Buhar motoru incelemesi tamamlandıktan sonra Roland ve Margaret kaledeki ofise geri dönüp sözleşmenin detaylarını konuşmaya devam ettiler. Böyle bir anlaşmada pazarlık yapmak genelde bir veya iki gün sürebilirdi. Lord genelde bunlarla uğraşmamak için hazinedarına bir üst ve bir alt rakam belirtir ve pazarlığı ona bırakırdı. Ama karşı taraf istenen fiyatı direk kabul etmişti. Roland’ın çok çaba sarf etmesine gerek kalmayacaktı.
“İlk posta güherçilenin bir ay içinde geleceğini tahmin ediyorum. Üç bot yükünde gelecektir. Onların Sınır Kasabası’na sağ salim ulaşmalarını bizzat kontrol ediyor olacağım.” diyen Margaret miktarı belirttikten sonra eline bir parşömen aldı ve hızlıca bazı rakamlar karaladı: “Piyasa fiyatının % 90’ından hesaplarsak yaklaşık 315 kraliyet altını ediyor.” dedi.
“O zamana kadar da Sınır Kasabası iki buhar motoru üretecektir.” diyen Roland sayıyı kasten azaltarak söylemişti: “Onlar da totalde 1000 kraliyet altını ediyor. Aradaki farkı ister kraliyet altınları ile öde İstersen de başka mallar ile öde.”
“Ne tür mallar?”
“Demir, bakır, kurşun, ferro-krom.” diyen Roland devam etti: “Bunların hepsi temel madenler. Başta saydığım üç madeni ham istemiyorum. Külçeler halinde işlenmiş olarak istiyorum. Ayrıca 10 set de kristal ev eşyaları. Kral’ın Şehri’ndeki Simya Atölyesi’nden çıkma en yüksek kalitede olmalılar. Eğer fiyat bu şekilde yapıldığında artacak olursa sana daha fazla kraliyet altını ödeyebilirim ya da öbür ayın buhar motoru parasından indirim yapabilirim.”
“Beni özel tüccarınız yapmak istiyorsunuz sanırım.” diyen Margaret: “Ama bende maden yok ki. Maden işinde olan birkaç tanıdık var ama... Yani açıkçası burada yaşayan soylulardan böyle istekler hiç duymamıştım. En başta siz bile muazzam bir güherçile istiyorsunuz. Üstelik Sınır Kasabası’nın hemen yanında Kuzey Yamaç Bölgesi var. Yine de çok fazla maden almak istiyorsunuz. Bu benim aklıma pek yatmıyor açıkçası Majesteleri.”
Sanayisel üretimin en büyük özelliği; hammaddeye aşırı ihtiyaç duyulması idi. Bunları düşünen Roland devam etti: “İlerleyen zamanlarda Sınır Kasabası daha da fazla mala ihtiyaç duyacak. Bence en iyisi şimdiden uzun vadeli bir anlaşmaya varmak olacaktır.”
Tam o anda Margaret birden hayretler içinde Roland’ın arkasındaki şeye bakarken bulmuştu kendisini. Onun bu garip davranışını gören Roland başını çevirdi ve Şimşek’i gördü. Kızcağız iliklerine kadar ıslanmıştı. Ama hala içeri girebilmek için havada süzülürken camı zorluyor idi. Yüzü korkudan buz kesmişti ve çılgınlar gibi camı zorluyordu. Saçı başı tamamen dağılmıştı ve her yerinden yağmur suları süzülüyordu. Sanki bir nehirden çıkmış da hemencecik gelmiş gibi idi.
Roland acele ile pencereye koştu. Cam açılır açılmaz içeri giren Şimşek kendini Roland’ın sıcak kollarına bıraktı.
Roland endişe içinde emir verdi: “Bülbül! Acilen git ve Nana’yı getir.”
Ondan ve Margaret’ten başka kimsenin bulunmadığı odada birden boşluktan cOna ne olmuştu? Havada iken bir Şeytan ile ya da canavarla karşılaşmış olamazdı, değil mi? Yoksa olabilir miydi? Roland kabataslak Şimşek’in durumunu kontrol etti. Herhangi bir travma izine rastlamayınca biraz da olsa rahatlamıştı.
Cevap geldi: “Hemen!”
Yavaş yavaş Prens’e doğru yürüyen ve kucağındaki kızı gözleyen Margaret düşük bir sesle sordu: “Majesteleri... Sizin Şimşek dediğiniz bu mu yoksa?”
Bu soruyu duyan Roland’ın kalbi çarpmaya başlamıştı. Kendine kızıyordu: “Lanet olsun! Böyle bir şeyi nasıl unutabilirim?” Devamında bağırdı: “Sean!!!”
Muhafız anında içeri koştu.
“Kusura bakmayın Bayan Margaret. Bunun başka yolu yok. Bir süre burada kalmanız gerekecek.” dedi Prens.
“Bu hanım, Kral’ın Şehri’nden gelen bir tüccar. Onu birinci kattaki boş bir odaya yerleştirin ve iyi ilgilenin kendisi ile. Benim emrim olmadan da o odadan çıkmasın.”
“Emredersiniz!”
“Ne? Hayır, Majesteleri... Lütfen bi durun...” Birden Margaret’e dank etmişti: “Cadılara karşı herhangi bir kinim yok. O kızın babasının Yıldırım Bey olduğundan bahsetmiyorum bile... Kilise’ye asla söylemem böyle bir şeyi.”
“Bu sadece bir güvenlik önlemi.” diyerek araya girdi Roland: “Şu bir geçsin, gerçekleri söyleyip söylemediğinize dair sizinle görüşeceğim.”
…
Roland’ın ofisinin kapısını açan Bülbül: “Majesteleri, kendisine geldi ve uyandı.” dedi.
Roland başını salladı ve Şimşek’in odasına kadar Bülbül’ü takip etti. Büyük yatağın yanında üstünden buharlar çıkan bir kova ve kovanın üstünde de iyice gerdirilmiş ve kurumaya bırakılmış elbiseler asılı idi. Yatağın etrafı bir grup cadı ile sarılmıştı. Wendy de kızcağızın hala daha tam kurumamış saçlarını nazikçe tarıyordu. Şimşek biraz daha iyi gibiydi. Yanaklarına o eski kırmızılık gelmişti. Başı iki yastığın arasındaydı ve yorganı da ağzına kadar çekilmişti. Odaya girdiğinden beri Roland’a bakıyordu.
“Durum nedir?”
“Herhangi bir yaralanması yok. Büyüsünü fazla tükettiği için yorgun düşmüş ve ufak bir koma geçirmiş,” diye cevapladı Bülbül: “Wendy vücudunu temizlemesine yardım etti. Yatağa girdikten sonra da epey bir süre uyanmadı.”
Roland şefkatli bir gülümseme ile yatağa giderek sordu: “Neler oldu sana? Sel gibi yağan yağmurda bu denli panikle buraya kadar uçmana ne sebep oldu?”
Şimşek yavaşça homurdandı: “Harabeleri buldum. Ama Şeytan çoktan orada idi.”
Bunu duyan herkesin yüz ifadesi bir anda değişivermişti.
“İçeriye girdin mi?” diye sordu Scroll.
“Hayır.” diyen başını salladı ve hikayeyi anlatmaya koyuldu: “Şeytan bodrumun tam kapısında duruyordu. İçerden ağlayan ve yardım isteyen insanların çığlıklarını duydum. Ama bir şey yapamadım. Tek yapabildiğim kaçmak oldu.” Sesi titredi ve: “Yoksa ben bir Kaşif olamayacak kadar beceriksiz miyim?” diye sordu.
“Hayır, hayır. Gayet iyi iş çıkardın.” diyen Roland onu cesaretlendirmeye çalışıyordu: “Aslında iyi Kaşifler durumu nasıl analiz etmeleri gerektiğini çok iyi bilenler ve gereksiz riskleri almayanlardır. Onu kurtaramamışsın maalesef. Ama kaçmak en iyi seçenek imiş.”
“O bir cadı olmalı.” Wendy sesli düşünüyordu: “Gizemli Orman’ın o kadar derinlerine bir cadıdan başkası giremez.”
“Hayır. Bence bir cadı bile oraya gidemez.” diyen Scroll kafasını ona katılmadığını belirterek sallıyordu: “Orası 450 yıllık bir harabe. Öyle bir ağaç denizi içerisindeki taş kuleyi bulma konusunda tam olarak yolu belirten bir harita olmadan imkansız. Tabi eğer...”
“Eğer ne?” diye sordu Roland.
Scroll yavaşça: “Eğer zaten halihazırda orada birisi yaşamıyorsa...” dedi.
“Yani sen onların bu topraklardan geçerek oraya gitmediğini zaten 450 senedir orada yaşadıklarını söylüyorsun. Nesillerce bir döngü halinde orada yaşadıklarını?”
Prens kafasında bu ihtimali çoktan elemişti. Gizemli Orman’ın içinde 450 sene boyunca yaşamak mı? Bu inanılmaz bir şey idi! Böcekler ve zehirli bitkiler haricinde orada doğru düzgün bir yemek kaynağı yoktu ki... Bear Grylls olmadığınız sürece o kadar uzun süre ormanda yaşayamazdınız. Her sene birkaç ay kar yağdığını hesaba katmıyordu bile! O kadar şeytani canavar ve Şeytan tehlikelerine karşın orada yaşamak... Resmen intihar olurdu.
Roland tekrardan Şimşek’e dönerek: “Harabelerin yakınlarında hiç duman belirtisi var mıydı?”
Küçük kız başını salladı: “Hayır.”
“Belki başka bir harita daha vardır.” diye öneride bulunan Soraya devam etti: “Belki bizim dışımızda da kuleyi arayanlar vardır.”
“Ne olursa olsun onlara yardım edemeyiz.” Yaprak üzüntü ile böyle dedi ve devam etti: “Şimşek dışında hiç kimse Taş Kule’ye o kadar hızlı ulaşamaz.”
“Korkarım ki hala meselenin aslını öğrenmemiz gerekiyor.” diyen Roland çenesine dokundu ve: “Kısa vadede oradan nasıl sağ salim geri dönebileceğimizi bulmalıyız. Bugünlük eğitimler iptal. Herkes iyice dinlensin. Zamanı geldiğinde kendinden çözülecektir.”
Roland, Şimşek’in odasından çıktıktan sonra Bülbül’e döndü ve: “Çözmemiz gereken bir problem daha var.” dedi.
Bülbül gülerek: “Sadece onun Tanrı Gözü’nün İntikamı’nı çıkarmasını sağla. O zaman görürüz cadılara kin tutuyor mu tutmuyor mu?” dedi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..