Bölüm 169: Elveda

avatar
3278 11

Release That Witch - Bölüm 169: Elveda


 

 Çevirmen: Lodos

Ofiste, Ashes ve Roland Wimbledon tekrar bir araya gelmişti. Roland evraklara gömülmüş, yazı yazıyordu. Birkaç işle uğraşıyormuş gibi görünüyordu. Güneş batıya doğru batarken, gökyüzü de altın rengine boyanıyordu.

 

Ashes, Prens’in tüylü kalemini koymasını bekledi ve: Ben kazandım!” dedi.

 

“Kesinlikle, sen kazandın.” diyen Roland tereddüt etmeden başını salladı.

 

Böyle dürüst bir tutum Ashes’i biraz şaşırtmıştı. Roland’ın tartışmaya girerek sonucu kabul etmemesini bekliyordu.

 

“Yine de Tanrı’nın Ceza Ordusuna karşı bir savaş gücünüzün olduğunu kabul ediyorum. Tanrı’nın Ceza Ordusu kılıçlardan veya mızraklardan etkilenmez. Güçleriyle, fiziksel yetenekleri benimkine benzer ama bilinç ve düşünme yeteneğinden yoksundurlar. Bu yüzden bir seferde üç kişiyle başa çıkabiliyorum. Kilise Yargı ordusunu gönderdiği gibi Tanrı’nın Ceza Ordusunu göndermiyor. Eğer tahminim yanlış değilse, Kilise savaş sırasında onları yönetecek birini de gönderiyor.”

 

“Teşekkür ederim.” diyen Roland gülümsedi: “Bu bilgi önemliydi.

 

“Şövalyenin elindeki yeni silah neydi?”

 

“Ateşli bir silah. diyen Roland devam etti: Şu andan itibaren tüm askerlerim bu silahı kullanacak. Hatta bir çiftçi bile Yargı Ordusu’nun iyi eğitilmiş bir askerini silahı kullanarak yenebilir.”

 

Ashes tereddüt ederek: Bana da bir tane verebilir misiniz?” diye sordu.

 

“Cadı Birliği’ne girmediğin sürece olmaz.” diyen Roland omuz silkti. “Bu silah şu an oldukça nadir.”

 

Roland’ın reddetmesini bekliyordu. Ashes nefes aldı ve: “En kısa sürede Tilly’le tekrar bir araya gelmeliyim. Yarın şafak vakti Sınır Kasabasından ayrılacağım. Eğer siz de burada dayanamazsanız barınmak için Fjord’lara gelebilirsiniz.” dedi.

 

Kafasını sallayarak onayladı: Sen de sevgili kız kardeşime Gökhisar Krallığının batı bölgesinde cadılar için bir yer olduğunu söylemeyi unutma.”

 

Ashes bir süre sessiz kaldı: “Bunu düşüneceğim.”

 

Ashes ofisten ayrılmak üzereyken Prens onu durdurmak için seslendi: “Bekle, sana bir hediyem var, kapının tam arkasında.”

 

Bir hediye mi?

 

Ashes bir anlığına şaşırmıştı. Arkasına döndü ve kapının yakınında büyük bir kılıç olduğunu fark etti. Kapı yüzünden gözükmüyordu. Bu yüzden ofise girince fark edememişti.

 

“Kılıcın artık kullanılamaz durumda. Anna’dan sana yeni bir tane yapmasını istedim. Bu kılıç kalitesiz demirden yapılmadı. Saf çelik.”

 

Büyük kılıcın gövdesi pürüzsüz ve iyi orantılıydı. Güneşin turuncu ışıklarını yansıtıyordu. Kılıca doğru yürüdü ve hafifçe dokundu. Genişliği oldukça iyi dengelenmişti ve kılıcın yan tarafında sertleştirme sürecinin izleri vardı. Kuşkusuz, bu yüksek kaliteli bir silahtı. Ashes’ı şaşırtan şey kılıcın stiliydi. Her zamanki çift ağızlı kılıçlar yerine bunu sadece tek bir ağzı vardı ve diğer köşesi küçük parmağı genişliğindeydi. Kılıcın ucu yoktu. Ucu yamuk şeklindeydi. Kılıcın en tuhaf kısmıysa, ilk kısmıydı. Kılıcın o kısmında garip harfler oyulmuştu. Buna ek olarak kılıcın keskin olmayan kenarında da bir ay şekli vardı. Ay, altın rengi ile boyandığından dolayı oldukça göz alıcıydı.

 

Yeni kılıçtan dolayı yaşadığı sevinci belli etmek istemese de hayran olmasına engel olamamıştı.

 

“Görünüşü neden bu kadar garip?”

 

“Çünkü bu sıradan bir silah değil.” dedi Roland gülümseyerek:İsmi Ashbringer. Daha önceki kılıcına kıyasla bu fevkalade bir kılıç.”

 

Ashes, Roland’ın kullandığı garip sözcükleri sormamaya karar verdi. “Öyleyse, bu hediyeyi kabul edeceğim ve karşılığında ben de size bir hediye vereceğim.”

 

Roland merakla: Nedir?” diye sordu.

 

Ashes cevap vermeden odadan çıktı.

 

*******************

 

Ertesi sabah, Roland kapıyı açtı ve Bülbül’ün kurutulmuş balığı yerken masanın önünde oturduğunu gördü.

 

“Gittiler.”

 

“Her ikisi de mi?”

 

“Evet.” diye yavaşça yanıtladı Bülbül.“Şafak vakti yola çıktılar, Wendy onlara eşlik etti.”

 

Roland etkilenmişti. Wendy her kız kardeşini koruyordu. Üstelik Ashes’in manastırda zarar görmesini engelleyip kaçmasına olanak sağlamasından bahsetmiyordu bile. Wendy’nin Ashes’le birlikte gideceğini düşünmüştü ve Wendy’nin Ashes’in davetini de reddetmesini beklemiyordu. Sonuç olarak, Cadı Birliği hala 12 kişiydi ve bu Roland’ı gerçekten motive ediyordu.

 

“Okyanusun ötesindeki cadılara Sınır Kasabasını anlatacağına inanıyor musun?”

 

“Belki evet belki hayır.” diyen Roland sandalyeye yaslandı ve iç geçirerek devam etti: Ancak, üstesinden gelemeyeceği zorluklarla karşılaşırlarsa Sınır Kasabası’nı düşüneceklerdir.”

 

Roland gözlerini kapadı ve eski Prens’e ait anıları hatırlamaya çalıştı.

 

Prens ve Tilly yakın değildi. Tilly herkesten uzak dururdu. Hatta Kral III. Wimbledon’dan bile. Olağanüstü görünüşü ve zekasının yanı sıra, Tilly hakkında aklında pek fazla bilgi yoktu.

 

Roland, Prenses Tilly’nin ne zamandan beri cadıları saklamayı ya da Fjord’larda gelişmeyi planladığını bilmiyordu. Bununla birlikte, ikisi de bu aşamada Kilise’ye karşı savaşmayı planladığı için, onunla müttefik olmaya çabalamalıydı.

 

Haberi yaymak için Theo’yu göndermesi gereksiz bir hareket de değildi. Sonuçta bir cadının uyanışı tamamen rastgeleydi. Tilly tüm cadıları toplayamazdı. Özellikle örgütü geri çekildikten sonra yeni uyanan cadıların sığınak bulmaya ihtiyacı olacaktı.

 

Tanrı’nın Ceza Ordusu’yla ilgili yeni bilgiler de toplandığından, yapılması gereken bir sonraki şey nitrik asit ve sülfürik asit üretimini arttırmaktı.

 

Daha verimli barut ve bombalar için nitrik asitle sülfürik asit olmazsa olmaz parçalardı. Birinci Ordu silahlarını altıpatlarlı tüfeklerle değiştirdikten sonra, tüfeğin namlusu ve düzeltilen mermi yüklemesiyle nişanın keskinliği büyük bir biçimde artacaktı. Bu nedenle, antrenman daha da önemli olacaktı. Silah olmayan bu çağda, usta bir asker bulmak 10 çaylağa eş değerdi. Fakat bu süre içinde mermi tüketimi de şaşırtıcı derecede artacaktı.

 

Laboratuvardaki üretim, küçük çaplıydı. Bir ordunun ekipman tedariğini sağlamak istiyorsa sanayi üretimine ihtiyacı vardı. Üstelik Roland, kimya endüstrisine de aşina değildi. Şimdilik daha iyi fikirler düşünemiyordu.

 

Bunun yanında eğitimi de ihmal edemezdi. Sadece sivillerin bilgilenmesi için değil, Roland vatandaşlarının düşüncesini değiştirmek için bunu uyguluyordu. Artık yerel halk, Şeytan Ayları’nda yardım etmeleriyle ve Birinci Ordu’nun propagandasından sonra cadılara karşı daha iyi bir anlayışa sahiptiler. Tabii dışarıdan gelenler hala Kilise’nin propagandası etkisindeydi. Sınır Kasabası’ndaki yabancı nüfus da önemli ölçüde artmıştı. Özellikle de çiftçiler. Onlar Kırmızısu nehrinin yakınlarında bulunan ahşap kulübelerde yaşıyordu. Burası kasabanın kenar mahallesi olarak düşünülebilirdi. Özgür bir insan olur olmaz, kademeli olarak şehir merkezlerine taşınacaklardı ve o zamana kadar fikirleri değişmeye başlamazsa çok geç olacaktı.

 

Çok fazla ilgi çekmeyen ve halk tarafından kabul edilecek bir fikir bulmalıydı.

 

 

Düşünceleri bir süredir bir karmaşa içindeydi. Roland gözlerini açtığında Bülbül’ün kenardan hareketsizce baktığını fark etti. Gözleri birbiriyle buluştuğunda, Bülbül bilinçsizce başını çevirdi.

 

“Ahh... Evet, sana bir şey söylemeyi unuttum.” diyen cadı pencereden dışarı baktı ve duygusuz bir şekilde: Wendy sana bir şey söylememi istedi.”

 

“Nedir?” diye sordu Roland.

 

“O, sana teşekkür etti.”

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44293 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr