmek istiyordu.

 

Ocak çoktan yanıyordu mutfakta.

 

O sırada Bülbül duvarın üstüne zıpladı: “Ee, ne yapıyorsun?"

 

"Majesteleri’ne yemek hazırlıyorum. Son zamanlarda gece geç saatlere kadar çalışıyor. Sende ne var ne yok?”

 

"Haha." diye gülen Bülbül kafasını arkaya doğru gerdirdi: “Atıştıracak bir şeyler arıyorum. Biraz acıktım da. Ne yemek yapacaksın?"

 

"Ballı rostolu mantar ve mantar çorbası." diyen Anna torbayı açtı ve Bülbül’e Kuş Gagası mantarlarını gösterdi:  "Bu yemekler Sınır Kasabası’nın özel yemekleridir. Sen de denemek ister misin?"

 

Bülbül başını salladı ve sonra sordu: “Bana da öğretebilir misin? Ben de yemek yapmayı öğrenmek istiyorum.”

 

"Tabii." diyen Anna gülümsedi: “Epey basit aslında.”

 

Anna mantarları dilimledi ve Bülbül’e büyük bir parça verdi: “Önce her tarafına bir kat tereyağı süreceksin ve sonrasında da altın rengine dönene kadar ateşe tutacaksın. Aman çok tutma, yakarsın mantarı."

 

"Tamamdır." diyen Bülbül birkaç dilim mantarı aldı ve Anna’yı taklit ederek yağ sürmeye başladı: “Demek Majesteleri son zamanlarda geç saatlere kadar çalışıyor…"

 

"Evet. Hem mültecileri yerleştirmeye çalışıyor hem de yeni makineler tasarlıyor. Neredeyse her gece, gece yarılarına kadar ayakta. Ne zaman ofisinin oralardan geçsem hep bir ışık görüyorum. İki haftadır yoktunuz… Majesteleri’ni özlemişsindir sen…”

 

Bülbül’ün eli titredi. Neredeyse bütün mantarı yağa düşürecekti: “Yok ya… O kadar da değil…”

 

"Sırf sen değil. Şimşek, Yankı, Wendy ve diğerleri de çok özlemiş. Gititğiniz yerde bir banyo bile yokmuş. Herkes dönmeyi dört gözle bekliyormuş." diyen Anna, Bülbül’de bir gariplik seziyordu: “Ha? Sorun ne?"

 

"Yok, yok. Sorun yok.” Başını salladı ve mantarı geri aldı. Yanakları kızarmış bir halde: “Anladım demek istediğini. Evet, hepimiz özledik onu.”

 

"Doğru." diyen Anna bir tutam mantar aldı ve ateşe doğru tuttu: “Eğer ben Majesteleri’ni bırak iki haftayı birkaç gün bile görmese idim eminim onu aşırı özlerdim."

 

Roland, Wimbledon’la ilk tanıştığı an hayatının en inanılmaz anlarından biriydi. Anna hala o günü düşündüğünde güzel şeyler hissetmekten kendini geri tutamazdı.

 

Prens Roland, ona bu dünyanın güzelliklerini öğretmişti. İster bu güzellik karabiberli biftek olsun isterse de Doğa Bilimi’nin Temelleri kitabı… Majesteleri’nin hayatına girmesiyle çok şey değişmişti. Roland, Anna’ya kendisini eşsiz hissettiriyordu.

 

Diğer kızlar da aynı şekilde hissediyor olmalıydılar. Ne kadar çok vakit geçirirlerse bir o kadar daha Prens’in karizmasına ve inanılmaz fikirlerine hayranlık duyuyorlardı. Anna bu gerçeğe sıkı sıkıya inanıyordu.

 

"Ah. Yoksa ateşte çok mu tuttum?" diyen Bülbül çatalını geri çekti. Mantarın bir kısmı yanmıştı.

 

"Evet biraz…” diyen Anna gülmesini tutamıyordu. “Kuş Gagası mantarları çok hassastır. Ne kadar ateşte tutacağını çok iyi ayarlaman lazım. Birkaç kez denedikten sonra kavrayacağından eminim. Ben çorba malzemelerini hazırlayayım."

 

Bülbül yanmış mantarın üstüne biraz bal ve tuz koyduktan sonra ağzına attı: “Çok lezzetli.” diyerek bitkilerden sos yapmaya çalışan Anna’ya baktı ve merakla sordu: “Önceden de yapıyor muydun bunları?"

 

"Aynen. Turşu doldururdum. Un öğütürdüm. Yemek yapardım. Soylulara hizmetçilik ederdim. Komşuların hayvanları ile ilgilenirdim." diye konuşuyordu Anna: “Profesör Karl’ın derslerine gitmediğim her vakit bu tür işlerle uğraşırdım. Ama annem vefat ettikten sonra babam bırak okula gitmeyi evden çıkmamı bile yasaklamıştı."

 

"Üzgünüm…”

 

"Yok, sorun değil. Artık hepsi geçmişte kaldı.” diyen Anna'nın gözleri ay ışığı altında mavi bir göl gibi parlıyordu. “Çoğu cadıya kıyasla şanslı sayılırım, değil mi?”

 

Yağ sürülmüş mantarlar ateşin altında ufaktan çıtırdamaya başlamıştı. Anna mantarlara biraz tuz attıktan sonra tekrar ateşe sürdü. Çıkan kokuyu içine çekti. Eriyen tereyağına mantar kokusu karışmıştı. İnsanın iştahını açıyordu. Son olarak mantarı bal kavanozuna daldırdı ve işlem tamamdı.

 

Çorba tenceresi beyaz dumanlar saçmaya başladığında Anna ve Bülbül, bütün mantarları hazırlamıştı.

 

"Hepsi tamam! Gerçekten harika görünüyor." diyen Bülbül ağzına bir dilim daha attı: “Harika bir aşçı oldum şimdiden. Hmm, bu biraz tuzlu olmuş.”

 

Camdan dışarı bakan Anna: “Tam zamanı. Hadi şunları Majesteleri’ne götürelim.” dedi.

 

"Benim pişirdiklerimi de ona verir misin?" diyen Bülbül ellerini birleştirdi ve yavaşça: “Lütfeeeen.” dedi.

 

"Sen benimle gelmiyor musun?"

 

"Hayır." diyen Bülbül gülümsedi: “Onu tekrar görünce yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyorum çünkü.”

 

Anna şaşakalmıştı. Daha meseleyi anlayamadan Bülbül, görünmezliğe karışmıştı bile. Nasıl bakacağı niye önemliydi ki? Anna, zindandan ilk çıktığında bile Roland onu yadırgamamıştı. Neden Bülbül’ü yadırgayacaktı ki? Olan biteni anlayamayan Anna, yemeklerle beraber Majesteleri’nin odasına doğru yol aldı.

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44343 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr