Bölüm 218: Lucia

avatar
5948 7

Release That Witch - Bölüm 218: Lucia


 

 

 Çevirmen: Lodos

Bell’in durumu düzelmişti.

 

Tıpkı ilk gemiye bindikleri zaman gibi yine garip şeyler oluyordu. O paralı askerler insanları yine gruplara bölmüşlerdi. Hayati tehlikesi olanlar önce taşınmıştı o garip odaya. Sonra başta çocukları, çocuklardan sonra onların ailelerini en sonunda da diğer yetişkinleri almışlardı.

 

Lucia, Bell ile birlikte sıranın ön kısımlarında idi. Bütün tedavi süreci çok hızlı ilerlemişti. Kardeşinin gözlerini bağlamışlar ve iki asker onu alıp içeri götürmüştü. Çok geçmeden eline bir hap yerleştirmişlerdi. Hap epey küçüktü. Biraz tatlıydı. Hapı veren asker kız kardeşine bu hapı içirmesini ve daha fazla endişelenmemesi gerektiğini söylemişti.

 

Odadan çıkarıp örtüsünü kaldırınca Bell’in yanaklarının eski canlılığını görerek sevinmişti. Hala komada idi. Ama ateşi dinmiş ve kara lekeler de iz bırakmadan silinmişti.

 

Bütün insanlar yaklaşan ölümü atlatma korkusundan kurtulmuş ve sevinmişti. Rahatladıktan sonra da kül rengi saçlarıyla uzakta dikilen adamı görmüşlerdi. Diz çökmüşler ve bağırarak ona saygılarını göstermişlerdi. Askerlerden onun Batı’nın Hükümdarı Prens Roland Wimbledon olduğunu duymuşlardı.

 

Sonrasında da tıpkı onlara söz verildiği gibi Lord limanda şenlik ateşleri yaktırmış ve herkese yahni dağıtılmıştı. Ayrıca kasaba için çalıştıkları sürece ödeme, yemek ve barınma hizmetlerini alabilecekleri söylenmişti. Herkes afiyetle yahnilerini yerken aynı zamanda da bunun ne kadar güzel bir fırsat olduğunu konuşarak kibarlığı için Majesteleri’ne teşekkür ediyorlardı.

 

Sadece Lucia biraz gergindi. Düşünüyordu: “Cadı Birliği ile nasıl irtibata geçebilirim? Yalnızca Sınır Kasabası’nda bir grup cadı olduğunu biliyorum. Nasıl bulabileceğimi bilmiyorum ki...” Muhtemelen geri kalan bilgiler etrafta dolaşırken kaybolup gitmişti. Çünkü kendisi de bu haberleri Kral Şehri’ndeki dedikodulardan duymuştu.

 

Herkes yemeğini bitirip askerler tarafından nehir yatağındaki barakalara götürülürken Lucia arkasından bir kadın sesi duydu.

 

“Bizi mi arıyordun?”

 

Kafasını çevirince korkmuş ve sıçrayarak kaçacak olmuştu. Ama sesin sahibi görünür olduğunda olduğu yerde kalakalmıştı.

 

Ne kadar da güzel bir kadındı! Uzun kıvırcık saçları ateş kırmızısı ile sarı karışımıydı. Gözleri yıldızlar gibi parlıyordu. Ama asıl kısım ise etrafında taşıdığı aura idi. Bunu hiçbir soyluda görmemişti. Sanki kadın kendisinin çok önemli bir varlık olduğundan haberdardı.

 

“Ben Bülbül, bir cadıyım. Sınır Kasabası’na hoş geldin.”

 

Yavaşça başını öne eğen Lucia: “Ee… Benim adım Lucia White. Size katılmak istiyorum.”

 

Bülbül gülümseyerek: “O halde benimle gel. Seni eve götüreyim.” dedi.

 

Güneş neredeyse kaybolmuştu. Ufak bir ışık huzmesi süzülüyordu. Lucia Bülbül’ü takip ederken bir yandan da uyuyan kardeşini kucağında taşıyordu.

 

“Uyanışın ne zaman yaşandı?” diye aniden sordu Bülbül.

 

Lucia şaşırmıştı: “Uyanış mı?”

 

Bülbül açıklamaya girişti: “Cadı olduğun an yani. O andan itibaren vücudun büyü gücüne sahip olmaya başlıyor. O yüzden ‘Uyanış’ diyoruz.”

 

“Sanırım iki sene önce idi.” diye hatırladı Lucia: “Büyü, Şeytan’ın gücü mü?”

 

“O sadece Kilisenin uydurması. Büyü, Tanrı’nın verdiği bir yetenek. İyilik veya kötülükle bir alakası yok. Sözde Şeytan ısırığı denilen şey ise yalnızca büyünün vücudunda çok fazla birikmesi sonucu yaşanan bir durum. Günlük pratiklerle aşılamayacak bir şey değil.”

 

“O acıyı çekmem gerekmiyor mu yani?” diyen Lucia’nın gözleri açılmıştı.

 

“Kilise’nin baskısı altında maalesef kötü şeyler yaşamış olabiliriz. Ama burada, evimizde istediğimiz gibi büyü kullanabiliyoruz.” Sonra arkasını işaret etti: “Bu sevimli şey kardeşin mi? Diğer aile üyelerine ne oldu?”

 

“Hepsi öldüler. Yalnızca ben ve Bell kaçabildik.” Lucia bir süre sessiz kaldıktan sonra: “Bir grup insan Valencia’ya saldırdı. Yakıp yıktılar… Babam… Onlara direnmeye çalışırken göğsünden birkaç kılıç darbesi aldı. Annem de bizi hızlıca kaçırdı. Ama en sonunda o da… ” Epeydir tuttuğu yas cümlesini tamamlamasına izin vermemişti. Çok kısa süre içerisinde yaşadığı bütün o sıkıntılar, açlık, susuzluk, korku ve bütün o adaletsizlikler aniden patlak vermişti.

 

Kız kardeşi için dişlerini sıkıp dayanmıştı. Ama kalbinin etrafına kurduğu savunma hatları artık o duygusal iniş çıkışları kaldıramaz olmuş ve yıkılmıştı. Sonuç olarak da yüksek sesle ağlamaya başladı. Bunun pek yeri ve zamanı olmadığını biliyordu. Daha yeni tanıştığı birinin önünde nezaketle hareket etmesi gerekirdi. Ama gözyaşları yağmur gibiydi. Durduramıyordu.

 

Bunun için Bülbül’ün kendisinden nefret edeceğini düşünüyordu. Gözyaşları birbirine karışmıştı. Ağzına akıyordu ve tuzlu bir tat bırakıyordu. O sırada Lucia’nın beklediğinin aksine bir çift kol onu sardı. Yüzündeki onca kiri ve gözyaşını umursamazcasına başını okşuyordu. Bülbül yumuşak bir sesle: “Ağla… Ağla… At her şeyi içinden…” diyordu.

 

 

Lucia, yaşadığı duygusal patlama sona erdiğinde başını kaldırdı ve Bülbül’ün omuzlarının gözyaşıyla kaplandığını fark etti.

 

Yüzü kızarmış bir şekilde özür diledi.

 

“Önemli değil. Daha iyi misin?” diye sordu Bülbül. Sonra da bir mendil yardımı ile yüzünü temizledi. Bir eliyle Bell’i kucağına aldı diğer eliyle de Lucia’nın elinden tuttu ve: “Artık gidelim. Seni karşılamak için bekleyen bir sürü kız kardeşin var.”

 

Lucia hep cadıların harabelerde falan yaşadığını düşünürdü.  Bülbül’ün kendisini kale bölgesine götürmesini hiç beklemiyordu. Orası Lord’un özel arazisi değil miydi? Daha da şaşırtan ise; kapıdaki muhafızlar onu durdurmamış aksine onu selamlamışlardı.

 

Acaba bütün kasaba Cadı Birliği’nin kontrolü altında mıydı?

 

Kalenin üçüncü katına çıkıp ışıklar yayılan bir odaya girdiler. Odanın girişinin hemen karşısında oturan kişinin daha az önce kalabalıkların tezahürat ettiği adam olduğunu görünce şok olmuştu.

 

Bülbül adamı tanıtmaya girişti: “Bu Cadı Birliği’nin lideri. Batı’nın Lordu Roland Wimbledon. Cadı Birliği’ni yanına aldı ve diğer evsiz cadılara da yardım etmek için etrafa mesajlar yaydırdı. Sınır Kasabası’nı biz cadılara ev yaptı. Tedirgin olmana hiç gerek yok. Sonuçta sizi buraya getirerek kurtaran askerlere o emirleri Majesteleri verdi.”

 

Lucia afallamıştı. Bir soylunun cadıları bir araç ya da köle olarak kullanmaktansa onlara yardım etmesi beklenmedik bir durumdu. Kendine gelince heyecanla eğilip selam vermeye çalıştı. O kadar garip bir selamdı ki bu; Bülbül gülmesini engelleyemedi: “Boş ver. Majesteleri böyle şeyleri umursamaz.”

 

 

“Doğudan mı geldin?” diyen Lord’un sesi sakin ve rahattı. Sorgulama gibi değil de arkadaşça bir sohbet gibi sormuştu bu soruyu.

 

Lucia göz arasıyla Lord’a bir bakış attı. Oturduğu yerde rahattı ve ilgiyle kendisine bakıyordu.

 

“Evet…”

 

Konuşma devam ettikçe bazı yerlerde Bülbül’ün de yaptığı açıklamalarla rahatlamıştı. Karşısındaki bir soylu olmasına rağmen hiçbir saldırgan tavır göstermemiş aksine ona değer veren bir büyüğü gibi davranmıştı.

 

“Uyanışın iki sene önceymiş… Şu anda da yetişkin olmamalısın sanırım… Yeteneğin ne peki?”

 

Lucia tereddütle: “Eşyaları orijinal şekillerine döndürebilmek. Ama her şeyde çalışmıyor.” dedi.

 

“Orijinal şekilleri mi?” diye soran Majestleri düşünüyordu. Bir kupayı masadan ona doğru yolladı. ‘’Bunun üzerinde gösterebilir misin acaba?”

 

“Parçalanabilir.”

 

“Sorun olmaz.”

 

Lucia başını salladı. Masaya giderek elini kupanın üzerine koydu.

 

Kısa bir süre sonra kupa büzülmeye ve şekil değiştirmeye başladı. Sona doğru üç farklı belirgin maddeye dönüşmüştü: “Solda kara ve yapışkan bir yağ havuzu vardı. Ortada bir tutam kaliteli siyah toz vardı. En sağda ise biraz su vardı. Masanın kenarından aşağı damlıyordu.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44237 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr