Bölüm 199: Savaş Karmaşası

avatar
3151 11

Release That Witch - Bölüm 199: Savaş Karmaşası


 

 

Çevirmen:Lodos

 

Lehmann haykırmıştı: “Hücuuuum!”

 

Levin ise sadece attan düşen Lehmann Hawes’ı izleyebilmişti. Lehmann Hawes’’ın kafası patlamıştı böylece de kırmızı ve beyaz yapışkan bir sıvı ortaya çıkmıştı. Kırık kaskı yere yuvarlanmıştı. Tepesinde büyük bir delik vardı. Pek de koruyucu bir görev yapmış gibi görünmüyordu.

 

“Saldırın! Herkes saldırsın!” Levin’in sesiydi bu.

 

Hayır, hayır değildi. Arkasına baktığında hapları hızla yutmuş hücuma çıkan askerleri görmüştü. Akın akın geliyorlardı.

 

Bu bir cadıydı. Sesleri taklit edebilen bir cadı olduğunu anlamıştı.

 

“Hücum etmeyin, durun!” diye haykırdı.

 

Ama sesi çok uzağa yayılmamıştı. Haykırmasını duyan çok az insan durmuş olsa da asıl hücuma devam ediliyordu.

 

“Acele edin. Çabucak saldırın, düşmanın savunma hattının ortasından geçmeye çalışın. Kasabaya ulaşan herkesin yağmalama izni var!”

 

Çıkan sesler sadece kendi sesi de değildi. Duane ve diğer şövalyelerin sesleri de birbiri ardına çıkıyordu. Sanki bunların hepsi önceden düzenlenmişti. Dahası, cadının sesi sanki kulağının hemen dibindeymiş gibi diğer tüm sesleri gölgede bırakıyordu.

 

Askerler sanki emirlerine uyuyormuş gibi kalabalık bir şekilde: “Yağma! Yağma!” sloganları atmaya başlamıştı. Levin bunu kimin başlattığını bilmiyordu ama çok geçmeden tüm saflarda bu slogan atılır olmuştu. Durum tamamen onun kontrolünün ötesindeydi. Levin daha fazla emir vermeye de çalışmadı. Yoksa kalabalığın heyecanlı kükremeleri arasında boğulacaktı. Bunun yerine güçlü akımın kendisini çekmesini önlemek için atını kontrol etmeye konsantre olmalıydı. Askerler sanki bütün kontrollerini kaybetmiş gibi yolun merkezine doğru koşuyordu.

 

Hayır, hayır mantıksız davrandıkları doğru idi. Ama birisinin kontrolü altında mantıksız davranıyorlardı. Hapları aldıktan sonra aşırı heyecanlanıyorlar ve herhangi bir kan damlası onları daha da çıldırtıyordu. İlk başlarda askerler Lehmann’ı yerde bırakmışlardı. Ancak daha sonra direk bedenini çiğneyip geçmeye başlamışlardı. Levin, Duane ve diğer adamları bulmak istiyordu. Ancak kalabalık tarafından süpürülüyordu. Sonunda, ordunun gittiği yönde takip etmekten başka çaresi kalmadığını anlamıştı. Giit gide ormanın kenarına ilerliyordu. Hapları yemiş olan askerler eğer atına çarparsa muhtemelen yere yıkılacak ve daha sonra da tekrar kalkması oldukça zor olacaktı.

 

Ekibinden ayrılan Levin etrafına baktı. Kaosu yaratan cadıyı bulup parçalamak istiyordu. Ona göre bu, kesinlikle cadıların bir komplosuydu!

 

Hapları yutmuş olan 1500  kişi kasabanın savunma hattına doğru koşuyordu. Prens için ölümcül bir saldırıydı. Karşı tarafta çok sayıda yeni silah olmasına rağmen çok fazla adam yoktu. Sonuç olarak durumları iyi değildi. Her iki tarafın dezavantajlı duruma düşmesi cadıları mutlu edecekti.

 

“Lehmann’ı öldüren cadıyla kargaşayı çıkaran cadı aynı kişi değil.” diye haykıran Levin, yanındaki birkaç askere baktı. Ön safta durduklarından dolayı Lehmann’ın düşüşünü görmüş ve durma emrini duymuşlardı. Fakat büyük orduya kıyasla, yanındaki askerlerin sayısı 30’dan azdı.

 

“Bir cadı bu yeteneklerin hepsine sahip olamaz. İlkinin gizlenme yeteneği varken diğeri de sesleri taklit edebiliyor. İkinci cadıyı bulup boğazını koparmak istiyorum!”

 

 

Brian, atış penceresinden düşmanların yaklaştığını görebiliyordu. Ön koruganın yaptığı atışlar duyuluyordu.

 

Onun müdafaa konumu elmasın ortasında yer alıyordu. Düşman yolun kenarındaki mor işaretleri geçene kadar ateş edemiyordu. Bu bekleme de doğal olarak onu endişelendiriyordu.

 

Brian öbür taraftaki pencereye gitti ve arkaya baktı. Toplar durmaksızın beyaz duman ve gök gürültüsüne benzer bir ses çıkarıyordu. İlk atışa başlayanlar onlardı çünkü 12 poundluk topların atış menzili neredeyse tüm savaş alanını kaplıyordu. Dikkatle dinlendiğinde topların havayı delip geçme sesi bile duyabiliyordu.

 

Aman Tanrım! Çok hızlı koşuyorlar!”

 

“Şu adama bak, eli top yüzünden koptu. Ama yine de ilerliyor.”

 

“Majesteleri haklıymış… Bu adamlar insan değil… Şeytani canavarlarla aynılar...”

 

Savaş öncesi yapılan toplantı sırasında Majesteleri, Birinci Ordu’ya düşmanların hepsinin Kilise’nin delilik haplarını kullanan manyaklar olduğunu ve şeytani canavarlara benzediklerini duyurmuştu. Bu yüzden Birinci Ordu, düşman kuvvetlerini görünce korkmamış aksine daha da heyecanlanmıştı. Sonuçta, Birinci Ordu şeytani canavarlara karşı savaşarak büyümüştü!

 

Birisi onu uyarmıştı: Yüzbaşım! Geliyorlar!”

 

Brian hızla pozisyonuna geri döndü ve tüfeğini pencereden çıkardı. Her seferinde mermi yüklenmesi gereken çakmaklı tüfeklerden sonra Majesteleri bazı geliştirmeler ve icatlar yapmıştı. Bir nefeste beş kurşun sıkabiliyordu. Kurşunu bittiğinde arkasındaki arkadaşı yerine geçecekti ve o beş kurşun sıkarken kendisi de mermilerini dolduracaktı.

 

Aynı zamanda Majesteleri eğitim esnasında, düşmanın 50 ila 100 metre arası yaklaştığında bu yöntemi kullanmaları gerektiğini vurgulamıştı. Uzun menzilli atışlarda olabildiğince iyi nişan almaları gerekiyordu. Çünkü tüfeklerin mermilerini yapmak çok zordu. Ve herkes için sınırlı bir mermi döngüsü vardı.

 

Hemen hemen her mermi aynı şekildeydi. Ön kısmı inceyken arka kısmı genişti. Demirciler böyle yaratıcı bir şey yapamazlardı. Bu yüzden Brian bunların cadılar tarafından yapıldığını düşünüyordu.

 

Düşmanlar mor işareti geçtiğinde Brian derin bir nefes aldı ve tüm gücüyle haykırdı: Atış serbeeeest!”

 

Askerler bu emri uzunca bir süredir bekliyorlardı. Bu yüzden iyi nişan almayı beklemeyip tetiği çektiler. Korugan ateş sesleriyle dolmuştu. Atış hattından geçen düşmanlar her iki taraftan gelen mermilerle vurulmuş ve yere düşmüşlerdi. Sıradan insanlardan daha fazla acıya dayanabiliyorlardı ancak büyük kalibre mermilerin karşısında yapabilecekleri bir şey yoktu.

 

Brian birkaç kişinin ön koruganın tepesine atlayıp askerlere arkadan saldırmaya çalıştıklarını fark etti. Ancak onları engelleyen kalın bir demir kapı vardı. Bu manyakları öldürürken hiç tereddüt etmedi. Koruganın elmas şeklinde yerleştirilmesinin nedeni birbirlerini korumak içindi. Arkaya atlamak isteyen düşmanlar arka taraftaki koruganın atışlarıyla vurulacaklardı.

 

“Dikkat edin, mızrak atıyorlar!” diye bağırmıştı biri aniden.

 

Brian düşman tarafından havadan gelen yoğun gölgeler görmüştü. Gölgeler koruganlara doğru hızla geliyordu.

 

Mesafe iki veya üç yüz metreydi! Bilinçsizce kafasını aralıktan çekti. Sadece bir dizi çatırtı sesi duydu. Saldırı dalgasından sonra ayağa kalktı ve koruganın içine hiç mızrak girmediğini fark etti. Ön korugandaki durum da aynıydı. Sanki birkaç iğneymiş gibi duvara birkaç kısa mızrak saplanmıştı.

 

“Korkunç görünse de hiçbir işe yaramadı.” dedi biri. Herkes gülüyordu.

 

O sırada Brian, etrafı toza dumana katarak gelen düşmanların korugana yaklaştığını fark etti. Düşman eğilip elindeki mızrağı fırlattı. Silah elinden çıktığı anda bir mermi yağmuruyla yere yığıldı.

 

“Eğilin!”

 

Brian onları uyarsa da bir mızrak atış penceresinden geçti ve bir nişancının göğsüne boğuk bir sesle saplanarak onu yere devirdi.

 

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr