Bölüm 160: Yüzleşme

avatar
3464 10

Release That Witch - Bölüm 160: Yüzleşme


 

Çevirmen: Lodos

Roland çoktan altıpatların kurşun tasarımlarını yapmıştı. Zaten en nihayetinde dairesel başlıklı mermiler ve barut düzenlemesi eski olduğu kadar basit düzeneklerdi de. Anna’nın yeteneğini de göz önüne alırsa, mühimmat için bakır merminin imalatı teknik olarak mümkündü ama en önemli husus, siyah barutla dolu mermileri ateşleyecek tetikleyicinin olmamasıydı.

 

Mühimmatın dış kabuğu genellikle cıva fülminatla kaplandığından dışarıdan gelen darbelere karşı oldukça hassastı. Ateşleme pimi çekildiğinde merminin merkezine vurulur böylece cıva fulminat tutuşarak siyah barutuda tutuştururdu. Bu sayede de mermi, bölmesinden çıkardı.

 

Kafasını kırmaya çalıştıktan sonra bile, cıva fülminat için gerekli ham maddeleri hala hatırlayamıyordu. Gerçekçi konuşması gerekirse, nitrik asit ve cıvanın kesinlikle gerekli olduğunu biliyordu. Ama yazdığı kimyasal denklemin sonucuna göre sadece bu iki maddeyle ancak nitrik asit üretilebiliyordu.

 

Ayrıca, hammaddeleri bilmek demek de ürünü başarılı bir şekilde üreteceği anlamına da gelmiyordu. Roland’ın yoğunluğu, tepki işlemini ve doğru sıcaklığı da keşfetmesi gerekiyordu. Ürünü tamamlamak için başka bir katalizör eklemenin önemli bir faktör olup olmadığını da bilmeliydi. Dahası, cıvanın hassas özellikleri nedeniyle üretim sürecinde bir patlamanın tetiklenmesi oldukça kolaydı. Eğer patlama olursa birkaç parmağını kaybedebilirdi. Bu yüzden Roland şahsen bunu denemekten korkuyordu.

 

Dolayısıyla Roland’ın, en iyi ikinci seçeneği kullanmaktan başka çaresi yoktu. Metal mermiler kullansa bile eski çakmaklı tüfeklerin ateşlemesini kullanacaktı. Bu yöntemde, barutun ateşlenmesi için kıvılcımın merminin içine girmesi gerekiyordu. Yani, merminin tabanında bir delik bırakmak zorundaydı. Ama barutun da o delikten sızmasını önleyecek bir yöntem bulmalıydı.

 

Açıkçası bu iki nokta birbiriyle çelişkiliydi. Griş ne kadar büyük olursa barut sızıntısı o kadar hızlı olurdu ama giriş çok küçük olursa da , kıvılcımın barutu ateşlemesi çok zor olacaktı.

 

Kıvılcımın barutu tutuşturmasını sağlayacak bir şeye ihtiyacı olduğu gibi aynı zamanda barutun delikten sızmasını da engellemeliydi.

 

Roland’ın ilk düşüncesi pamuk barutuydu. Silah pamuğu olarak da bilinirdi.

 

Basit bir üretim yöntemine sahipti. Silahlar için kullanılabilecek olan hatırladığı, az sayıdaki kimyasal metodlardan biriydi. Pamuk sadece iki güçlü aside batırılmıştı. Kullandığı iki asit yaygın olarak bulunan sülfürik asitle ve nitrik asitti. Ayrıca bunları üretmekte herhangi bir tehlike de yoktu. Simyagerin gelmesini beklemek istemesine rağmen, artık yedi günlük bir vakti vardı. Kollarını sıvayıp işe başlama zamanı gelmişti.

 

Roland eline tüy kalemini aldı. Aklında uzun zamandır olan fikri kağıda yazmaya başladı.

 

İhtiyacı olan ilk madde pamuktu. En iyisi pamuk ipliğiydi. Çünkü ne dokunulmuş ne de boyanmıştı. Dük Ryan’ın kalesine yaptığı ziyaretten sonra geri getirdiği bu pamuk tam da bu türdendi. Şimdi de depolarında yığınla vardı. Pamuk ipliğinin üstü kırpılmalıydı. Aksi taktirde yağ sayesinde yüzeyde oluşacak nitratlaşma engellenirdi. Yağı çıkarmak için de gerekli malzemeleri zaten biliyordu. Sodyum hidroksit. Aynı zamanda, kül suyu veya kostik soda olarak da bilinirdi, sabun yapmaya da yarardı. Sabun üretmek için, kostik sodaya yağ eklemek ve daha sonra katı hale gelene kadar karıştırmak gerekiyordu. Ardından yıkama sabunu olarak kullanılabilirdi. Ancak Roland, endüstri, tarımsal teknolojiyi geliştirme ve Sınır Kasabası’nı yabancı düşmanlara karşı savunmakla oldukça meşgul olduğundan dolayı bunu yapamıyordu. Bu tür günlük ihtiyaçları henüz keşfedecek bir vakit bulamamıştı.

 

Sodyum hidroksitin nasıl hazırlanacağı konusundaysa, en basit yöntem muhtemelen tuzlu suyun elektroliz edilmesiydi. Bu sayede Prens yeni bir kurşunu geliştirmek için, yapması gereken ilk şeyin bir doğru akım jeneratörü olduğunu fark etmişti.

 

***

 

Ashes, Kırmızısu Nehri boyunca yürürken bunalmış hissediyordu.

 

Cadı Birliği’nin cadılarını almak için Sınır Kasabası’na geldiğini anlayan cadıların ona karşı olan tutumu oldukça soğumuştu. Dün gece karşılaştığı samimiyet artık yoktu.

 

Üstelik, cadıların çoğunun kalenin arka bahçesinde yetenekleriyle pratik yaptığını da fark etmişti. Çünkü Roland şeytan ısırığının acısını önlemek için bir yol bulmuştu. 

Gerçekte Ashes bu hayati bilgiyi diğer cadıların iyi niyetleriyle söylemesini istiyordu ama planı daha baştan beklenmedik bir şekilde paramparça olmuştu. Onlara Sınır Kasabası’nı terk etmenin dezavantajlarını ve avantajlarını söyledikten sonra onları götürmek için başka hiçbir sebebi kalmıyordu.

 

Ashes’i en çok şaşkına çeviren şey ise Roland Wimbledon’dı. Görünüşü pek değişmese de hareketlerinde epey gariplikler vardı. Önceki züppe imajından çok farklıydı.

 

Bu nasıl olabilirdi? Daha önceleri oldukça beceriksizdi. Başı belada olduğunda ilk yaptığı şey kaçmak olur, başkaları için hiçbir zaman bir şey yapmaya yeltenmez ve bir sorun kendisinden kaynaklansa bile herhangi bir sorumluluk üstlenmekten korkardı. Onu taciz etmeyi düşündüğünde ise Ashes’ın nefret dolu bir bakış atması yetmişti. O günden bu yana Ashes’ın, Prens Roland için olan izlenimi mümkün olan en düşük seviyede idi.

 

Önceleri böyle tipte biri onun için kolay lokma olurdu. Ama şimdi görüşmede baskın olan taraf olmayı başaramamıştı. Hatta bunun yerine, tam tersi bir etki almıştı. Onu şahsen tehdit etmesi diğer cadıların Ashes’a olan olumlu izlenimini oldukça azaltmıştı.

 

Ashes iç çekti. Eğer Tilly kadar akıllı olabilseydi, önünde beliren her problemi kolayca çözülebilirdi. Tilly böyle bir durumla karşı karşıya kalsaydı mutlaka bir çözüm bulabilirdi, değil mi? Eğer mümkün olduğunca Tilly’ye yardım etmek istiyor olmasa idi, bir sonraki gemiyle Berrak Su Limanı’na gider ve mümkün olduğunca hızlı bir şekilde Gökhisar Krallığı’ndan ayrılırdı.

 

Farkında olmadan kendisini kasabanın dışında bulmuştu. Nehrin diğer tarafında yemyeşil buğday tarlaları yerine artık ormanlık araziler vardı.

 

Ashes tam geriye dönerken, birdenbire arkasında büyülü bir güç dalgalanması hissetti. Bilinçsizce kafasını çevirirken, yatay bir şekilde doğrudan yanağına gelen hançeri fark etti. Büyülü güç dalgaları gittikçe daha sert bir şekilde dalgalandığından yanağında keskin bir ağrı hissediyordu. Karşısındaki kişinin sistematik ve ahenkli becerileri, sıradan bir kişiden kesinlikle beklenmeyecek bir şeydi. Ashes artık tereddüt etmedi. Pasif tutumunu bir kenera bırakarak hançerden kaçınmaya odaklandı. Bütün gücünü bir ayağında toplayarak, yolun dışına atladı.

 

Rakibi bir anda ortadan kaybolmuş ve bir göz kırpışında arkasında ortaya çıkmıştı. Ashes rakibinin hareketlerini kesinlikle takip edemiyordu.

 

Dev kılıcını çekti. Hızla döndürdüğünde mat bir kükreme sesi çıkıyordu. Ayrıca yerden de büyük miktarda toz yükseliyordu. Kılıcıyla çok yönlü bir saldırı yapsa da düşmanı bundan kaçınmıştı. Bu bilinmeyen düşmanın önünde, yaptığı hileli saldırısı bile tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kılıcını saldırganın kaybolan konumuna salladığında hiçbir şeyle karşılaşamıyordu.

 

Bu korkunç, diye içinden geçirdi. Vücudundaki her kas sıkılaşmıştı. Bir sonraki saldırıyı karşılaşmaya hazırlandı. Ama gölge önünde kaybolmuştu. Toz yavaşça yere indiğinde, o kişi elindeki hançeriyle oynarken tekrar önünde belirdi.

 

O Bülbül’dü.

 

Ashes kaşlarını çatarak: “Bu bir uyarı mı?” diye sordu.

 

“Elbette hayır.” diyen Bülbül hançeri beline geri koydu: “Sadece sıra dışı olan cadının gücünü görmek istedim.”

 

“Hadi ya..? Bence pek de öyle değildi...”

 

“Seni Sınır Kasabası’ndan zorla yollamaya çalıştığımı mı düşünüyorsun? Bu beni sana karşı kaba yapmaz mı?” Bülbül cümlesini kesmişti: “Eğer durum böyle olsaydı, Cara’yla aramda fark kalmazdı.”

 

Cara mı? Neden Cadı Birliği’nin eski başkanından bahsediyordu? Ashes’in kafası karışmıştı.

 

“Kız kardeşlerimden herhangi birisine yaklaşmanı engellemeyeceğimden emin olabilirsin. Eğer birisi sizinle birlikte gitmek isterse Majesteleri’nin de seni durduracağını sanmıyorum. Kesinlikle ben de yapmayacağım ama…” Bülbül bu noktada durdu. Sonra devam etti: “Eğer Majesteleri’ni zarar vermekle tehdit edersen, bir dahaki sefere hançeri kasıtlı olarak havaya savurmayacağımdan emin olabilirsin.” O sırada sırıttı ve gözden kaybolarak: “Sınır Kasabası’ndaki vaktinin tadını çıkar.” dedi. Ashes bunun bir uyarı olduğundan epey emin idi.



 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44252 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr