Bölüm 159: En Güçlü İkna

avatar
3155 11

Release That Witch - Bölüm 159: En Güçlü İkna


 

Çevirmnen: Lodos

Roland yeni cadıyla yaptığı görüşmeden önce Theo’dan durum hakkında ayrıntılı bilgi almıştı.

 

Uzun süredir kayıp olan Tilly Wimbledon’un başka bir cadı birliğinin lideri olmasını beklemiyordu. Şimdiden Gökhisar Krallığı’ndaki cadıların çoğunu toplamıştı. Dahası pençelerini Roland’ın topraklarına geçirmek istemesiydi.

 

Bülbül bu cadının sıra dışı olduğunu ve yeteneklerinin muhtemelen savaşçı tipi olduğunu söylemişti. Herhangi bir sıra dışı cadıya, dikkatli muamele edilmesi gerekirdi. Dolayısıyla Roland, ofiste Ashes’le görüştüğünde Bülbül yanında gizlice bekliyordu. Anna da herhangi bir durum için yakınındaydı. Masanın önünde aşırı derecede ince birkaç tane siyah ateş vardı. Duvar gibiydiler ama çıplak gözle tespit edilemezlerdi. Roland’a hücum etmesi halinde bu ateşler sayesinde birkaç parçaya bölünecekti.

 

“Senin cadıların mı? Küstahlık etmeyin.” diyen Ashes soğukkanlı konuşuyordu: “İnsanlar, senin kişisel eşyaların değil!”

 

Roland birdenbire cadının laflarında boğulmuş gibi hissetti. Buraya geldiğinden beri konuşma sanatında ilk defa başarısızlık duygusunu tadıyordu. Genelde “Benim vatandaşlarım” ve “benim halkım” gibi kelimeleri kullanmaya alışmıştı. Ama şimdi ilk defa böyle bir eleştiriye maruz kalınca utanmış hissediyordu. Sözleri bu çağın olağan uygulamalarına uygundu. Sonuçta Lord’un topraklarındaki insanlar ya da eşyalar Lord’a aitti. Bu yüzden onlara böyle seslenmesi herhangi bir sorun teşkil etmiyordu. Ama Bülbül ve Anna’nın önünde bu noktayı vurgulamak akıllıca değildi. Kelimeler yanlış duygulara sebebiyet verebilirdi.

 

Bu yüzden iki kez öksürdü ve mümkün olduğu kadar doğal bir şekilde: “Ben asla bu şekilde düşünmemiştim. Kasabada kendileri kalmak istiyorlar ve ben de burasının onlar için en iyi yer olduğuna inanıyorum. Fjordlar hakkında ise oradaki hava durumu önceden tahmin edilemiyor. Yıl boyunca fırtınalar ve tsunamilerden dolayı zarar görüyorsunuz. Ayrıca Fjord çok tehlikeli bir yer. Bu yüzden de yaşamak için gerçekten uygun bir yer değil.” dedi.

 

“Fakat Kilise’nin gücü orada çok az. Cadılar kendi evlerini inşa ediyorlar ve güçlerini kullanarak da doğal felaketlere karşı direnebiliyorlar. Ama siz cadılarınızla Tanrı Gözü’nün İntikamı’nın gücüne bile karşı koyamazsınız. Tanrı’nın Ceza Ordusu’ndan bile bahsetmiyorum.” diyen Ashes hiç acımadan devam etti: “Yaptığınız şeyin ne kadar aptalca olduğunun farkında mısınız? Yaydığınız haberler sadece Kilise’yi cezbedecektir. Dürüst olmak gerekirse Tanrı’nın Ceza Ordusu aleyhine kazanma şansınız yok. Cadıların bölgenizi terk etmesini sağlamalı ve kaçınılmaz şekilde meydana gelecek trajediyi önlemelisiniz.”

 

Roland, Wendy’den Tanrı’nın Ceza Ordusu’nu duymuştu. Onu güçle ikna etmenin, herhangi bir kelimeden çok daha etkili olacağını biliyordu. Tabii ki, Ashes’i görmezden gelmeyi de seçebilirdi. Ama bunu yapmak, cadıları tamamen Tilly Wimbledon’a bırakmak olurdu. Küçük bir umut olmasına rağmen, yine de denemek istiyordu.

 

Roland: “Bir kerede, kaç tane Tanrı’nın Ceza Ordusu askerleriyle savaşabilirsin?” diye sordu.

 

Ashes şaşırmış görünüyordu. Ama en nihayetinde üç parmağını kaldırdı. “Üç tane oldukları sürece üstesinden gelirim.”

 

“O zaman bir düello yapalım.” diyen Roland oturuşunu düzeltti ve ciddi bir sesle: “Sonuç olarak da Tanrı’nın Ceza Ordusu’na karşı kazanıp kazanamayacağımızı öğrenmiş olursun.”

 

“Ne... Sen ne öneriyorsun?” diyen Ashes bir anlık şaşkınlıkla sormuştu. Nihayet soğuk yüzünde farklı bir ifade gözükmüştü.

 

“Adil bir düello. Bire bir.” diyen Roland: “Seni yenebilirsem, Kilise’ye karşı direnebileceğimi ispatlamış olacağım, tamam mı?” dedi.

 

Ashes’in yüz ifadesi Roland’ın deli olduğunu düşünüyormuş gibi gözüküyordu: “Yalnızca sen ve ben mi? Yoksa cadıların mı dövüşmesini istiyorsun?”

 

“Hayır. Tabii ki ben veya cadılar değil. Biliyorsun ki Tanrı’nın Ceza Ordusunun askerlerinde Tanrı Gözü’nün İntikamı olacaktır.” diyen Roland gülümseyerek devam etti: “Rakibiniz sıradan bir şövalye.”

 

Bu savaşta şahsen savaşamayacağı için üzülse de rakibin muhteşem gücü olan sıra dışı bir cadı olduğunu da biliyordu. Wendy’nin açıklamasına göre, bu sıra dışı cadı manastırdaki tüm düşmanları öldürmüş ve Tanrı’nın Ceza Ordusu’ndaki askerlerinin takibinden kurtulabilmişti. Sadece ahşap bir kılıçla hatta silahsız olsa bile, ölümcüllüğünü her türlü açığa çıkarabiliyordu. Ayrıca altıpatların gerçek etkisini de hala bilemiyordu. Güvenlik nedenleri yüzünden bu görkemli görevi Carter’a vermeye karar vermişti. Eğer bir adet AK-47 yapmış olsaydı bu düelloya bizzat girerdi.

 

“Demek sıradan bir şövalye... Eğer kazanırsam, cadılar benimle mi gelecek?” diye soğukça sordu Ashes.

 

“Tabii ki hayır. Çünkü eğer sen kaybedersen Tilly’yi zorlayarak cadılarını Sınır Kasabası’na getirmesini sağlamazsın, değil mi? ”

 

“Peki bu düellonun amacı ne?” diye sordu Ashes.

 

“Bu bir savaş değil. Bir test.” diyen Roland devam etti: “Amacı, Kilise ile yüzleştiğimde kaybetmeyeceğimi göstermek. Böylece bu savaşta kaybederseniz geri döndüğünüzde Fjordlar’da hayatta kalamadığınız sürece batıda cadıların rahatça yaşayabileceği bir Sınır Kasabası olduğunu öğrenmiş olacaksınız. Elbette, eğer kazanırsan Wendy ve diğer cadıları ikna ediciliğin daha da artar.”

 

“Kaybetmeyeceğim. Şövalyenizi hemen çağırın.” dedi Ashes.

 

“Şimdi değil.” diyen Roland elini ilgisizce salladı: “Bir hafta içinde, düello hazırlığını tamamlayacağım. Bu hafta sırasında da, kalede yaşayabilir ve cadıların bu küçük kasabadaki yaşamını tecrübe edebilirsin. Belki de bazı fikirler değişir.”

 

Ashes, Prens’e bir süre baktı, sonra başını salladı. “Belki de değişecek fikirlerin cadıların fikirleri olmasını sağlarım. Bu, yedi günden kısa sürmez ardından da Sınır Kasabası’nı benimle birlikte terk ederler.”

 

Roland omuz silkti.

 

Ashes kapıya gittiğinde aniden Roland: “Bekle... Daha önce bir yerlerde tanıştık mı?” diye sordu.

 

Daha önce yüzünü hiç görmemiş olsa da sırtının şekli yüzünden nedense bir aşinalık vardı. Roland biraz daha hatırladığında, bu aşinalık duygusu sanki Kral’ın Şehri’nden geliyor gibiydi. “Muhafızlar sana söylemedi mi?” diyen Ashes arkasını dönmemişti: “Saraydayken eğer Tilly beni durdurmasaydı, korkarım ki tek elli olurdun.”

 

Ofisin kapısı kapandıktan sonra, Bülbül buz gibi bir ifadeyle önünde belirdi: “Sen daha önceden onun kıçını mı elledin?”

 

“Ne?” diyen Roland afallamıştı: “Bu kişinin sarayda olduğunu hatırlamıyorum. Ayrıca onun kıçını elledin de ne demek?”

 

Bülbül’ün hoşnut olmadığı yüzündeki ifadeden belliydi. Hizmetçinin kıçına dokunmasında ne vardı ki? Diğer Lordlar daha fazlasını yapıyordu. Üstelik Bülbül onu gizlice gözetlemekten de ona borçluydu.

 

Anna araya girerek: “Şövalye’nin sıra dışı cadıyı yeneyeceğinden emin misiniz? Eğer başarısız olursa bu, diğer cadıların size olan güvenini etkileyebilir.”

 

Neyse ki Anna sakin görünüyordu. Bu yüzden Roland rahatlamıştı: “Kendini güçlendiren cadı türleri, Tanrı Gözü’nün İntikamı’ndan etkilenmiyor ama yine de fiziksel gücüne dayanarak savaşmak zorunda. Hızla ateş edebilecek silahlarımızla karşılaştırılırsa, kusurları apaçık ortada. Kazanmak için %70 şansımız var.”

 

Fakat 1 hafta içinde cephane işini halletmesi gerekiyordu.



 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44309 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr