Bölüm 216: Şeytani Salgın

avatar
3081 6

Release That Witch - Bölüm 216: Şeytani Salgın


 

 Çevirmen: Lodos

Devam eden iki günde Theo bir an bile durmaksızın Margaret ile banliyöler arasında mekik dokumuştu.

 

Birinci Ordu’nun askerleri paralı asker kılığında mültecileri kontrol ederek gemilere bindirirken Margaret de bütün gemilerin sorunsuz hareket etmesini sağlıyordu.

 

Mesajın yayılması konusunda da Theo hiç endişelenmemişti. Siyah Çekiç’in yemi yutmasıyla çok bir sorun kalmamıştı. Yabancı biri olan Theo’nun yapmasındansa sokak farelerinin bu işi yapması daha iyiydi. Her ne kadar fareler kuzey bölgelerine çok rahat giremese de mesajı mülteciler arasında bir kere yaydıklarında mülteciler o haberleri aralarında her yere ulaştırıyorlardı. Kendisi tek başına yapamazdı bu işi.

 

Filonun varış gününde yaklaşık 1000 insan toplanmıştı. Theo’nun beklediğinden çok daha fazla idi. 100 kişi bile gelseydi Theo bunu iyi bir sonuç sayacaktı.

 

Majesteleri’nin talimatlarına göre önce çocuklar ve onların aileleri bindirilecek sonrasında diğer insanlar bindirilecekti. Yaşlılara gelince ise… Theo kalabalıkta hiç ak saçlı yaşlı insanlar görmemişti. Belki de bilmedikleri ve epeyce uzak olan bu yere gelmek istememişlerdi. Ya da çoğu ta en başta Kral Şehri’ne kaçmayı başarmıştı.

 

On adet tek direkli gemiden oluşan filo 500 kişi alınca dolmuş ve geri demir almıştı. Kalan insanlar tam umutsuzluğa düşecekken “Gemi tekrar dönecek.” haberini alıp rahatlamışlardı.

 

Majesteleri’nin verdiği ilk görev olan mültecileri götürme işinde başarılı olacağını düşünüyordu. Herhangi bir sorun çıkmayacaktı ona göre. Ama gemi ikinci kez insanları alıp döndüğünde bir problem çıkmıştı işte.

 

Kral Şehri’nde garip bir hastalık patlak vermişti.

 

İlk hastalıklı bir sokakta yığılmış biriydi. Vücudu siyah noktalarla kaplıydı ve bütün dişleri düşmüştü. Vücudunun çeşitli yerlerinde yarıklar açılmıştı ve kanlar sızıyordu. Ama sızan kan farklı renkte idi. Şeytani ısırığa maruz kalmış cadıların kanı gibi simsiyahtı. Ama bu seferki kadın değil, kuzey bölgelerinden bir erkek idi.

 

Çok geçmeden aynı belirtilere sahip olan birkaç ceset daha bulunmuştu. Cesetlerle temas eden herkeste de aynı belirtiler baş gösteriyordu. Hiçbir tedavi hastalığı bastıramıyordu. Kan akıtma tedavisi uygulasalar bile akan kan simsiyah çıkıyordu ve herhangi bir faydası olmuyordu.

 

Çok geçmeden halk arasında büyük bir korku yayılmıştı. İnsanlar dua etmek için kiliselere akın ediyordu ama her şey faydasızdı. Her geçen gün daha da fazla insana yayılıyordu bu hastalık. Şehir dışındaki mültecilere de sıçramıştı.

 

Sonunda Kilise’nin Yüksek Rahibi kilise önünde dua eden büyük kitlenin karşısına geçmiş ve bunun Şeytan’ın gücünü yaymaya çalışan cadıların bir oyunu olduğunu ilan etmişti. Ayrıca herhangi bir tedavinin işe yaramadığını ve bu hastalığa yakalananların şiddetli bir acı altında öleceğini de duyurmuştu. Güya Kilise de boş boş durmuyordu. Şeytan’ı bu dünyadan sürüp cehenneme geri gönderecek bir Kutsal İksir hazırlamışlardı.

 

Bu duyuru hastalığa yakalanan insanlarda bir parça da olsa bir umut yeşertmişti. Her gün Kilise önünde Kutsal İksir’i bekler olmuşlardı.

 

Theo, Kilise’nin bu iddilarına karşı büyük bir şüphe besliyordu. Herhangi bir sıkıntı çıkmasın diye şimdilik mülteci taşıma operasyonunu durdurmuştu.

 

“Neden durmak istiyorsun?” diye sordu Siyah Çekiç. Şaşkındı biraz: “Şeytan’ın ruhu onları ele geçirmeden neden hızlıca göndermiyoruz? Burada kalıp cadılara yem mi olsunlar istiyorsun?”

 

“Emir yukarıdan.” diye cevapladı Theo: “Onlar yalnızca sıradan mülteciler. Eğer bu hastalık batıda da yayılırsa sence krallık nasıl görünür?”

 

“Eee…” Siyah Çekiç bir anlığına susup kalmıştı: “E ama batıya ne olup biteceği neden bizim umurumuzdaki? Bay Theo… Şuna ne dersin? Yukarının emirlerini dinlemeyelim ve bütün bu mültecileri sürelim gitsin. Biraz düşün… Bu şeytani bir hastalık, temas ettiğin anda sen de hastalanırsın. Aramızda surlar olsa dahi ben Şeytan gelip beni bulsun diye burada bekleyemem.”

 

“Bir akıllı sen misin?” diye soğukça sordu Theo. “Kafanı uçuruverirler haberin olmaz.”

 

Tavernadan ayrılınca, Margaret’in işareti olan dükkânlardan birine gitti ve madalyonu gösterdi.

 

“Patronunu görmeliyim. Ne kadar çabuk o kadar iyi.”

 

Dükkânın gizli odasında kadın tüccarla buluşması çok sürmemişti.

 

“Hastalığın cadılarla hiçbir ilgisi yok.” diye konuşmaya başladı Margaret: “Eğer onlar Şeytan’ın Gücü’nü böylesine kuvvetli şekilde yayabiliyor olsalardı Tanrı Gözü’nün İntikamı onlar için hiçbir sorun teşkil etmezdi. Çoktan bütün Hermes’i yıkıp geçmeleri gerekirdi.”

 

“Ben de aynısını düşünüyorum. Ama bu Majesteleri’ne haber vermemiz gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Ayrıca bu hastalık Sınır Kasabası’na gitmek üzere gemiye binen insanlarda görülmedi. Yani kendi kendine üremiyor bu hastalık. Ama eğer gözden kaçan hasta falan varsa Sınır Kasabası’nın hazırlanması gerekli.” Theo cebinden bir kâğıt çıkardı ve: “Bu mesajı Majesteleri’ne bir an önce göndermemiz konusunda yardımınız lazım.”

 

“Tabii ki. Dünyadaki en hızlı iletişim ağı; tüccarlar arasındakidir.”

 

 

Demir almalarından birkaç gün sonra Lucia kusmak istiyordu.

 

Geçen ay boyunca sürekli bir şeylerden kaçmıştı. İlk başta doğudan Kral Şehri’ne, sonra da Kral Şehri’nden batıya… İlkinin sebebi evinden zorla koparılması idi. İkincisinin sebebi ise bir parça umudu kovalamasıydı.

 

“Abla… Su-Susadım…”

 

Bell acı bir halde inleyip Lucia’nın koluna sarıldı.

 

“Tamam. Gidip su getireceğim sana.”

 

Lucia su tulumunu aldı ve tökezleyerek kabinden dışarı çıktı. Sallanan yüzeyde elindeki tulumu nehre daldırmaya çalışıyordu. Tam o sırada midesindeki asit tekrardan boğazına kadar geldi. Daha fazla tutamayacaktı. Bir öğürme sesi ile kustu. Midesinde ne var ne yoksa çıkarmıştı. Sadece ağzından değil burnundan da akıntılar gelmişti. Kendini ağlamamaya zorladı. Dişlerini gıcırdattı ve elinin tersiyle yüzünü sildi. Sonra da su doldurmaya devam etti. Tulum tamamen dolduğunda da dikkatle tuttu ve hızla kabine koştu.

 

“Aç ağzını, suyu getirdim.”

 

Bell’in yüzü biraz öncesine göre daha kötü görünüyordu. Yanaklarında o bildik canlılık yoktu ve alnı yanıyordu. Dudaklarını sıkı sıkı kapatmıştı. Kesik kesik inliyordu.

 

Lucia kardeşinin ağzını zar zor açarak birkaç yudum su içirdi.

 

Aynı kabinde oturan zayıf orta yaşlı bir adam: “Ona çok yakınsın. Siyah noktalar boynuna kadar çıkmış. Artık geri dönüşü yok. Her türlü burada öleceğiz. Kendini düşünmen lazım.” dedi.

 

Kral’ın Şehri’nden ayrıldıktan hemen sonra birkaç kişi de hastalık belirtileri başlamıştı. İlk başta ateşleri çıkıyor sonra da yavaş yavaş siyah noktalar ortaya çıkıyordu. Üç dört günde daha da kötüleşiyordu. Hastaların komaya girmesi haricinde hastayla temas eden kişi de yakalanıyordu. Bu yüzden beşinci gün hastalar bir bot ile gemiden ayrılmıştı. 

 

Bell’in vücudundaki ilk siyah noktalar belirmeye başladığında Lucia diğerlerinin ne dediğini umursamamış ve hastaların bindiği bota kadar kardeşiyle beraber olma kararı almıştı.

 

Ona bakmak için neredeyse iki gündür uyumamıştı.

 

Ama yine de pes etmemişti. Batı bölgesine ulaştıkları takdirde bütün bunların geçeceğine inanıyordu.

 

Eğer söylentiler doğruysa… Cadı Birliği ona yardım ederdi.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44307 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr