Bölüm 147: Misyonerlik Görevi

avatar
3235 10

Release That Witch - Bölüm 147: Misyonerlik Görevi


 

Çevirmen: Lodos

Alicia günün birinde bir misyoner heyetinde yer alacağını hiç düşünmemişti.

 

Kilise bir heyet gönderdiğinde üyeler hep elit savaşçılardan olurdu. Çünkü gönderdikleri kişiler Kilise’yi temsil edecek kişiler olacaktı. Kilise’nin yöntemleri ve savaş becerileri konusunda kendisine oldukça güveniyordu. Ama savaşta kılıcını sallayan bir kadın ne kadar güzel olabilirdi? Bunu düşündüğünde rahatsız oluyordu.

 

Rahibe Mira, Gökhisar Krallığı’nın batı sınırına gidip, Prens’in cadıları koruyup korumadığını araştırması gerektiğini söylemişti. Konvoyu yöneten rahibeye ek olarak on tane de yargı askeri vardı. Bunlardan birisi Hermes’in savunmasında ona soğuk hapı veren yüzbaşı idi.

 

Ayrıca yüzbaşı savaş alanının dışında bile o duygusuz ifadesini koruyordu. Alicia onun yanında durduğunda hava sıcaklığının düştüğünü hissediyordu.

 

Rahibe’nin ifadesiyse onun tam tersiydi. 40 yaşın üstünde olması sayesinde gözlerinde çok bilge bir görünüm barındırıyordu. Kilise’nin anektodlarını her zaman gülümseyerek anlatırdı. Açıkçası oldukça tecrübeliydi. Başkalarının ilgisini çekmek için tutkuyla yanıp tutuşurdu ama asla zarif tavrından taviz vermezdi. Başpiskoposun huzurunda bile böyle idi. Alicia onun sonraki piskopos için en olası adaylardan birisi olduğunu birçok kez duymuştu.

 

Ayrıca Alicia, Mira’nın sivil bir görevli olarak at sürme yeteneğinin Yargı Ordusu’ndan kötü olmamasına da oldukça şaşırmıştı. Bu iki günde dağdaki ormandan şehir yoluna varmışlardı. Atını oldukça kararlı bir tempoda tutarak enerjisini koruyabiliyordu. Böyle bir yetenek için uzun süredir at sürüyor olmak gerekirdi.

 

Yargı ordusundan birisi Hermes sınırını terk edip Gökhisar Krallığı’na girdiklerinde: “Neden güneye doğru gitmiyoruz?” diye sordu.

 

“Sınır Kasabası ile bulunduğumuz yer arasındaki mesafe çok uzak. Karadan giderek popomun acımasını istemiyorum.” diyen Mira elini yok gibisinden salladı: “İlk önce Gizli Vadi kasabasına ulaşana kadar doğuya doğru gideceğiz. Oradaki nehir Shishui Şehri’ne akıyor. Oraya vardığımızda Uzun Şarkı’ya gitmemiz fazla vaktimizi almayacak.” dedi.

 

“Kilise’ye ne zaman katıldınız?” Alicia meraklı bir şekilde sormaya devam ediyordu: “Sadece Kutsal Şehir’de yaşananlar ve çeşitli anektodlar hakkında değil. Belli ki Dünya’nın genelinde yaşananlara dair de oldukça bilginiz var.”

 

“Kilise’ye 12 yıl önce yani otuz yaşındayken katıldım,” diye cevap verdi Mira.

 

“Oldukça geç.” diye haykırdı Alicia: “Bildiğim kadarıyla yaşlılar Tanrı’nın öğretilerini anlamakta zorlanıyor. Bir müritten bir rahibe rütbesine terfi etmenizin on yılınızı alması oldukça şaşırtıcı.”

 

“Evet, doğru.” dedi Mira gülümseyerek: “Bu, Kilise’nin en büyüleyici yönlerinden birisi. Doğrusu, aslen bir tüccarın kızıyım ve mal satmak için dört krallık arasında babamla birlikte seyahat ederdim. Bazı yerlerde yaygın olan ürünler bazı yerlerde nadirdir ve bu yüzden de oldukça fazla değere sahiptir.”

 

“Örneğin; Deniz Meltemi Bölgesi’ndeki yerel balıkçılardan alacağımız yeşil mercanın fiyatları 20 ila 30 kraliyet gümüşü arasındadır. Eğer ki bu mercanları su tanklarına koyup kuzeydeki yolda da taşımasını halledip Ebedi Kış Krallığı’nın sarayına götürüp satmayı denerseniz-tabii mercanların doğal renklerini korumaları gerek-5 ya da daha fazla kraliyet altınına satabilirsin. Sık sık şunu düşünürüm. Aynı ürünleri satmamıza rağmen değerleri arasındaki fark neden bu kadar fazla?”

 

“Çünkü... Bazı yerlerde nadirdir.” diye bir tahminde bulundu Alicia.

 

“Başlangıçta ben de aynısını düşündüm.” diyen Mira onaylar biçimde kafasını salladıktan sonra devam etti: “Fakat daha sonra fikrimi değiştiren bir şey oldu. Bir soylunun gizlice sakladığı sıcaklığı kontrol edebilen bir cadısı vardı. Birkaç testten sonra nihayet Ebedi Kış Krallığı’nda Deniz Meltemi Bölgesi’nin mercanlarını yetiştirmek için bir yol buldu. Evinin bahçesindeki bodrum katını büyük bir gölet haline getirdi. Tavana içeri ışık girebilmesi için bazı ayarlamalar yaptı. Bu şekilde her yıl mercanları hasat etti. Mahsulü babamın getirebileceğinden on kat fazlaydı ve biz yılda sadece bir kez yolculuk yapabiliyorduk. Bu yüzden de piyasada eskiye oranla çok daha fazla yeşil mercan bulunuyordu. Ayrıca sadece saraya değil aynı zamanda diğer güçlü soylu ailelere de satıyordu. Nadir bulunan bir ürün yaygınlaştığında da doğal olarak fiyatı düşer.”

 

“Ama iki yıl sonra, saray düşük fiyatlı yeşil mercanların sahte mal olduğunu söyleyerek ürünleri kabul etmedi. Sadece babam değil diğer getirenler de, yeşil mercanların fiyatlarını yarı yarıya azaltmak yerine fiyatları ikiye katladı. Cadısı olan soylu ise Kilise tarafından yakalandı. Cadıyı saklamak ve onu barındırmaktan dolayı onunla beraber kazığa oturtularak yakıldı. Ama sattığı mercanların taklit ürünler olmadığını biliyordum. Onunkiyle babamın mercanı arasında hiçbir fark yoktu.”

 

“Ürünün nadir olduğu düşünmek yanlış değil. Ama malların fiyatını belirleyen başka birçok sebep daha var. Üstelik bu en basit örneklerden biriydi. Kraliyet sarayı yeşil mercanları bir lüks sembolü olarak gördüğünden dolayı değerini doğal olarak yüksek seviyeye çıkardı. Eğer piyasada daha fazla yeşil mercanlar ortaya çıksaydı bu kraliyet ailesini de oldukça etkileyecekti. Hatta soylunun infaz gününde, Kraliçe büyük bir kutlama bile yaptı. Sence bu ürünler de insanlara benzemiyor mu?”

 

“Ne gibi?” diye soran Alicia rahibenin düşüncelerini pek anlayamıyordu.

 

“Tıpkı soyluların veya halktan birisinin çocuğu gibi.” diyen Mira duraklamadan devam etti: “Doğduğunda, herkese bir fiyat belirleniyor. Ama bu fiyat bizim gerçek değerimizi yansıtmıyor. Bizler sanki bu yeşil mercanlar gibiyiz. Bazen düşük bir fiyatla satın alınabiliyoruz ama bazen bazı yerlerde fiyatlarımız ulaşılmayacak kadar yüksek oluyor.”

 

“Çok yükseklere ulaşmak... Soylu olmak gibi mi yani?”

 

“Soylular, Ebedi Kış Krallığı’ndaki sarayın mercanları.” Rahibe gülümsedi ve devam etti: “Biz veya onlar doğduğunda aramızda hiçbir fark yoktur. Her ikimizde de bir çift el, bir çift ayak, bir çift göz ve bir ağız var. Ama onlar en yüksek değere sahip insanlar olarak sınıflandırılıyorlar. Bu eşitsizlik kendi yeteneklerinden de gelmiyor. Kraliyetin ailesinin iktidardaki egemenliğine dayanıyor. Ben de bundan dolayı Kilise’ye katıldım. En azından Kutsal Şehir’de, kökenin gerçek değerin olarak görülmüyor. Tüm kıta Kilise’nin hakimiyetindeki bir Tanrı Krallığı olduğu sürece herkese eşit davranılırdı.”

 

“Haklısın. Bu gerçekten çok iyi olurdu!” diyen Alicia yürekten heyecanlanmıştı. Bu dünyadaki cennet gibi olacağını düşünüyordu. Eğer Tanrı’nın egemenliğinde bir Krallık kurabilseydi tıpkı Mira’nın anlattığı gibi insanların köle veya toplumdan dışlanmış olması fark etmezdi.

 

“Tanrı’nın Krallığı mı? Peki... Tüm insanları soğuk kanlı canavarlara dönüştürmek istiyor musunuz?” Yargı Ordusu’nun soğuk yüzlü yüzbaşısı atının dizginlerini salladı ve onlara katılarak: “Rahibe, Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu hakkında neler biliyorsun?” dedi.

 

“Hey, sen!” Alicia, yüzbaşına rahibeye karşı nezaketine dikkat etmesi gerektiğini hatırlatmak üzereydi ki Mira tarafından durduruldu,

 

“Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu, Kilise’nin en güçlü savaşçılarının toplandığı birlik. Ayrıca çok güçlü inancı olduğundan dolayı kendilerini seve seve feda edebilecek bir birlik. Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu’nda cesur ve korkusuz savaşçılara dönüşüyorlar.”

 

“Fena değil. Onların en güçlü savaşçılar olması ve orduda nasıl bir dönüşüm geçirdikleri konusunda haklısın. Fakat dönüştükleri şey savaşçı değil. Bir grup duygusuz canavar!” Bu cümleyi soğukkanlı bir şekilde söyledikten sonra grubun önünde ilerlemeye devam etti yüzbaşı.

 

“O sadece kaba bir adam!” dedi Alicia. O’nu Hermes’te gördüğü zaman tehlikeyle karşı karşıyaydılar. Tıpkı bir komutanın olması gerektiği gibi sakin ve cesurdu. Ama şimdi... O’na ne olmuştu da böyle bir insan haline gelmişti?

 

“Tamam sıkıntı yok. Şu anda sadece iyi bir ruh halinde değil.” dedi Mira başını sallayarak: “Tanrı’nın Krallığı’nı kurarken aksilikler ve kurbanlar olacak... Ama en azından hepimiz gönüllü olarak katıldık.” dedi.

 

Bir sonraki kasabaya vardıklarında geç olmuştu. Kilise’nin misyoner heyeti olarak kasabanın Kilise’sinde kaldılar. Herkes yemek yedikten sonra, uyumak için kendi odalarına gitti. Alicia yüzbaşının arkasında yürüyordu. Koridora vardıklarında önüne geçip: “Mira bizim liderimiz, yolculuk sırasındaki o sözlerinin anlamı neydi? Kilise’nin kurallarını ve yönetmeliklerini unuttun mu?” dedi.

 

Bir anlık sessizlikten sonra yüzbaşı: “Adın Alicia, değil mi?” dedi.

 

“Evet. Ve tıpkı senin gibi artık ben de Yargı Ordusu’nda bir yüzbaşıyım. Şeytan Ayları’ndaki savaşta ismini sormuştum. Ama bana cevap bile vermemiştin. Artık bana adını söyleyebilir misin?”

 

Yüzbaşı boş bir ifade ile: “Abrams.” dedi. “Bunu neden yaptığım konusunda ise... Herhangi bir erkek veya kız kardeşin var mı?”

 

“Hayır.” diyen Alicia birdenbire onun kardeşinin Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu’nda olduğunu hatırlamıştı.

 

“Benim var. O ve ben Kilise’de büyüdük. Çok yakın yetiştiğimizden dolayı birbirimizin ne düşündüğünü her zaman anlardık. Daha sonra kendisine gelen daveti kabul etti ve Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu’na geçti. O günden sonra onu bir daha hiç görmedim. Ordu lideri gelişiminin çok başarılı olduğunu ve şu anda Kilise’nin özel bir görevini üstlendiğini söyledi. Onun için çok heyecanlanmıştım.” dedikten sonra bir anda durakladı: “Ta ki bu güne dek. En sonunda onu katedralde gördüm. Adını bağırdım. Yanıma geldiğinde onu kucaklamak istemiştim. Ama ne gördüğümü tahmin edebiliyor musun?” Bunu söylerken Abrams’ın yüzünde ilk kez bir duyguyu görmüştü Alicia. Acı duygusunu. “Bana bir yabancı gibi davrandı. Sanki beni hiç görmemiş gibi yanımdan geçip gitti. Bir kere bile gözünü çevirmedi. Sadece ileriye bakıyordu. Sanki bir insan değildi.”

 

“…”

 

Hikayeyi dinleyen Alicia sırtından aşağıya doğru inen soğuk bir ürperti hissetmişti. Yalan söylediğini söylemek istiyordu ama ağzını açtığında tek bir kelime bile çıkmamıştı.

 

“Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu’nun üyeleri hislerinden yoksun ve ölmüş insanlardan oluşan bir gruptan başka bir şey değil.” dedikten sonra Alicia’yı yana doğru itti ve arkasına bile bakmadan odasına girdi.



 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44355 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr